Neo-liberal politikalar gün geçtikçe ada üzerinde etkisini artırıyor. Bu durumla birlikte her bireyin yasalar ve devlet hizmetlerinden eşit olarak yararlanma hakkı safsataya dönüşüyor, sınıfsal ötekileştirme ise gün ışığına çıkıyor.
Özellikle eğitime erişim ve eğitim kalitesi bakımından ortaya çıkan eşitsizliğe devlet tarafından göz yumulmakta, hatta daha da ileriye giderek sermaye açısından önü açılmaktadır. Gelinen noktada devlet tarafından zorunlu ve eşit olarak verilmesi gereken başta ilköğretim, bilinçli olarak geriletilmesinin yanı sıra özelleştirme politikaları güdülüp, parası olan okusun mentalitesi yerleştirilmeye çalışılıyor.
Devlet okullarındaki (özellikle ilkokul) eğitim yapısındaki bozukluklar ve eşitsizlikler bu okullara giden çocukların-ailelerin sosyo-ekonomik durumları ve eğitim seviyeleri üzerinden açıklanmaya çalışılıyor. Hatta daha da ileri gidilerek sınıfı hor görme yolu tercih edilip, “bu ülkenin çöpçülere de ihtiyacı var”, ” herkes doktor ya da avukat olamaz” söylemleri ile emekçiler aşağılanıp, işçi sınıfının zaten eğitime ihtiyacı olmadığı üstü kapalı bir şekilde dilendiriliyor.
Diğer bir hamle ise öğretmenler üzerinden yapılıyor. Öğretmenlerin hak arayışı üzerinden gerçekleştirdiği grev ve eylemler, eğitimin aksamasının -sözde- temel nedeni olarak öne çıkarılıyor. Böylece bir taşla iki kuş vurularak, hem sermayenin çıkarları için yapılanların üstü örtülüyor, hem de işçi mücadelesi ayrıştırılarak baltalanıyor.
Gelinen noktada devlet okullarındaki temel sorun, devlet politikası ile sermayenin eğitim üzerinden elde etmiş olduğu rantın kesilmesinin önüne geçmek, hatta artırılarak devam etmesini sağlamak olarak ortaya çıkmakta. Aileler gelecek kaygılarından dolayı daha iyi bir eğitim almaları için çocuklarını özel okullara göndermek zorunda kalmakta, böylece zaten geçim sıkıntısı yaşayan aileler maddi ve manevi bir yükü daha sırtlamak zorunda kalıyor. Bu politikalar ve yaratılan eşitsizlik yetmezmiş gibi ilkokul son sınıf öğrencileri bir de adaletsiz olarak yabancı dilde eğitim tercihi adı altında kolej giriş sınavı yarışına sokularak mevcut eşitsizlik devlet okullarına taşınmaktadır.
KGS’deki soru ve puanlama sisteminden dolayı yabancı dil ağırlıklı eğitim veren tek devlet kurumu olan maarif kolejleri de özel okullardan gelen belirli bir zümrenin çocuklarının eğitim aldığı bir kurum olma yolunda ilerlemektedir. Özel okullardan gelen öğrencilerin dışında maddi olanakları ile özel ders ve dershanelerde ekstra eğitim alarak bu sınavlara katılan bir diğer gurup da, bu şartlara sahip olmayan işçi sınıfının çocukları karşısında büyük bir avantaj sağlayarak KGS sınavına katılmaktalar. Yapılan sınavların eşit şartlarda ve adaletli bir yapı içerisinde gerçekleştiği yalanı soruların içeriği ve puanlama sistemi ile aslında belirli bir zümreyi ayıklama sınavı olduğu açıkça gözlemlenmektedir. Soruların içeriğine ve puanlama sistemine bakacak olursak; Türkçe 27, Matematik 27, İngilizce 22, Fen ve Teknoloji 14, Sosyal Bilgiler 10 olmak üzere toplam 100 sorudan oluşmaktadır. Özel okullarda haftada 20 saati bulan İngilizce derslerinin devlet okullarında 5 saat olduğunu hesaba katarsak adaletsizliğin boyutu ortaya çıkıyor. Bu durumun sonucunda kaçınılmaz olarak 22 soruluk bir artı ile özel okullardan sınava giren öğrenciler ciddi bir avantaj elde etmektedirler.
Hiçbir bilimsel dayanağı olmadan gerçekleştirilen bu sınav 3 aşama üzerinden gerçekleştirilmekte ve ne hikmetse birinci sınav %25, ikinci sınav %25 ve üçüncü sınav % 50 ağırlık ile sonucu oluşturmaktadır. Eğitim bakanlığının hazırladığı müfredatı tamamlamayı bile yetiştiremeyen devlet okullarının 7 ay öncesinden verilen eğitimi pekiştirme şansı bulunmadığından yine özel okullarda ya da dershanelerde eğitimini sürdürenlere büyük avantaj sağlanmaktadır.
Çevreden kaynaklanan eşitsizlikler de yaşanan adaletsizliğe bir diğer etkendir. Yaşanılan coğrafi bölge eğitim-öğretim imkanlarından yararlanabilme derecesini olumlu ya da olumsuz etkilemektedir. Şehir merkezlerinde yaşayan bireylerin yararlandığı olanakların bir kısmından köylerde yaşayan bireyler mahrum kalmaktadır. Yine sermayedarların bulunduğu bölgelerdeki okullar ile işçi sınıfının ve göçmen işçilerin çocuklarının eğitim gördüğü okullar arasında ciddi şekilde farklılıklar bulunmaktadır. Bakanlığın açıklamış olduğu KGS kontenjanlar ayrı bir eşitsizlik kaynağıdır. Lefkoşa’ya 130 kontenjan ile en fazla öğrenci kabulü gerçekleştirirken İskele bölgesinde sadece 25 öğrenci yabancı dilde eğitim hakkına sahip olacaktır.
Devlet bu kontenjan sayıları ile aslında nüfusa göre değil sermaye yoğunluğuna göre belirleme yaptığını ortaya çıkarmaktadır. Bakanlık bölgelerdeki eğitim olanaklarını artırmak yerine eğitim verilecek öğrenci sayısını düşük tutarak sermayeye çanak tutmaktadır. Bunun yanında yoğunlukla işçi sınıfının ve göçmen çocuklarının eğitim aldığı okullardan yıllardır KGS’de başarı elde edilememesi bakanlık tarafından irdelenip araştırılmamasının yanı sıra bu okullarda okuyan çocukların zaten kapasite yetersizliği olduğu vurgulanarak başarısızlıklarının genetik bir yapıymış gibi ırkçı, sınıfsal bir ötekileştirmeyle gerekçelendirilmesine gidilmektedir. Sonuç olarak neo-liberal politikaların etkisi ile çocuklarımızın eğitim haklarında gün ve gün elimizden alınarak özellikle özel sektörde genelde ise tüm emek kurumları içerisinde bizler sömürülürken gelecekte yeni sömürü çarkını oluşturabilmek için okullarda çocuklarımız da bilimsel eğitimden uzak tutularak sömürü çarkına dahil edilmektedir
Güngör Acar
Bağımsızlık Yolu