Döviz Meselesi: Ne Umduk Ne Buluyoruz? – Toprak Günebakan

Birkaç haftadır gazetelerde, televizyonda ve sosyal medyada dövizin yükşelişi ile ilgili yorumlar görmekteyim, ama benim gözlemim, yurttaşlarımızın ekonominin işleyişi ve ne tür mekanizmaları içerdiği ile ilgili pek bir bilgisi olmadığı yönündedir. Bu yazıda da ekonominin fiyat mekanizması olarak kabul edilen 3 göstergesi arasındaki ilişkiyi incelemeye çalışacağım. Peki nedir bu 3 gösterge? Ekonomide ‘faiz, enflasyon ve döviz kuru’ göstergeleri arasında karmaşık bir ilişki vardır ama önce bu göstergeleri kısaca açıklamaya çalışalım.

Kur, ulusal (yerli) para biriminin yabancı para karşısındaki değeridir. Çok basit bir mantıkla, ulusal paranın talebindeki artış ya da arzındaki azalış paranın değerini yükseltir. Enflasyon fiyatların genel düzeyindeki artışı ve paranın değerindeki düşüşü ifade eder. Faiz ise paranın getiri oranıdır. Bu üç göstergenin birbirine uyumlu hareket etmesi, ülke ekonomisi açısından oldukça önemlidir ve ekonomik açıdan bakıldığında sağlıklı ve sürdürülebilir bir ekonomi için bu üç göstergenin yüksek olmaması ve birbirlerine yakın olması gerekmektedir. Bunun nedeni bu üç göstergenin herhangi birinde meydana gelecek değişikliklerin diğerini olumsuz yönde etkileyebileceği ihtimalidir.

***

Peki enflasyon dediğimiz şey nasıl oluşur?

Bu soruya şu şekilde cevap verecek olursak: enflasyonun en önemli nedeni, toplam talep ve arz düzeyi arasındaki dengenin bozulmasıdır. Peki bu arz dengesi nasıl bozulur ya da nasıl oluşur? Eğer yaşadığımız ülkedeki kaynaklar yeterli değilse ve kıt bir kaynak ile nüfusun arz ve talep dengesi olumsuz yönde ise enflasyon kaçınılmaz olur. Enflasyonun bulunduğu ülkelerde hızlı fiyat artışları görülür, üreticinin kârı düşer ve ayrıca fiyatlar yükseldiği için tüketicinin de alım gücü düşer. Üreticinin kâr payının düşmesi demek üretimin albenisini yitirmesi demektir ve bunun sonucunda finansal piyasalara yönelme olur. Finansal piyasalara yönelme ise finans piyasalarının dalgalanmasına neden olur.

Finansal piyasa dediğimiz şey nedir peki?

Kısaca, döviz piyasaları, ulusal paraların birbirlerine çevrilebilmelerini sağlayan piyasalardır. Daha basit tanımıyla döviz arz edenlerin ve döviz talep edenlerin karşı karşıya geldiği piyasalar olarak da adlandırılabilir. Bu piyasa döviz arz edenler, döviz talep edenler ve bu işlemlere aracılık eden kurumlardan meydana gelmektedir.

***

Peki “Enflasyon”u nasıl kontrol edebiliriz?

Faiz merkez bankalarının enflasyonla mücadele etmek için kullandığı en önemli silahtır. Enflasyonu önlemek için her ülke kendine özgün ekonomik koşullarını düşünerek hareket etmektedir. Fakat başvurulması gereken iki politika yöntemi vardır. Bunlar para ve maliye politikalarıdır. Bunlardan hangisinin uygulanacağı sorusuna verilebilecek en doğru cevap için önce enflasyon ve faiz arasındaki ilişkiyi anlamak ve daha sonra ise enflasyonun nedenine bakmak gerekmektedir. Enflasyonu yükselten sebepler talep artışından mı kaynaklanıyor? Yoksa enflasyonun yükselmesi Maliyet artışından mı kaynaklanıyor? Bunun öncesinde para politikası ve maliye politikası dediğimiz terimleri tanımlamak önemli olacaktır. Para politikası genellikle ülkelerin Merkez Bankası (MB) tarafından tarafsız, bağımsız olarak uygulanmaktadır. Daha da açmak gerekirse MB para arzını etkileyebilmek için piyasaya bono, tahvil veya hisse senedi gibi parasal karşılığı ve uzun vadede küçük getirileri olan kağıt parçalarını sürer. Örneğin, MB hisse senedi sattığı durumda insanların elindeki paraları alıp onlara hisse senetlerini verir ve piyasadaki para talebini azaltmış olur. Bunun tam tersini düşündüğümüzde ise, MB’nin hisse senedi satın alması demek insanların elinde bulunan kağıt parçasının yerini paranın alması demektir ki bu da piyasadaki para talebini arttırmaktadır. Başka bir yöntem ise bankaların vadeli vadesiz hesaplarının belli bir oranının kenara ayırması gerekliliğidir. Eğer bu oran yükselirse kenara daha fazla para ayırmak zorunda kalacaklardır ve tüketiciye sağladıkları kredi miktarı azalacaktır. Böylece toplum daha az harcayacak ve talep azalacaktır. Maliye Politikası ise Devletler tarafından uygulanmaktadır ve seçilen hükümetlerin hükümet planlarına göre değişim göstermektedir. En çok bilinen uygulamalardan ikisi vergiler ve kamu harcamalarıdır. Vergilerin en önemli özelliği devlete gelir sağlamaktadır. Eğer vergiler artar ise toplum daha az harcama yapacaktır ve buna bağlı olarak talep azalacaktır. Bunun tam tersi durum vergilerin azalması ise yurttaşların harcamalarını ve dolayısıyla talebi arttıracaktır. Kamu harcamaları devletin yaptığı ödemeler, devlet için yapılan yol, su, elektrik ve diğer altyapı faaliyetlerinin giderleridir. Kamu harcamaları artar ise tüketicilere daha fazla para gelir ve talep artar, azaldığında ise tüketicilere daha az para gelir ve talep azalır.

***

Yukarda sorduğum iki soru vardı. Şimdi onları cevaplamaya çalışacağım. Sorular şunlardı:

Enflasyonu yükselten sebepler talep artışından mı kaynaklanıyor? Yoksa enflasyonun yükselmesinin nedeni Maliyet artışından mı kaynaklanıyor?

1976 yılından Nobel Ekonomi Ödülü kazanan Amerikalı iktisatçı Milton Friedman tarafından enflasyon üzerine geliştirilen ‘’Monetarizm’’(parasalcılık) teorisine göre yüksek enflasyonun sebebi bütçe açığıdır. Yani bir ülkede belli bir dönemde yapılan yatırımların iç ve dış tasarruflar toplamına eşit olmamasıdır. Bütçe açığındaki her artış para arzında bir artışa neden olur. Para arzındaki artış talep artışını da beraberinde getirir ve yüksek enflasyona neden olur. Bütçe açığını kamu açığı olarak tabir etmek de mümkündür (çünkü kamu kesimi, KİT, döner sermaye, fonlar ve sosyal kurumları da içermektedir.) Kamu gelir ve giderleri arasındaki dengesizlikten kaynaklanan kamu açıklarıyla mücadele etmek için dolaşımdaki parayı arttırmak, yeni vergiler, vergi oranlarında düzenlemeye gidilmesi, borçlanma gibi finansman yöntemleri kullanılır. Enflasyon ile ilgili diğer bir görüş ise üretimdeki maliyet artışlarının enflasyona neden olduğu görüşüdür. Maliyet artışından kaynaklanan enflasyon ortamında maliyeti kısarak enflasyonla mücadele yoluna gidilir. Faiz paranın maliyetidir ve maliyetleri düşürmek için faiz indirimi gündeme gelebilir. Bu gördüğümüz yaklaşım genel bir yaklaşım olarak kabul edilebilir, fakat halkı değil yatırımcıların (kapitalistlerin) çıkarlarına yönelik bir yaklaşım olduğu göz önünde bulundurulmalıdır.

***

Peki ülkemizdeki durum nedir? Döviz artışından ne şekilde etkilenmektedir? Hükümet politikaları ne kadar etkili olmuştur? Ya da Merkez Bankası ne tür bir politika izlemektedir?

Ülkemizdeki durumu kısaca özetleyecek olursak dövizdeki yükseliş önlenemez duruma gelmiştir. Dövizin yükselişe geçmesiyle birlikte Türk Lirası (TL) değer kaybı yaşamaktadır. Bunun en büyük yansıması da vatandaşın ev, okul, araç kredisini ve ev kirasını ödeyemez hale gelmesidir. Bilindiği üzere kendi memleketimizde para birimimiz TL olmasına rağmen bu ev kiraları, okul harçları gibi hizmetleri sağlayan kişilerin döviz (sterlin) üzerinden ödeme talep etmelerinden kaynaklanır. Bir başka sorun ise tüketim oranlarında meydana gelen düşüştür. Türkiye’nin de dövizden olumsuz şekilde etkilendiği aşikardır fakat orada derin ve geniş bir piyasa bulunmaktadır. Ülkemizde ise tam aksine yerli üretim ve pazar sınırlı olduğu için ve hatta ekonomimiz daha çok ithalâta bağlı olduğu için Türkiye’ye oranla çok daha olumsuz yönde etkilenmekteyiz. Merkez Bankası da döviz yükselişine karşılık şimdilik faizlerde herhangi bir değişikliğe gitmemiştir.

Şimdiki hükümetin başbakanı Sn. Erhürman dövizdeki yükselmeye karşı yol haritamız var demiş olsa da yurttaşlar açısından pek bir gelişme olduğunu düşünmemekteyim. Bu alınan önlemlerden bazıları şu şekildedir: “Öncelikle, Maliye’nin döviz cinsinden gelirlerinde bir kısıtlamaya gittik. Bir şekilde iş insanlarını rahatlatmak ve bu rahatlamanın piyasaya yansımasını sağlamak amaçlandı. Diğer adım, bankalarda borcu olan vatandaşlarımız için… Birçok noktada borçlar yeniden yapılandırma sürecine giriyor. Bazı durumlarda döviz borcu TL’ye çevriliyor ve bu yeniden yapılandırılırken devletin aldığı damga pulundan vazgeçmesidir. İkinci yapılandırma noktasında damga pulunu aradan çıkardık. Bir de TL’nin daha fazla kullanılmasına yönelik önlemler getirdik. TL cinsinden kira sözleşmelerinde stopaj vergisini döviz cinsinden kiralanan sözleşmelere göre daha düşük tutacak, bu da TL kullanımını teşvik edecektir. Adamızdaki birçok ekonomiste göre ve benim de hem fikir olduğum konu alınan bu önlemlerin dar gelirli insanlardan çok, yatırımcıların işine yarayacak. Örneğin ekonomist Okan Veli Şafaklı “TL borçlanmanın çözüm olamaycağını” söylemiştir. Bunun nedeni ise TL faizlerinin döviz faizlerine göre çok daha yüksek olmasıdır. Tüketici kredisi kullanımının yüzde 10 oranında olduğunu söyleyerek vatandaşa bu borçları TL’ye çevirip çevirmek istemediklerini sormalarının önemli oldugunu söylemiştir. Pul parasının kaldırılmasının da çözüm olmadığını ve vatandaşların sorunlarını çözmeyeceğini söyleyen Şafaklı yapılması gerekenin TL kullanan iki ülke yani Türkiye ile KKTC arasındaki ticaretin döviz yerine TL üzerinden yapılması olduğunu belirtmiştir. Devletin her ne kadar sınırlı yaptırımları olsa da esas olması gereken bence KDV’de düşüşe gidilmesi gerektiğiydi ancak bir diğer ekonomist Göksel Saydam’a göre ne zaman meyve sebze gibi temel gıda ürünlerinde KDV indirimi söz konusu olur o zaman dar gelirli vatandaşlarda bir nebze olsa iyileştirme görülebilir. Tabii ki bazı ürünlerde zammın önüne geçmek imkansızdır. Buna en güzel örnek petrol fiyatları ve son zamanlardaki zamlardır. Petrol fiyatlarının hem varil fiyatlardan hem de dövizden etkilenmektedir. Buna ilaveten petrolün uluslararası şirketlerden alınmasından dolayı sabit kur uygulanması imkansız hale gelmektedir. Sonuç olarak her ne kadar döviz önlenemez bir yükselişte olsa da devletin yatırımcıların yanında ,olmazsa olmaz bir şekilde dar kesimli yurttaşları da düşünmesi gerekmektedir.

Toprak Günebakan

Bağımsızlık Yolu Üyesi