DOĞADAN KOPARILMIŞ ÇOCUKLAR ZAMANI – FATİH BAYRAKTAR

“Evde oynamayı daha çok seviyorum çünkü bütün elektrikli aletler orada.” diyor bir ilkokul dördüncü sınıf öğrencisi.  Aslında bu cümle birçoğumuzda herhangi bir duygu uyandırmıyor çünkü zaten olan ve hergün yaşadığımız bir sürece tekabül ediyor. Oysa bir çocuk ve ergen psikoloğu olarak beni oldukça endişelendiriyor bu cümle. Endişelendiriyor çünkü bu cümle doğadan kopuşu temsil ediyor. Endileşendiriyor çünkü bu cümle kendi kendini küçücük odalara hapsetmiş hem de bunu kendi iradesiyle yapmış çocukları ifade ediyor. O zaman da görevim siz okurlara doğadan koparılmış çocuklar zamanını anlatmak  oluyor.

Biz insanlar doğa olmadan yaşayamayacağımızı iç dünyamızın en derinlerinde hissediyoruz aslında. O yüzdendir ki yaşam mekanlarımızı çiçeklerle, yeşilliklerle, ağaçlarla doldurmaya çalışıyoruz. Saksı çiçeklerimiz ya da bahçemizdeki ağaçlar bir nevi çok eski  zamanlarda doğanın içinde yaşadığımız günleri hatırlatıyor sanki. Çok iyi biliyoruz aslında en sıkıntılı anımızda doğanın kucağına kendini bırakmanın ne kadar iyileştici olduğunu. Ama gelin görün ki haftasonunu papatyalarla dolu kırlarda yürümek yerine (ki şimdi Kıbrısımızın en güzel papatyalarının açtığı mevsimdir) ya evde bilgisayar-internet başında, ya da kapalı ve tıkış tıkış alışveriş mekanlarında geçirmeyi yeğliyor insanlarımız. Oysa bizi hastalandıranın tam da bu olduğunu farketmemiz gerekiyor artık. Geçen aylarda katıldığım br söyleşide konu son zamanların en tartışmalı kavramı İnternet Bağımlılığı’ydı. Çocuklar ve gençler kendi aileleriyle katılmıştı bu söyleşiye. Konuşmamın bir yerinde en son ne zaman doğaya çıktınız ve tüm gününüzü açık mekanlarda geçirdiniz diye sorduğumda istisnasız tüm dinleyicilerin başlarını öne eğdiğini gördüm. Bu boyun eğiş bir suçluluk duygusunun ifadesi değildi elbette. Bu yapmak isteyip de yapamayan bir insanın çaresiz boyun eğişiydi. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Anneler ve babalar kendi çocukluklarındaki doğayla bir oluşlarını anlatmaya başladılar ballandıra ballandıra. Sanki çoktandır unutmuş oldukları bir şeyi hatırlıyor gibiydiler. Hepsinde çocukça haller belirdi, çocukluklarına döndüler bir nevi. Bu geriye dönüş onlara o günle bu günü net olarak karşışlaştırma imkanı da sundu aynı zamanda. O zaman şu anda doğadan ne kadar koptuklarını ve çocuklarını da kopardıklarını farkettiler. Aslında sorun olarak adlandırdıkları şeylerin çaresi çok yakınlarında hatta diplerindeydi. Doğa heryerdeydi çünkü. Bakmasını ve görmesini bilene ama. Yoksa evimizin bahçesinde herhangi bir taşı kaldırdığımızda altında kaynayan hayatı başka nasıl farkedebilirdik? Ya da ağacımıza dadanan peygamber böceğini saatlerce nasıl gözlemleyebilirdik? Ya da hemen üstümüzden uçan türlü türlü kuşları nasıl ayırdedebilirdik?

“Doğadaki Son Çocuk” kitabının yazarı Richard Louv şu anda yaşadığımız çoğu sorunun Doğa Yoksunluğu Sendromu’ndan kaynaklandığı yüzlerce örnek vererek ortaya koyuyor. Yukarda anlattıklarım da yazarı doğrular nitelikte. Tabii Doğa Yoksunluğu Sendromu’nun yarattığı tek sorun yalnızca internet-bilgisayar bağımlılığı değil. Hiperaktivite benzeri davranışlardan, öfke, kaygı ve sinirlilik hallerine, çocuk depresyonundan obeziteye birçok sorun aslında eve kapanmışlıkla diğer bir deyişle doğadan koparılmışlıkla ilişkili. Peki doğayla yeniden bütünleşebilmek için çok mu geç? Tabii ki değil. Doğa ana öyle bir varlık ki siz ona ne kadar zarar verirseniz verin siz onu ne kadar ötelerseniz öteleyin size hep kucağını açacaktır. Öyleyse çok uzaklardan değil dibinizden başlayın doğaya tekrar dokunmaya. Örneğin yağmur yağdıktan sonra evinizin çevresinde keşfe çıkın. Yağmur damlalarıyla ortaya çıkan yaşamı görün. Bahçenize büyükçe bir tahta koyun ve yaklaşık bir hafta sonra tahtayı kaldırdığınızda orada ne kadar çok yaşam formunun bir anda ortaya çıktığına şaşırın. Bunu yaparken çocuğunuz hep sizinle olsun. Onlara doğanın mucizesini gösterin. Sonra yavaş yavaş daha geniş bir çevrede gezintiye çıkın. Yaşadığınız şehirde ya da kasabadaki canlıların çeşitliliği  farkedin. Sonra artık neredeyse her kasabamızın düzenlemeye başladığı festivallerdeki doğa yürüyüşlerine katılın. Yaşadığınız ülkenin dünya yüzeyindeki az sayıdaki dokunulmamış cennetlerden biri olduğunu keşfedin. Bunları yaparken doğaya bir resme bakarmış gibi bakmayın ama. Onunla bir olduğunuzu hissetmeye çalışın. İnsan boyu otların içine yatıp doğanın o anda yarattığı seslere odaklanın örneğin. İşte o zaman kaybetmeye başladığımız o çok değerli bağı, doğayla olan bağımızı yeniden kurmaya başlarız. İşte o zaman çocuklarımız da kendi kendilerini hapsettikleri hücrelerinden çıkar ve sanal dünya yerine gerçek ve yaşanılası dünyayla tekrar tanışırlar. Haydi şimdi şu anda atın kendinizi dışarı.

FATİH BAYRAKTAR

BARAKA AKTİVİSTİ

 

Be the first to comment

Leave a Reply