“Doğacak Yeni Sabahların Çan Sesi”* – Hasan Yıkıcı

Galileo’nun 450’inci yaşı anısına…

   “Bilmemek kanıt değildir.”

Benedictus Spinoza – Ethica

 

GalileoHer çağda aydınlanmak isteyen insanın zihni prangalara vurulmuş, aklı ilahi fetvalarla gölgelenmiştir. Dünyasını ve yaşamını eleştirel/sorgulayıcı düşüncesi ile anlamaya ve değiştirmeye çalışan kişi, menkıbelerin, kökleşmiş geleneklerin ve dini/mitsel inançların/dogmaların kör duvarına toslamış; gelenekselci veya modern, gerici bir yığın hurafe ve yasakçı/imhacı zihniyetlerle sürekli bir çatışma ve mücadele içerisinde olmak durumunda kalmıştır. Bu mücadele insanlığın özgürlük istenci ile tutsaklığı, aydınlanma arzusu ile mahkum edildiği karanlığı, ilerleme gayesi ile tutuculuğu arasındaki çatışma ile şekil bulmuştur. Bilimsel bilgi ile dogma, bilim ile din uzlaşmazlığı; yani devrim ile karşı-devrim (hala devam eden) bu mücadelenin seyrini belirlemiştir.

Günümüzde insanını ne zihni ve aklı tam olarak özgürleşmiştir ne de düşüncesi prangalardan koparak, kurtuluşunu ilan etmiştir. Fakat bugün insanlığın küçümsenemeyecek bir bilimsel/entelektüel birikime sahip olduğu aşikar bir gerçektir! İşte tam da bu noktada insanlığın söz konusu birikiminin karanlık ve tuzaklarla dolu yolların aşılması, nice ağır bedellerin ödenmesi sonucunda kazanıldığına vurgu yapmak; tutsakçı anlayışın karşısında özgürlük istencinin, gelenekçiliğin ve tutuculuğun karşısında aydınlanmanın, dogmaların köleleştiriciliği karşısında bilimsel bilginin özgürleştiriciliğinin, dinin karşısında bilimin saflarında yer alan bizlerin hatırlaması ve altını çizmesi gereken bir olgudur.

Bu çalışmanın temel amacı Ortaçağ Avrupası’nın derinliklerinden kabaran Copernicus Devrimi’nin ne olduğunu, hangi süreçlerden geçtiğini ve gericiliğin egemenliğindeki bir çağda doğuşundan itibaren yobaz zihniyet ve kurumlarla nasıl bir çatışma içerisinde olduğunu kabataslak göstermektir.

 

Ortaçağ Avrupası’nda Egemen Olan Dünya Ve Evren Görüşü

Ortaçağ’da evrenin algılanışı ve dünyanın evrendeki konumu sadece basit bir evren modeli tasarımı değildi. Aynı zamanda birazdan aktaracağımız üzere evren modeli tüm Ortaçağ’ın karakterini, insanların hayat biçimini ve yaşamı yorumlayışının; kilise ve aristokrasinin düşünsel ve maddi iktidarının zeminini belirliyordu. Yani, egemen dünya ve evren görüşünün eleştiriyle, hatta aksini pekiştiren deneyler ile çürütülmesi demek, tüm Ortaçağ egemen düşünce ve yaşam tarzının yerle bir olması; kilisenin egemenliğinin ve manevi öneminin sarsılması anlamına gelecekti. Peki, kilisenin iktidarını güçlendiren ve tüm yaşamın yorumlanışını belirleyen bu evren ve dünya tasarımı modeli ne idi?

Ortaçağ egemen evren düşüncesi antik çağ filozoflarından Aristoteles’in yer-merkezli evren tasarımı modelidir. Bu modeli daha sonra Batlamyus isminde bir düşünür ‘Almagest’ diye bilinen çalışmasıyla doruk noktasına çıkartır ve yer-merkezli modelin ismi aynı zamanda Batlamyusçu model olarak da tanımlanır. Kısaca bu modele göre yer, yani dünya evrenin merkezinde sabit, hareketsiz bir şekilde yer alır. Ay ile Dünya arasındaki evrene ay-altı evren denir ve bu evren de toprak, su, hava ve ateş olmak üzere dört elementten oluşur. Ay-üstü denilen evren ise sonlu, sınırlı bir evren tasviridir ve beşinci bir durağan elementten, “özlerin özü” denen ‘eter’den oluşmaktadır.  Bu sonlu evrende yıldızlar sabit, aynen çivi gibi çakılmış, geriye kalan gezegenler ise Ay ve Güneş ile birlikte Dünya’nın etrafında, sabit, değişmez hız ve dairesel, uyumlu yörüngelerle dönmektedir. Ay ise kusursuz, pürüzsüz ve yarı saydam bir yüzeye sahiptir. Aristotelesçi/Batlamyusçu evren modeli aynı zamanda Kutsal Kitap’taki ahitler ve tasvirlerle de uyuşan, dini ve ilahi alt yapısı olan bir tasarımdı. İşte tüm Ortaçağ Avrupası’nda hakim olan ve Tanrı’nın mutlak, sarsılmaz hakimiyeti anlayışının ürünü olan evren tasarım modeli bu şekilde idi. Peki, yer-merkezli bu dünya ve evren görüşünün karşısına nasıl bir dünya ve evren görüşü çıkacaktı? Tarih sahnesine kendi ismiyle anılacak bilimsel devrimi muştulayan bir isim çıkıyordu: Nicholas Copernicus!

 

Nicolaus Copernicus-1717260Copernicus ve “De revolutionibus”

Nicholas Copernicus, basılmış halini ancak ölüm döşeğindeyken eline ulaşan ‘De revolutionibus orbium coelestium’ (Göksel Kürelerin Dönüşümleri Üzerine) isimli kitabı ile tüm Ortaçağ egemen evren tasarımı ve yaşam yorumlayışını tepetaklak edecek, kilisenin egemenliğini derinden sarsacak devrimci bir sürecin başlangıç vuruşunu yaptı. Hemen belirtmekte fayda var ki Copernicus’un ‘De revolutionibus’ isimli eseri devrimci bir kitap olmaktan uzak idi. Copernicus eserinde Aristotelesçi görüşlerden tamamen kopamamış ve yer yer onları tekrar etmiştir. Fakat kitabın önemi daha sonra kendi ismiyle anılacak bilimsel devrimin (Kopernik Devrimi) zeminini döşemesiydi. Copernicus, ‘De revolutionibus’ta Dünya’yı evrenin merkezinden kaldırarak, yerine Güneş’i koydu. Copernicus’un evren modeli kısaca şöyle idi: Güneş evrenin merkezindedir ve hareketsizdir. Dünya –yer merkezli görüşün aksine- hem kendi etrafında hem de güneş etrafında dönmektedir. Geriye kalan görüşler Aristotelesçi/Batlamyuscu görüşlerle çelişmez; evren yine sonludur ve hareketler daireseldir. Fakat egemen görüşten çok önemli noktalarda ayrım konmuştur: Artık Güneş’in evrenin merkezinde olduğundan ve Dünya’nın hem kendi hem de Güneş etrafındaki hareketinden/deviniminden söz edilir. Copernicus bir yandan Papa II. Paul’a yazdığı mektupta “Çağdaş gökbilim eğer dürüst olmak zorundaysa gezegen sorununu yer-merkezli evren modeliyle açıklamak olanaksızdır” diye yazarken, öte tarafta Martin Luther Kutsal Kitap’a atıfta bulunarak Copernicus için şunları yazıyordu: “Bu aptal bütün gökbilimi tersine çevirmeyi istiyor. Fakat Kutsal Kitap bize Joshua’nın, yerin sukunette kalmasını ve güneşin devinmesini buyurmuş olduğunu söylüyor.” Tepkileri üzerine çeken Copernicus yeni bilimsel bir devrimi başlattığından habersizdi. İşte Copernicus’un önemi de tam bu noktada anlaşılmalıdır. Copernicus’un görüşleri kendi döneminde (XVI. yy) çok etkili olamamıştır belki, fakat XVII. yy’da bu görüşler Kepler ve Galileo gibi bilimciler tarafından sahiplenilecek ve kiliseyle savaşın sarsılmaz argümanları olacaktı. Öyle ki Copernicus’un eseri ‘De revolutionibus’ 1616 yılında Galileo engizisyonda yargılanırken Vatikan’ın meşhur Yasaklı Kitaplar Listesi’ne dahil edilecekti.

 

Güneşi Savunmanın Bedeli!

Copernicus’un görüşlerinin döneminde etkili olamadığını fakat buna rağmen kilise ve dini çevrelerce de benimsenmediğinin ve onları ürküttüğünün altını çizmiştik. Buna rağmen Copernicus’un görüşlerini savunan ve yaymaya çalışanlar da vardı. Bunlardan biri çağının trajik karakteri Bruno idi. Dönemin İtalyan filozofu ve gökbilimcisi Giordano Bruno, Copernicus’un fikirlerini savunmanın bedelini canı ile ödedi. Bruno, Aritotelesçi görüşlere karşıydı; Güneş’e mistik bir hayranlık besliyordu ve Copernicus’un fikirlerini bir yandan sağlamlaştırıp geliştirmeye çalışırken diğer yandan da anlaşılmasını kolaylaştırarak ülke ülke, kent kent dolaşarak yaymaya çalışıyordu. Bruno bu eylemlerinin sonucunda kilisenin öfkesini üzerinde toplamıştı.1600 yılında Roma Katolik Kilisesi’nin Engizisyon mahkemesinde yargılanarak, sapkın ilan edilen G. Bruno, Roma’nın “Çiçek Meydanı”nda diri diri yakılarak öldürülür.

 

Orta Yol Arayışları  

Copernicus’tan sonra önde gelen en büyük gökbilimci Tycho Brahe idi. Fakat Brahe güneş-merkezli sistemi savunmadı. O, Copernicus ile Batlamyus sistemlerini harmanlayarak, ortaya iki görüşün karışımı bir üçüncü görüş atmıştı. Bu da kısaca şöyle idi: Aristotelesçi tasarımda olduğu gibi yer yine evrenin merkezinde ve devinimsizdir. Ay ve Güneş devinimsiz duran Dünya’nın etrafında dönmektedir. Fakat egemen görüşten farkı gezegenlerin Güneş’in etrafında dönmeleridir. Böylece Brahe’in evren modeli bir yandan resmi kozmoloji öğretisini korurken; öte taraftan Copernicus’un evren modelinden de eklemeler içeriyordu. Fakat Brahe’nin başarısı ve değeri tasarladığı uzlaştırıcı modelden kaynaklanmaz. Onun önemi yapmış olduğu bilimsel gözlemler ile Copernicus evren modelinin doğrulanması yönünde sağlıklı veriler toplamasında yatar. Brahe’nin yapmış olduğu düzenli gözlemler ve çalışmalar Kepler ve Galileo için muazzam bir birikim anlamına geliyordu.

g256254_u97795_6a00e5521c92058833011168531ff3970c-800wiCopernicus Devrimi Şaha Kalkıyor: Kepler Yasaları!

‘Astronominin Prensi’ unvanlı Johannes Kepler’in çalışmaları ile birlikte Copernicus’un evren kuramı daha da tutarlı ve ayakları yere basar hale gelir. Kepler, Brahe’den kalan gözlemlerin ve çalışmaların üzerine, kendi gözlem ve çalışmalarını da koyarak Copernicus modelini güçlendirmiştir. Kepler’in bu çalışmaları ve etkisi “Astronomiae Nova” (Yeni Astronomi) isimli çalışmasında doruk noktasına ulaşır ve meşhur üç yasasının ikisini bu eserde, diğerini ise dokuz sene sonra geliştirir. Bu yasalar gezegenlerin güneş çevresinde daireler değil, elipsler çizdiğini belirtir. Gezegenlerin hareket hızları sabit ve değişmez değil; güneş ile aralarındaki mesafe boyunca değişken ve devingendir. Dinsel dogmaları yerle bir eden Kepler’in çalışmaları çok geçmeden skolastik despotizmin kurbanı olur. Kepler’in eserleri 1619 yılında Vatikan’ın Yasaklı Kitaplar Listesi’ne eklenir.

 

galileotrial2“Yine De Dönüyor!”

Bundan tam 400 yıl önce tarihte ilk kez Galileo Galilei teleskopunu Ay’a doğru çevirir ve Aristotelesçi Ortaçağ evren anlayışına güçlü bir darbe indirir. Ay’ın yüzeyi hiç de Aristotelesçi savlarda olduğu gibi mükemmel, pürüzsüz, düz bir yüzey değildir. Galilei’nin teleskopunda Ay’ın yüzeyi karartılı, çukurlar ve tepelerle kaplı, pürüzlü bir yüzey olarak görülür. Artık Ortaçağ dogmaları teker teker kırılma ve yok olma aşamasına gelmiştir. Galilei teleskobunu doğrulttuğu her gök noktasında evrene dair dinsel dogmaları teker teker paramparça etti. Yıldızların evrendeki diziliş ve boyutlarından, Jüpiter’in uydularına; Samanyolu’nu oluşturan sonsuz sayıdaki yıldızın keşfinden, Güneş ve Ay üzerindeki lekelere; Satürn ve Venüs’ün evrelerinden, gezegenlerin elipstik hareketlerinin gözlemlenmesi de dahil olmak üzere Galilei çalışmalarıyla Copernicus sistemini doğrulanabilir matematiksel bir zeminin üzerine yerleştirdi. Böylece Kepler’in ardından Galilei ile birlikte evrenin ve fiziksel dünyanın matematikleştirilmesi, tüm dini dogmaları yıkan bir gerçeklik haline dönüştü.

Galilei düşüncelerini savunduğu “Dialogo Sopra i due Massimi Sistemi del Mondo” (İki Büyük Dünya Sistemi Üzerine Diyalog) isimli eserini 1630 yılında tamamlar. Kitap 1632’de yayımlanır ve bir yıl sonra, 1633’de Galilei Engizisyon Kutsal Ofis’i tarafından kafirlik suçlamasıyla yargılanır. Eseri yasaklanır.

Galileo Galilei Engizisyon mahkemesine çıkarıldığında 70 yaşındadır. “Güneş Ülkesi” isimli ütopyanın yazarı Campanella hapiste olmasına rağmen, çetin yüreklilikle Galilei’yi ve güneş-merkezli sistemin savunuluculuğuna soyunur. Engizisyon’un başında Papa Urban VIII bulunmaktadır. Galilei çok sert tehditler alır, fikirlerini yalanlaması için baskı görür. Bruno olayı henüz hafızalardan silinmemiştir. Yaşlı Galilei baskılara fazla direnemez. Görüşlerini yalanlayan ve inkar eden bir metin imzalar. Fakat yine de cezasız bırakılmayarak, ev hapsine mahkum edilir. Rivayete göre, Galilei’nin görüşlerini yalanlayan metni imzalarken şöyle dediği duyulur: “Ne değişti, yine dönüyor işte!”

 

Sonuç:

Copernicus ile başlayan bilimsel devrim süreci Newton’un yasaları ve çalışmalarının da gerçekleşmesi ile zirveye ulaşır. Ortaya sadece yeni bir evren anlayışı değil aynı zamanda da yeni bir bilimsel yöntem ve çalışma tarzı çıkar. Copernicus kuramının doğruluğunun ispatlanmasıyla Avrupa Aydınlanması’nın yolu açılır. Avrupa toplumları dinin, dogmatizmin kısırlığından kurtulmaya; kilisenin hegemonyasına karşı kafa tutmaya başlar. İnsanlık ancak çetin bir mücadele sonucunda “Dünya dönüyor!” diyebilir.

Bilim ile dinin; kanıtlanabilir bilgi ile dogmanın; toplumsal aydınlanmacılık ile yobazlığın çatışması tarihte kalmış bir olgu değildir. Bugün hala yobaz zihniyetler, dini dogmalar ve hurafeler; bilim, toplumsal aydınlanmacılık ve özgürleşmeci düşünce ile karşılıklı çatışma içerisindedir. Bugün toplumcu bilimi, ezilen aydınlanmacılığını ve felsefeyi savunmak sadece erdemli bir davranış değil; aynı zamanda da devrimci bir sorumluluktur!

 

*Tommaso Campanella.

 

Hasan Yıkıcı – Baraka Aktivisti

Bu yazı Argasdi’nin 16. sayısında yayınlandı.

Be the first to comment

Leave a Reply