“Çaresiz kaldığım zamanlarda gider, bir taş ustası bulur, onu seyrederim. Adam belki yüz kere vurur taşa; ama değil kırmak, küçücük bir çatlak bile oluşturamaz onda. Sonra birden, yüz birinci vuruşta taş ikiye ayrılıverir. İşte o zaman anlarım ki taşı ikiye bölen o son vuruş değil, ondan öncekilerdir…” Jacob Riis
Yukarıdaki alıntı, bu yazının hikayesi aslında. “Devrim” kavramı, pek çok insanın zihninde aynı anda hem olumlu hem de küçümseyici çağrışımlar uyandırır. “Olumlu bulmak” ve “küçümsemek” gibi birbirini dışlayan, birbirine zıt iki fikrin/hissin, insanlar tarafından aynı kavram içinde algılanması ilgi çekici bir durumdur. Devrim kelimesinin pek çok insanın algısında olumlu bir anlam barındırmasının nedeni, insanların değişime, dönüşüme, farklı ve daha güzel bir dünyaya duydukları özlem ve isteğin sönmemiş olmasıdır (ki insanları daha olumsuz koşullarda yaşamaya zorlayan durum doğal değil –yani değişmesi imkânsız değil- belli bir zamanın ve mekânın ürünü olduğundan, bu özlem ve isteğin nesnel temelleri de var demektir). Devrim’in insanların pek çoğu tarafından küçümsenmesi, alaya alınması, ya da en iyi ihtimal ile “bilgeççe bir gülümseme ile bir kenara itilmesi”nin sebebi ise, Devrim’in ulaşılması imkânsız, gerçekleşmesi mümkün olmayan bir hayâl, bir “ütopya” olduğu düşüncesidir.
“Temiz kalan tek yerdir devrim
bütün bir yıl
kirlenen duvarda
ama görebilmek için
asıldığı çividen indirilmelidir
yaprakları biten takvim”
Devrimcileri var eden şey, kendileri dışındaki insanların Devrim’e dair fikirlerinin halâ olumlu olması, devrimin hala “temiz kalan tek yer” olarak algılanmasıdır. Devrimcilerin varlığına anlam katan şey ise, bu temiz yerin gerçekten de ulaşılabilir olduğunu anlatmak sorumluluğudur (ki bu anlatma edimi, ne ilahi bir buyruk misali tepeden bir biçimde, ne de kitleleri dönüştürmek değil manipüle etmek amaçlı popülist bir biçimde olmalıdır. Bu anlatma edimi, insanlar için, insanlara dair, insanlar ile birlikte ve pratik faaliyetler içinde olmalıdır; yani Marx’ın da söylediği gibi, insanlar, anlatılanın kendi hikayeleri olduğunu bilmelidirler.)
“Zorbalara direnmektir devrim
bir çocuğun
annesinin çantasından aldığı paraları
altına gizlediğini
söylememiştir dövülen
hiçbir halı”
Peki ne yapmalıdır devrimciler, olumluyu gerçekleşebilir kılmak için zihinlerde ? Yani insanlar Devrim’in bir gün mutlaka, bizde ve dünyada gerçekleşeceğine nasıl yürekten inanabilirler, bunu nasıl yürekten bilebilirler ? Her şeyden önce, yazının başındaki alıntı, hepimizin zihnine kazınmalıdır
Devrim’i düşünürken/düşlerken. Devrim bir an değil bir süreçtir. Yani Devrim, ortada koşullara dair ve insanın bilinçli iradesine dair hiçbir birikim yokken, gökten bir anda düşecek bir olgu değildir; yani bir sabah kalktığınızda aniden Devrim’i olmuş halde bulmayacaksınızdır; çünkü Devrim yapmak eğer bir taşı kırmak ise, taşa yüz kere vurmadan, yüz birinci vuruşu, yani taşı kırmayı başaramayacaksınız. Taşı kıran yüz birinci vuruştur belki, ama yüz birinci vuruşa taşı kırma imkânını veren şey de, ondan önceki yüz vuruştur. Devrim’in “gerçekleşmesi imkânsız” olduğunun düşünülmesi, işte tam da bundan dolayı, yani bunun bir süreç değil “görkemli bir kırılma anı” olduğunun düşünülmesindendir. Peki devrimciler, bu “süreç bilincini” nasıl kazanabilirler ve insanlar ile birlikte mücadele eder iken bunu nasıl gösterebilirler
?
“İçinde yaşamaktır devrim
dikiş kutusunun
ve topluiğneler gibi
bir arada olmayı gerektirir
karşı koyabilmek için zulmüne
makas denilen patronun”
Bunu göstermenin yolu, “dikiş kutusunun içinde yaşamak”tır her şeyden önce. Bunun iki anlamı vardır : Birincisi, gerçekten de dikiş kutusunun içinde, yani halkın arasında var olmaktır. Parti binalarına kapanıp siyasi bildiriler yazmak, insanlara ancak gazetelerden veya televizyon
kanallarından hitap etmek; yani insanlara hep insanların dışından seslenmek değildir dikiş kutusunun içinde yaşamak. İkincisi ise, insanların gündelik hayatın içindeki tutum ve davranışlarına eğilmek, hayatın “sıradan akışına” ve gerçekten insanlara temas eden yanlarına müdahale etmektir. Dikiş kutusu gündelik hayatın sıradan bir parçası olduğundan, bu durumu gayet güzel sembolize etmektedir. İnsanlara doğrudan temas eden meselelere dair siyaset yapmamak ve sadece “yüksek siyaset” ile uğraşmak (yani sıradan insanların hayatlarından çok takım elbiseli zevatın hayatlarına kafa yormak) bir sonuç getirmez.
Devrim mümkün müdür ? Bir yoldaşın söylediği gibi, “yarın Devrim olacak kadar heycanlıyım, yüz yıl sonra olacak kadar da sabırlıyım”
“Kağıt bir gemidir devrim
bütün gemiler
hurdaya çıksa da sonunda
taşıdığı özgürlük şiiriyle
batmadan yüzer nicedir
dünya sularında”
Not : Alıntılanan şiir Sunay Akın’ındır.
Celal Özkızan
Baraka Kültür Merkezi aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.