Ne zaman bir kurumun özelleştirilmesi, ya da bir hak budanması söz konusu olsa diğer emekçi kesimler içinden “aman zaten mevcut durum çok mu iyi” “daha beter olsun bu memurlar“ gibi nidalar yükselmeye başlar. Bu durum aslında oldukça ironik bir durumdur. Bu ironiden bahsetmeden önce, bu nidaların gerçeklik payına bir bakalım.
Ada yarımızda bir devlet dairesine işinizi halletmeye gittiğinizde sinir olmadan çıkma olasılığınız neredeyse yok gibidir. Misal, sizin işinizi yapabilecek kişi o gün işe gelmemiş olabilir, yarın gel denir, ya da bu işi o yapar, bu yapar diyerek pinpon topu gibi oradan oraya ilk kişiye geri yönlendirilene kadar koşturtulabilirsiniz. Eksik evraktan ötürü geri gönderilebilirsiniz, “ama bana bu evrağın istendiğini söylememiştiniz” dediğinizde katiyen kabul edilmez. Her şeyi halledip yeniden daireye gittiğinizde ise mesai saatinin bitmesine yarım saat kala içerde kimse kalmadığını çaresizce görebilir, küfürler savurarak kapıdan dönebilirsiniz. Bu hikâyeler ve türevlerini her gün ya duyuyor, ya da bire bir yaşıyoruz. Gerçekten de devlet dairelerinin örgütleniş tarzı berbat, çalışanları ise genelde sanki zorla oraya oturtulmuş gibidir.
Öyleyse “neden ironik bu durum” dersen, aslında devlet kuruluşları dediğimiz kuruluşlar ne Hüseyin Özgürgün’e, ne de Serdar Denktaş’a ait değildir. Bu kuruluşlar kamunun, yani halkın, yani bizimdir. Biri elinizden telefonunuzu alıp ben bunu başkasına satacam dese, ne hissedersiniz? Muhtemel tepkiniz “sen kimin malını alıp kime satıyon?“ olur. Birisi çıkıp telofon dairenizi alıp başkasına satıyorum dediğinde de aslında tepkimiz aynı olmalı. Fakat açıktır ki, böyle hissedemiyoruz. Peki neden?
Devletin malı, devlette çalışan…
İçinde bulunduğumuz bu dönem her şeyden para kazanmanın dönemidir. Bizim hizmet dediğimiz çoğu şeye bugün birileri sektör diyor. Misal barınma, bir şeyler inşa etme birilerince başarı ile sektör olarak tanımlanınca hizmet olma özelliğini kaybetti. Sosyal konutlar yerini bilmem kaçıncı etap xyz apartmanlarına bırakalı çok oluyor. Bugün yeni hayat kuran bir insan ben vergi ödemiyor muyum, bana niye kalacak ev sağlanmıyor diye sormayı aklına dahi getirmiyor. Aldığınız maaşın tamamını 5-10 yıl bankalara ödeyerek ev sahibi olmak artık kafalarda tek çare. Eğitim, sağlık gibi hizmetler ise birilerince sektör olarak tanımlanmaya başlandı. Ama işte öyle birileri öyle tanımlar diye insan sahip olduğu bir hakkı öyle kolay vermiyor. İşte burada işin içine kurbağa hikâyesi giriyor. Kurbağayı alıp kaynar bir suyun içine atsanız hemen zıplar ve kaçar, ama aynı kurbağayı ılık bir suya koyup yavaş yavaş suyu ıslatırsanız, kurbağa su kaynadığında dahi kaçmaz.
İşte bizim de suyumuz uzun bir süredir kaynatılıyor. Hastane ve eğitim kuruluşlarına devlet kaynak aktarımı yavaş yavaş kesiliyor, çalışanların hakları yavaş yavaş budanıyor, bakarsanız eğitim ve sağlık hala hizmet mi, hizmet; ama artık kalitesi oldukça düşük bir hizmet. Diğer yandan ise devlet dairelerinde düzensizlik hat safhaya çıkarılıyor; bazı dairede bir fotokopiyi çekmek için üç kişi otururken, diğer dairede iki yüz kişiye tek kişinin hizmet vermesi bekleniyor. Sonuç olarak ise ya çalışmamaktan tembelleşmiş, işe yaramamaktan huzursuzlar, ya da yoğunluktan agresifleşenler oluşuyor.
Daha da kötüsü ise, çalışanların kendilerini “devlette çalışan” olarak görmeleri sağlanıyor. Devlet dediğimiz şey insanlar için bir bürokrasi yumağıdır ve insanlara yabancılaşmış bir olgudur. Bugün x bir şirkette işe girdiğinizde size kendi işinizmiş gibi çalışmanız tembihlenir, bu sahiplenmeyi yaratmak için motivasyon etkinlikleri yapılır, hatta biz bir aileyiz demeye kadar götürülür olay. Devlette ise tüm bürokratik karmaşıklık, siyahlar ve beyazlar içinde sana sanki kırk kat yabancıya çalışırmışsın gibi bir durum yaratılır. Hâlbuki emeğini verdiğin yedi kat yabancı değil halktır. Devlette çalışılmaz kamuya çalışılır.
Başka Türlü Bir Şey Bizim İstediğimiz
Öyle bir durum yaratılıyor ki kamu emekçisi yaptığı işten, halk ise kendi kurumlarından yabancılaşmış. Hal böyle olunca kurumlarımız özelleştirilmesin demek, kamu emekçilerinin hakları budanmasın demek doğru ama eksik kalıyor. Özelleştirmeler gibi mevcut durum da bize zarar veriyor. Şairin de dediği gibi “başka türlü bir şey bizim istediğimiz”. Kamu emekçisinin halka hizmet etmek için tüm yaratıcı potansiyelini ortaya çıkarabileceği ve bundan zevk alabileceği, halkın ise kurumları kendi parçası görebileceği bir sistem. Bu olduğu zaman ne hikâyedeki kurbağa yerine konabileceğiz, ne de birileri haklarımızı sektörleştirip bize satabilecekler. Bunu şekillendirmenin yolu ise kendi bulunduğumuz konumda farkındalık kazanabilmekten geçer. Devlet çalışanısın diyenlere inat, kamuya hizmet bilinci ile hareket etmek; maaşını al yat diyenlere inat, tüm aksaklıkların üzerine gitmekten geçer. Kamu kuruluşlarında yaşadıklarımız üzerinden hissettiğimiz öfkeyi ise, kamu emekçilerine ve kendi kuruluşlarımıza değil, onları bu hale getirenlere yöneltmekten geçer. Ama belki de en önemlisi devleti yok edip kamuyu yaratabilmek, örgütlenip bu uğurda emekçiler olarak özne olabilmekten geçer.
Mustafa Keleşzade
Bağısızlık Yolu Lefkoşa Bölge Sorumlusu