Cuma akşamı Türkiye’de bir cunta girişimi yaşandı. Bu cunta girişimini kim yaptı? Pek çok spekülasyon var, ama somut bir ben yaptım diyen yok. Açıkçası, pek de önemi yok. Cuntayı yönetenler, 2016 senesinde hala sokağa askeri sürüp yönetimi ele geçirmeyi hedefleyenlerdi. Başarısız oldular. Aslında askeri bir müdahale yoktu, bu bir senaryoydu diyenler de var. Açıkçası güçlü argümanları da var. Fakat bunun da şu an pek bir önemi yok. Çünkü toplum nezdinde bir askeri müdahale oldu ve başarısız oldu. Şimdi, esas üzerinde durulması gereken, cunta girişiminin bize gösterdikleri ve yaratacağı uzun vadeli etkiler.
Askerin yönetime el koyduğunun duyurulmasının ardından AKP sokağa çağrı yapmaya başladı. Şunu vurgulamak gerekir ki sokakta askeri yönetim açıklanmışken hatırı sayılır bir kitle toplandı, fakat bu kitle resmi rakamlarla dahi Gezi Direnişinde sokağa çıkan insan sayısının 10’da 1’i civarındaydı. Esas ürkütücü olan ise bu kitlenin niteliğidir. Camilerden okunan selalar ve yapılan çağrılar eşliğinde toplanan bu kitle, demokrasiyi yaşatma çağrısı yapmıyordu, Allah-u Ekber nidaları ile daha çok bir cihat yürüyüşü vardı. Bu kitle tarafından etrafta ne olup bittiğini anlayamadan vahşice öldürülen erler de bu durumun kanıtıdır. Peki, bu kitle nereden çıktı? Görünen o ki AKP 7 Haziran seçimleri sonrası iktidarını sadece Türk milliyetçisi, faşizan bir devlet politikasına geçmekle korumaya çalışmamış, kendi silahlı militan kitlesini de oluşturmuş. Suriye’de MİT destekli şeriatçı Abdülhamit Tugaylarında savaşmış militanların Cunta gecesi İstanbul’da sokaklarda kelle kesmesi bu durumu kanıtlıyor.
Diğer bir önemli nokta ise oluşan siyasi atmosferdir. Tayyip Erdoğan uzun bir süredir kendi tek adam diktasını yaratacak başkanlık sistemine geçiş ile ilgili bir kriz yaşamaktaydı; başkanlığı getirecek anayasa değişikliği için gerek halktan, gerekse meclis içinden istediği desteği bulamıyordu. Bu başkanlık krizi ise rejim açısından bir meşruiyet krizine dönüşmüş durumdaydı. Başarısız cuntanın yarattığı toplumsal hipnoz hali Tayyip’e aradığı fırsatı vermiş görünüyor. Gözaltına alınan asker sayısına yakın, yani 2745 hâkimin eş zamanlı olarak görevden alınması, sokakta ise devrimci geleneğin hakim olduğu Gazi Mahallesi’ne ve HDP binalarına saldırı bunu kanıtlıyor. Tayyip cunta sonrası yarattığı rejime muhalifleri susturma, susturmadıklarını ise ezme fırsatını elde etmiş görünüyor.
Türkiye’de AKP’nin özel ordusu olarak dizayn ettiği polisi, şeriatçı silahlı militanları, tetikçisi olarak medyası ve kendi yargısı ile açık faşizme geçiş yapılıyor. Bugün Türkiye’de hem askeri darbeye, hem de sivil AKP darbesine karşı durmak ilericiler açısında bir görev olarak ortaya çıkıyor. Gericiliğe ve faşizme karşı örgütlenme ve direnme görevi.
Cunta girişimi sonrası Kıbrıs’ta da netleşen bir portre var. AKP’nin işareti ile anında sokağa çıkıp elçilik önüne gidebilen, sokaklarda araçları ile konvoylar oluşturan bir kitle var. Üstyapıda ise Kıbrıs’taki siyasi mekanizmalardan bağımsız bir şekilde camilerden sela okutan bir Din İşleri Dairesi. Kıbrıs açısından Reddediyoruz mücadelesinin ne denli haklı ve meşru olduğunu kanıtlayan bir süreç şekillenmiş oldu. “Gericilik Kıbrıs’ta örgütlenebilir mi, örgütlenemez mi?” tartışması artık geride kaldı. Gericilik Kıbrıs’ta hem devlet içinde hem de tabanda örgütlü fakat henüz Türkiye’deki kadar güçlü değil. Kıbrıs’ta da bizlere gericiliğe ve faşizme karşı tüm gücümüzle örgütlenme ve direnme görevi düşüyor. Bunun yanında Kıbrıslı Türkler açısından gericilerin, başka bir ülkeden gelen doğrudan emirlere göre hareket etmesi durumu da söz konusu. Bu durum bağımsızlık savunusunu da gericilik karşıtlığı kadar hayati bir konuma getiriyor. Şimdi, Türkiye halkları ile faşizme karşı dayanışmamızla, bağımsızlık ve gericilik karşıtı bir mücadele hattı oluşturmak ve bu hattı örgütlemek Kıbrıslı Türk devrimciler olarak bir görev olarak önümüzde duruyor.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu