Siyasal mücadele yürüten örgüt ve bireyler için en tehlikeli yozlaşma olasılıklarından birisi de, mücadele içerisinde bulunma nedenlerini unutmaktır sanırım.
Günlük yaşam içerisinde yüzleştiğimiz sıkıntılar, ayrımcılık, adaletsizlik ve insani potansiyellerimizi geliştirmemiz önüne dikilen sosyal, ekonomik, fiziksel, ekolojik, cinsel engellere karşı bir pratiktir siyasal faaliyet. En azından muhalifler için, sol için, sosyalistler için böyledir bu…
Doğanın talanının tüm ekosistemin geleceğini karartmakta olduğunu, cinsiyet ayrımcılığının olumsuzluklarını, eğitim-sağlık-barınma-ulaşım gibi yaşamsal ihtiyaçların sermaye çıkarları için geriletildiğini ve sınıf sömürüsünün tüm bunlarla ilişkisini gören insanlar, geriye kalan yaşamlarına hiçbir şey olmamış gibi devam edemezler.
Tüm bu olumsuzluklara karşı mücadele, aynı zamanda bir iktidar mücadelesidir. Çünkü iktidar olmadan dünyayı değiştirmek postmodern bir kandırmacadan ibarettir. Bu fikrin en büyük destekçileri de mevcut iktidarlardır.
İşte bu yüzden de siyasal mücadele; sokakta, iş yerinde, mecliste, yargıda, eğitimde, ekonomide ve aklınıza gelebilecek her yerde iktidar olmak için yürütülen bir mücadeledir. Dünyanın olagelen gidişatına karşı, muhalif fikirlerle ve örgütlü mücadele aracılığıyla yürütülür…
Ancak siyasal mücadele yürüten örgüt ve bireyler, yozlaşabilir…
Bu yozlaşmanın olası en tehlikeli biçimlerinden birisi; mücadele içerisinde bulunma nedenlerinin unutulması gibi görünüyor…
Siyasal mücadeleyi iktidar olmanın gereklerine tabi kılmakla, iktidarı siyasal mücadele etme nedenlerimize tabi kılmak arasında keskin bir fark vardır. Ve birinden diğerine geçiş ciddi bir yozlaşmadır…
***
Bir örgütsel form, sokakta ve sandıkta kitleselleşmeye başladığı zaman; siyasal mücadeleyi iktidar olmanın gereklerine tabi kılma çağrısı yapan “sağ” duyulu sesler artmaya başlar…
“Aman muhafazakar kitleleri ürkütmeyelim!” “Soldan alabileceğimiz oyu aldık, sağ kitlelere de hitap edelim.” “Kıbrıs’ta hükümet olmak istiyorsak AKP’yi küstürmeyelim.”
O güne kadar, “kaybedecek bir şeyimiz yok” havasında ilerleyen ve aslında bu sebeple büyüyen örgütsel form; “kazanılanı korumaya, mevcudu sürdürmeye” odaklanıldığı oranda gericileşmeye de başlar. Böylece kurnaz hesaplarla, soğuk mantıksal çıkarımlara dayalı bir çizgi giderek belirginleşir. İşte bu, “neden”, “neye karşı”, “ne için” mücadele edildiğinin ve örgütün de “neyin aracı” olduğunun unutulmaya başlandığı noktadır. Artık, aslında sadece bir araç olan örgüt “mutlak iyi”, örgütün kazanması da “her şeyin iyi olacağının kendinden menkul garantisi” olarak görülmeye başlar.
Ülkemizde buna “CTP sendromu” demek mümkünüdür. Ne zaman muhalefete düşse, toplumsal muhalefetin en radikal unsurlarıyla yarışan bir dil tutturan, ancak hükümet olma olasılığı ufukta göründüğü anda “sorumluluktan, mantıktan, sağ duyulu olmaktan” söz etmeye başlayan tek parti de CTP değildir elbette…
Oysa bu çok yanlış bir hesaptır…
***
Siyasal yelpaze sıfır toplamlı bir denklem değildir… Bir yanda sağcılar, bir yanda solcuların olduğu; ister sokakta ister sandıkta olsun, partilerin de bu mevcut dağılıma göre dengeli bir söylem/pratik kurarak desteğini maksimize etmeye çalıştığı bir siyaset algısı vahim bir yanlış anlamadan ibarettir…
Toplum yaşayan bir organizmadır ve bazı dönemlerde yavaş bazı dönemlerde keskin fikirsel değişimlerin yuvasıdır. Toplum içerisinde sağ kabul edilen kitleler, sola meyledebilir; sol kabul edilen kitleler sağcılaştırılabilir. Siyasal mücadeleler tarihi, kitlelerin hiçbir ideolojik eğilimin mülkü olmadığının ve siyasal öznelerin öznel, koşulların nesnel pratiği ile değişim geçirmesinin de tarihidir.
En azından solcular bilir ki; mesele sağcı kitlelerin desteğini kazanmak değil, sağcılaştırılmış toplum kesimlerinin fikrini ve kalbini kazanmak (yani onları solculaştırmak)tır. Ama solcular içerisinden bu denklemi tersten okuyan ve “sağcıların fikrini değiştiremeyeceğini ama oyunu alabileceğini” düşünen kesimler her zaman türemiştir. Bunların tarih boyunca başardığı tek şey, “sağın oyunu alacağım” diye kendi örgütlerini sağcılaştırmak olmuştur.
***
Ülkemizde 2011’den beridir genel bir radikalleşme dalgası gözlemleniyor. Toplumsal Varoluş Mitingleri’nden bu yana sokak mücadelesinde hem artış hem de militanlaşma söz konusu. Artmakta olan gözaltı, mahkeme ve polis şiddeti vakaları bunun en bariz göstergesi. Sandıkta ise, gerek belediye seçimleri, gerek cumhurbaşkanlığı seçimleri gerekse de son genel seçimlerde radikal solun barajı zorlamış olması azımsanacak olaylar değil. Üstelik bu eğilimin tersine döndüğüne dair hiçbir belirti de yok…
Burada anlaşılması gereken, mevcut durumun deli gömleğinden kurtulmak isteyen halkın giderek daha fazla radikal siyasetlere onay verme eğiliminde olduğudur. Bu durum “sadece CTP’li kitlelerin alternatif arayışı” olarak yorumlanamaz; sağcı kitelerin de “bazı fikirlerini beğenmediği” ama onurlu duruşu ve cesur söylemine saygı duyduğu solculara yüzünü dönmekte olduğu gerçektir. Radikal solun sınavı bu noktadadır: Siyasal mücadelenin çıkarları için sağ kitlelerin solculaştırılması mı, iktidar olmak için örgütlerin sağcılaşması mı?
***
Bu noktada söz konusu olanın “solda bir toparlanma” değil, “kitlelerin genel bir radikalleşmesi” olduğunu anlamak için, dünyaya da bakabiliriz. Çünkü dünyada olup bitenler de bizden farklı değil…
Türkiye’de on yıllardır %8 civarlarında seyreden HDP oylarının geçtiğimiz seçimlerde barajı aşması sadece Türkiye’ye özgü müdür? Haziran İsyanı ve arkasından gelişen toplumsal direniş biçimleri salt bir tesadüften mi ibarettir?
Belki bazıları öyle düşünebilir, ama Yunanistan’da Syriza, İspanya’da Podemos gibi örnekler aksini söylüyor. Üstelik yıllarca muhafazakar parti ile muhafazakarlık konusunda yarışan İngiliz İşçi Partisi’nde Jeremy Corbyn gibi kendini radikal solda tanımlayan, birçok hizmetin kamulaştırılmasını savunan ve özelleştirmelere şiddetle karşı bir başkan yeni seçilmişken…
Dahası var, kapitalizmin hem ekonomik hem de fikirsel kalesi olan ABD’de sistemin asli unsuru olduğu tartışma götürmez Demokrat Parti içerisinde bile kendisine açıkça sosyalist diyen bir aday, Bernie Sanders başkan adaylığı için yapılan ön seçimlerde başa güreşiyor…
Sayılan HDP, Syriza, Podemos, Corby, Sanders örneklerinin hiçbiri devrimci sosyalizm anlamında yeterince radikal olmayabilir. Ancak konu bu değildir. Konu; halkın, muhafazakar sayılan kitlelerin ve değişmez sayılan dengelerin hızla değişmekte olduğudur. Kitlelerde genel bir radikalleşme ve sağdan sola ciddi bir kayış söz konusudur. Bu radikalleşmeyi devrimci bir siyasal hegemonya altında örgütleyip örgütlememek başka bir meseledir.
Bu örneklerin bize öğrettiği ise, elimizi korkak alıştırmaya hiç gerek olmadığıdır. Çünkü “sağcıları ürkütmeyelim” diyen aklı evvel “sol” teorisyenlerin sandığının aksine, ortada bir sıfır toplamlar oyunu yoktur. “Sağ kitleler” hali hazırda ve dünya ölçeğinde sol ideolojinin hegemonyası altına girmektedir.
Bu yüzden durmak, duraksamak ve “sağ duyulu” davranmak vahim bir hata, tehlikeli bir yozlaşma demektir.
Kesin bilgi, yayalım: Şimdi fazlasını, daha fazlasını istemek; cüret etmek ve devam etmek zamanıdır.
Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti