Çözümün Ekonomisi Ya Da Şeytanın Gör Dediği-Celal Özkızan

Hükümet ve sermaye tarafından suratımıza küfür gibi fırlatılan asgari ücret artışının ve hayatımızı ve alımgücümüzü doğrudan etkileyen döviz kuru artışlarının ana gündem maddesi olduğu bu günlerde, Kıbrıs’ta önümüze koyulması mümkün bir çözüm planının veya çerçevesinin ekonomisinden söz etmemek olmaz.

Kıbrıs’ta bugüne kadar gündeme gelmiş ya da ileride bulunacak bir çözümün çerçevesinin içeriği her zaman tartışma konusu olmuşken, bu çerçevenin bizzat kendisi, yani bu çerçevenin sınırları, pek de fazla mevzubahis edilmemiştir. Ne zaman “temel parametreler” tabirini karşımızda bulsak, ardından sıralanan cümleler yönetim biçimini, siyasal çerçeveyi, mülkiyeti ve toprak dağılımına dair meseleleri imliyor: iki-bölgeli, iki-toplumlu federasyondan söz ediyoruz; toprak ve mülkiyet meselesi ile siyasal eşitlik meselesi zaten her daim en keskin tartışma konuları…

Biz ‘sıradan insanların’, yani Kıbrıs’taki insanların büyük bir çoğunluğunun ise, bunu bir mesele olarak öne çıkaralım ya da çıkarmayalım, çok temel bir derdimiz, yaşamsal bir parametremiz ve iflah olmaz bir çerçevemiz var: geçim derdi. ‘Geçim derdi’ kavramı ile sözünü ettiğim şey, ay sonunu nasıl getireceğini düşünmekten, işyerindeki çalışma koşullarına; kendi emeğimizin karşılığını maddi ya da manevi anlamda alamamanın yarattığı can sıkıntısından, kendi emeğimizin üzerine basa basa zenginleşen bir avuç azınlığın varlığından duyduğumuz rahatsızlığa; en temel harcama kalemlerimizi dahi nasıl karşılayacağımızın bizi düşündürüp durmasından, temel harcamalarımızın dışına çıkan ve boş zamanlarımızı daha anlamlı kılacak etkinliklere para ayırıp ayıramayacak olmanın sürekli bir dert olmasına… Çok geniş bir yelpazeden söz ediyorum.

Peki ne ilgisi var çözüm meselesinin bütün bunlarla, diye sorulabilir. Ancak şu da sorulabilir : Her günümüzün en iyi ihtimalle 3’te 1’i işyerinde geçiyor. Pazarları, bir ihtimal de cumartesileri tatil yapabiliyoruz sadece. Ancak işyeri dışındaki boş saatlerimizde de, geçim derdi ve onunla ilgili tüm sorunlar yakamızı bırakmıyor. İşte hayatımızın bu denli merkezinde olan, hayatımızı bu denli etkileyen bir gerçekliğin, değil çözümle, her şeyle ilgisi vardır. Neden olmasın ? Üstüne üstlük, biz ‘sıradan insanlar’ın çözüm ve ekonomi arasında bağ kurması garipsenirken, çözümün ‘mimarları’ olacak kişiler ve bu çözümden azami faydayı sağlamak isteyen gerek Kıbrıslı Türk gerek Kıbrıslı Elen sermaye çevreleri, gayet de ortaya çıkacak bir çözüm ihtimalinin, emek aleyhine ve sermaye lehine olması için her türlü çabayı gösteriyorlar, gösterecekler. Halihazırda hem Kıbrıs’ın kuzeyinde hem de Kıbrıs’ın güneyinde, başta genç kuşaklar olmak üzere, geniş kesimlerin hayat standartları gittikçe kötüleşiyor. Yoksulluk Kıbrıs’ın halkları için artık bir istisna hali olmaktan çıkmış durumda. Kuzeyde ve güneyde, halkların kafasına vurulan sopanın rengi ve biçimi farklı olsa da, sopa kafamıza vurulduğunda çıkan tok ses, hep aynı: “neoliberalizm”.

Kıbrıs’ın hem kuzeyinden hem güneyinden çeşitli liberal ve sol kesimler, ne acıdır ki hem çözümün ekonomisine dair pek bir kelam etmemekte, hem de çözümü ve liberal anlamda bir barışı neredeyse bir cennetmişçesine bizlere sunmaktadırlar. Halbuki hayatımızın büyük bir kısmını belirleyen geçim derdine dair biz ‘sıradan insanlar’ın kaygılarına dönük tek bir laf edilmemesi, ister istemez “çözüm kimin çözümü olacak” sorusunu gündeme getiriyor. “Nasıl bir çözüm” sorusunu sormak ve bu soruyu sadece “temel parametreler”le ve müzakere masasında görüşülen konularla kısıtlamamak, hepimizin boynunun borcu; çünkü bizim sustuğumuz konularda, egemenler sessiz kalmıyorlar. Zaten her ne kadar “ne olursa olsun çözüm!” nidalarıyla liberal bir çözüm önümüze bir cennet gibi serilse ve buna karşı barış cephesinden gelebilecek “başka bir barış mümkün” nidaları “aykırı sesler” olarak sessiz kılınmaya çalışılsa da, şeytanın bize gör ve söyle dediği şeyler çok : Örneğin Kıbrıs Cumhuriyeti’nin başkanlığını da yapmış ve bir liberal olan Vasiliou’nun sözleri bu anlamda çok manidar. Her şeyden önce söylemek gerekir ki, Vasiliou, toplumsal anlamdaki liberal ve piyasacı tavrına rağmen, Kıbrıs sorununa karşı her zaman yapıcı ve barışçıl bir tavır sergilemeye çalışmış, Kıbrıslı Türklerin sevgisini ve saygısını kazanmayı başarmış, fanatik ve şovenist söylemlere kapılmamış bir başkandı. Bu anlamıyla, liberal anlamda bir barışın belki de Kıbrıs’ın güneyindeki prototipiydi. Vasiliou, Niyazi Kızılyürek ile yaptığı ve kitaplaştırılan uzun söyleşisinde, çözümün ekonomik “yararlarından” ve ekonomik krizle olası bir çözümden sonra nasıl baş edileceğinden söz ederken Kıbrıs’ın kuzeyi ile ilgili “gelecekte Kıbrıs Türk bölgesinde emek maliyetinin daha düşük olacağı yönünde tahminler kulağımıza geliyor. Fakat küreselleşen dünyada emeğin ucuz olduğu ülkelerde üretim yapan büyük şirketlerle de rekabet durumunda olacağımızı göz ardı etmemeliyiz”, Kıbrıs’ın güneyi ile ilgili ise “Kıbrıs’ın yaşadığı en büyük zorluk mevduatların tıraş edilmesinden kaynaklanmıyor. Bankacılık ve finans merkezi olarak değerini kaybetmesinden kaynaklanıyor. Özellikle sermaye dolaşımına getirilen sınırlamalar yabancıların Kıbrıs’a duyduğu güveni sarsmıştır. Durumun yeninden düzeltilebilmesi için yeniden güvenilir bir ülke haline gelmemiz ve güven kazanmamız gerekiyor.”1 demektedir. Vasiliou’nun Kıbrıs’ın kuzeyinde “emek maliyeti” diye sözünü ettiği şey, bizzat biz ‘sıradan insanların’ geçimi, ücreti ve haklarıdır ve Vasiliou’ya göre, “rekabet” edebilmek için, ücretlerimizin ve haklarımızın aşağıya çekilmesi gerekmektedir. Yani bugün, Vasiliou’nun haklı bir şekilde tespit ettiği, emekçilerin yaşam standartlarının düşmekte olduğu gerçeği yeterli gelmemekte, emekçilerin daha da zor koşullara itilmesi bir “şart” olarak koşulmaktadır. Aynı şekilde, Vasiliou için Kıbrıslı Elenlerin mevduatlarının, yani ‘sıradan insanların’ bankalardaki paralarının, Kıbrıs’ın güneyini de ciddi şekilde vuran 2008 krizinden sonra erimesi ciddi bir sorun değildir. Asıl sorun yabancı yatırımcıların, sermayenin “güvenini” kaybetmemizdir.

***

İşte bugün bize vaat edilen liberal bir çözümün, Kıbrıs’ın halklarının ‘sıradan insanlarına’ sunduğu şey tam da budur : daha fazla sefalet, daha fazla yoksulluk ve bir cennet, ama bizler için değil, sermaye için. Buna “barış ve çözüm” adına göz yummak, kocaman bir yanlıştır. Barış ve çözüm çok değerlidir, ancak “kimin barışı ve kimin çözümü” sorularını sormak, daha da değerlidir.

Yazıyı tamamlamadan evvel şunu belirtmekte fayda var. Kıbrıs’ın kuzeyinde ganimetçilerin, faşistlerin ve milliyetçilerin aylardır ağızlarından salyalar saça saça, Kıbrıs’ın kuzeyinde kurdukları baskı ve sefalet düzenini ve dolayısıyla kendi egemenliklerini savunma çabaları ve bu amaçla da barışa ve çözüme saldırmaları çok tehlikelidir ve bu kesimlere karşı ne olursa olsun, barış ve çözüm talebi gündemin en önünde tutulmaya ve can-ı gönülden savunulmaya devam edilmelidir. Yukarda yaptığımız eleştiriler, liberal anlamda bir barışın dahi, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesine ve halkların kardeşleşmesine yol açtığı ölçüde değerli bir katkı sunacağı göz ardı edilmemelidir. Yani, elbette böylesi bir barışa ve çözüme bile hiç çekinmeden dudak bükme lüksümüz kolay kolay yoktur. Yine de bugün hem kuzeydeki hem güneydeki barış kesimlerinin içindeki merkezi “barış ve çözüm” anlayışının ne anlama geldiğini de vurgulamaktan geri durmamalı ve “başka bir barış mümkün” şiarını yükseltebilmeliyiz.

Celal Özkızan

Kaynakça
1 Kızılyürek, N. (2014). Yorgos Vasiliou: Düne ve Yarına Dair Düşünceler. Lefkoşa: Heterotopia.