Bazen yazı yazmak için konu sıkıntısı çekilir. Özellikle her gün yazan gazeteciler için günün sonu konu sıkıntısıyla geçer ara ara…
Bazen konu gelir suratınıza vurur… Bir değil, iki değil… Konular silsilesi gelir memleketin insanlığının suratına tokat gibi vurur.
Bazen ise konu olmasına rağmen bu sefer de yazacak bir şey bulamazsınız. Öyle sözünüzün olmamasından dolayı değil… Sözünüz vardır ama nasıl diyeceğinizi, nasıl ifade edeceğinizi bilemezsiniz, kaybedersiniz bütün sözcükler arasında kurulan dengeyi…
*
14 Yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edilerek hamile bırakıldı…
Lokantanın birinde ölü tavukla (ki ölü olup olmaması mesele değil) cinsel münasebette bulunuluyor. O da yetmezmiş gibi spermler kıyma makinesinin içine boşaltılıyor.
Ve Lefkoşa’nın göbeğinde bir inşaat çöküyor…
*
Memleketin insanı ilkinden nefret ve acıma duygularını; ikincisinden iğrenme ve olayın kendisiyle dalga geçme; üçüncüsünden ise dehşet ve korku duygularını salıveriyor…
Ve tüm bunlar olurken bir kez daha yüzleşiyoruz aslında toplumsal, kültürel ve manevi olarak bir çöküş ve yozlaşma içinde olduğumuzla.
Ve yüzleşiyoruz bunun bir girdap gibi tüm toplumsal ve bireysel benliğimizi içine çekiyor oluşu gerçekliği ile…
Gazetelerde gördüğümüz tüm bu ve buna benzer haberlerde aslında kendimizden de bir şeyler bulmalıyız. Çünkü bir yandan Türkiye’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratmak istediği yapı; bir yandan da işbirlikçilerin bu yapının kurumsallaşmasındaki rolü es geçilemezdir.
Kimse kusura bakmasın ama çöken inşaatın da, tecavüz olayının da, tavuk meselesinin de esas sorumlusu Kıbrıslı Türkleri geleceksizleştirerek dipsiz bir kara çukurun içine atan gelmiş geçmiş tüm yöneticilerin payı vardır… Burada eğer birinden hesap sorulacaksa –elbet de hukuki anlamda failler gereği neyse onu yaşayacak- toplumu bu çürüme ve yozlaşmanın içine sürükleyenlerden hesap sorulmalıdır.
*
Sözcüklerin bittiği yerdeyiz. Ama daha kaç kez ‘sözcüklerin bittiği yere’ geleceğiz? Daha kaç kez bu yere gelmemiz lazım, sözcüklerin bittiği yerde yeni bir şeyin başlaması için.
Evet sözcüklerin bittiği yerdeyiz ama sözcüklerin bittiği yerde yeni bir şey başlamıyor. Yine aynı tantana, yine aynı varışı olmayan bir telaş ve yine aynı ve sürekli kendini tekrar eden çöküş.
Direnemediğimiz şeylerin biçimini alıyoruz. Bizim biçimini vermemiz için direnebilmemiz lazım… Olmak ya da olmamak direnmek ya da direnememek anlamının dışında düşünülemez. Bu karanlıktan çıkmamız elbet kolay değil, ama eğer birileri bir yerlerde ‘sözün bittiği yerdeyiz’ diyorsa, o halde ‘sözün bittiği yerde’ yeni bir şey başlamalı…
Biz toplum olarak en çok yeni bir şeye, bir nefese ihtiyaç duyuyoruz. Fakat sürekli kendini tekrar eden ‘yeniliklere’ değil. Bildiğimiz ve bilemediğimiz anlamda bambaşka bir şeye, yaşarken ölmeyeceğimiz bir yeniliğe.
Hasan Yıkıcı
Baraka Kültür Merkezi aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.