Eğer Nicky Morgan öğretmenleri dinlemezse, anne ve babaların okullarımızın keyifsiz sınav fabrikalarına dönüşmesini engellemek için harekete geçmesi gerekiyor, Salı günkü boykotla başlıyor.
Bir otorite figürü konuşurken bir okul müdürünün kalabalık salonun orta yerinde “saçmalık” diye bağırması oldukça zordur. Bu, bir akciğer uzmanına sigara sormak gibi bir şeydir. Ancak Nicky Morgan’ın dün Ulusal Baş Öğretmenler Derneği’nde gerçekleştirdiği konferansta tam da bu oldu. Öğretmen ve ebeveynler Morgan’ın 2020’ye kadar tüm okulların akademiye dönüştürülmesi düzenlemesine ve “sınav”, “geliştirme” ve “eğitim” sözcüklerinin birbirinin yerine kullanılabilir olduğu konusunda saçma ısrarına kısmen karşıydılar.
Eğitim sekreteri olduğu ilk dönemde, BBC’ye verdiği bir röportajda, “hükümet altı yaşlar için ses okuma bilimi kontrolünü getirdi ve bunun sonucunda 100 bin daha çok genç insan daha iyi okuyabiliyor” demişti ve o zamandan beridir aynı saçma şeyleri öne sürüyor. Bu alandaki profesyonellerden bu kadının inancını çökertecek ya da palavralarını yok edecek herhangi bir karşıt görüş gelmedi. Aslında, Michael Gove döneminden beri, öğretmenler doğası gereği inatçı olarak kabul edilmiştir, yıllar içerisindeki deneyimleri bilgelik olarak değil duygusal tükenmişlik olarak yeniden ifade edilmiştir. Bir politikaya itiraz ettiklerinde, bu sadece rahat hayatlarında feci bir şekilde bir heyecana ihtiyaç duyduklarını ispatlar. Fakat konferans salonunda “saçmalık” diye bağırdıklarında, ne kadar tehlikeli bir grup olabileceklerinin ispatıdır.
Salı günü anne ve babalar “gereksiz sınavları ve çocukları her yönden sınırlayan müfredatı” protesto etmek için okulun boykot kampanyası “Çocuklarımızın Çocuk Olmasına İzin Verin” ile birlike mücadeleye girdi. Kimilerini harekete geçiren kendi çocuklarındaki tuhaf ve anlamsız sıkıntı/endişe halleriyken kimileri de öğretmenlerle birlikte mücadele içerisindeydi. Bir diğer kısım da işe gitmeye mecbur olmaları gibi bazı küçük idari detaylar yüzünden boykota katılamasa da dilekçeyi imzaladı. Bu yeni bir aktivizmin başlangıcıydı –bu aktivizm güçlü, dayanışmacı ve dinamikti çünkü öyle olmak zorundaydı.
Eğer tek sorun 10 yaşından küçük şımarıklara gereğinden fazla yüklenilmiş olmasıysa, bunu abartmayıp üstesinden gelmelerini beklememiz gerekmez mi? Dünyanın nasıl bir yer olduğunu anlamanın en iyi yolu da bu değil mi? Bu tartışmaya bu çerçeveden bakmak kesinlikle yanlış. Hiçbir ciddi eğitimci daha sık ve zor yapılan sınavlarla çocukların standardının yukarıya çekileceğini düşünmez. Ne de uzmanlar öğretmenlerin sınav sonuçlarıyla teşvik edilmesi gerektiğine gerçekten inanır. Bu inanılmaz bir şekilde zor, emek isteyen, yeterince hakkı verilmeyen bir meslek, özverisi olmayan kimsenin yapamayacağı bir iş.
Geçtiğimiz haftanın sonunda, Amerikan Öğretmenler Federasyonu Başkanı Randi Weingarten, dilekçeyi Pearson’a –eğitim firması, müfredat ve sınavları belirleyici -vermek için Londra’daydı. Dilekçe fark edilen iki sorunu protesto etti: ABD’de okullarındaki gereğinden fazla sınavlarla ilgili endişeler ve Küresel Güney ülkelerindeki sözde vurgun. ABD eğitimi burada neler olduğuyla çarpıcı bir biçimde benzeşiyor. Weingarten’in bana söylediği şekliyle hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçileri içine alan şöyle başarısız bir anlatının yaratılmasıyla başlıyor; “Veri olmadan gelişip gelişmediğimizi anlayamayız”. Bu sınav için bir mantık oluşturuyor çünkü veri olmadan bir insanın gelişip gelişmediğini söyleyemezsin. Tüm bu sınavlar önemlidir çünkü: sınav sonuçları öğretmenleri kovmak, okulları kapatmak, öğrencileri bir yıl sınıfta bırakmak için kullanılabilir. Eğitimle ilgili en kritik kararlar birdenbire algoritmalar tarafından verilebilir, hiçbir insani yargı göz önünde bulundurulmadan.
Weingarten diyor ki, başlangıçta charter okullar da –akademiler gibi- “ daha büyük devlet okulları sisteminin, bu okulların fikirlerini yaymak amaçlı, parçası olarak” aynı anda başlatıldı, fakat hemen sonrasında mevcut sistemin uzantısı olmak yerine sistemin yerine geçerek yeniden şekillendirildiler.
Akademikleşmenin ve aşırı sınavların tamamen özelleştirilmiş bir pazar piyasası yaratmak için kullanıldığına hiçbir zaman tam anlamıyla ikna olmadım; yalnızca sınavın politikacılar tarafından, daha sonra başka insanları politikalarının doğru yönde olduğuna dair ikna etmek için, bazı insanlarla ilgili bilgi toplamak amaçlı kullanıldığının makul bir neden olduğunu düşündüm. Ama ABD ile İngiltere arasındaki benzerlikler zorlayıcı –hükümetimizin bir nedenle onları taklit ettiğini inkâr etmek imkânsız hale gelmiştir.
Tüm bunların özelleştirme başlangıcı ya da kaotik bir hükümetin halkla ilişkiler becerisi olup olmadığının orta vadede pek de bir önemi yoktur: her iki durumda da yedi yaşındaki bir çocuğu dayanılmaz bir baskının altına sokmak aynı derecede iğrenç olurdu. Uzun vadede, okulların mutasyona uğrayıp zevksiz sınav fabrikalarına dönüştürülmesi sadece karşı koymakla engellenemeyecek, eğitimin ne için olduğuyla ilgili doğru düzgün açıklama yapmamız da gerekiyor.
Weingarten’ın da açıkladığı gibi, “Çocuklara, ilişki kurmaları için yardımcı olmak zorundayız. Yaşam becerilerine hitap etmeliyiz ki böylece dünyayı sorgulayabilsinler. Dirençlerini arttırmaları için yardımcı olmalıyız. Çocuklara sorunların nasıl çözüldüğünü, nasıl düşünmeleri gerektiğini öğretmeliyiz. Şimdi söyleyin, tüm bunlar standart bir sınavla nasıl test edilebilir?” Bunu eğitim sekreterine soruyorum.
Çeviren: Feray Yalçuk
Yazının orijinali: http://www.theguardian.com/commentisfree/2016/may/01/humans-algorithms-children-nicky-morgan-school-boycott