Bugün ülkemizdeki sorunlardan bahsedecek olursak, bu sorunları gençlerden ayrı düşünemeyiz. Çünkü bu sorunlar, toplumun geneline doğrundan nüfuz ederek, sosyal, kültürel ve ekonomik anlamda, doğrudan etkileyebiliyor. Peki, bu sorunlar nelerdir? Bizim ülkemizdeki gençliğin yapısı nedir? Onları bütünlüklü bir şekilde sosyal ve kültürel anlamda bir arada tutamayıp, kendi yaşam alanlarından ve faaliyetlerinden uzak tutan şeyin sebepleri nelerdir?
Bu soruların cevaplarına geçmeden önce bizim ülkemizdeki gençliğin tanımını yapmak daha faydalı olacaktır. Ülkemizdeki gençlik prolifili sorgulamayan, etrafında bulunan siyasal, kültürel ve ekonomik alanlardaki değişimin farkında olmadan yaşayan, hatta hayata tutunmaya çalışan bir boyuttadır. Bu durum, yaşanılan sorunların yegâne sebebidir diyebiliriz. Verili durumun, sebeplerine inecek olursak, ilk olarak eğitim sistemini ele almamız gerekiyor. Yıllarca ilk ve orta öğretim okullarında okutulan şoven ve milliyetçi dersler, öğrencilerin bilinçli ve sorgular niteliğini kısıtlıyor. Yani, bilinçli, sorgulayan bireyler yerine tek tip insan profili ortaya çıkıyor. Diğer bir taraftan içerisinde yaşadığımız düzen, eşitlik, adalet ve demokrasi gibi kavramlardan çok uzakta duruyor. Üniversitelerde ise durum bir hayli karmaşık. Yüksek öğrenim kurumunun (YÖK) yeni yasası gereği ‘eğitimde reformlar’ adı altında imzalanan Bologna antlaşması uyarınca, yüksek öğretimde sermayenin ve iş gücü piyasasının açıklarının kapatılması hedeflenen bir eğitim planlamasını içeriyor. Yani buna, halkın ihtiyaç potansiyeline dönük değil, sermayenin ihtiyacına dönük, ucuz ve kalifiye eleman yaratma antlaşması denilebilir.
Eğitim alanında bunlar yaşanırken, sosyal ortamlardaki ve de ticari alanlardaki tahribat da giderek artıyor. Bugün, iş yerlerinin daha küçük birimlere bölünmesi ve mekânsal olarak birbirlerinden koparılması, ülkemizdeki emek piyasasındaki rekabetin bir parçasıdır. İlk olarak dünya emek piyasasındaki yoğunlaşma, giderek artan çalışma saatleri, ödenmeyen ek mesailer ve en önemlisi kişiler özel çalışma saati ve ücretlerin yarattığı yıkım, zenginin servetine servet katıyor, fakirin daha çok fakirleşmesini sağlıyor. Yaratılan bu ortamın merkezinde yer alan gençlerin sosyal alanları ve yaşam biçimlerinin özelleştirilmesi kaçınılmaz kılınıyor. Toplumsal dayanışma ve homojenleşme eğiliminin giderek azaldığı bu ortam da, üretime katkı koyacak gençlerin önü tıkanıyor ve bir anlamda boyun eğen, pasif insanlar topluluğu ortaya çıkıyor. Gelinen bu nokta kendine sosyal ortamlar yaratmaya çalışan insanlara, kaçınılmaz engeller konuluyor. Örneğin, müzik yapmak isteyen bir solist’in, bugün iyi enstrüman çalması veya sesinin güzel olması onun, bu alanda tutunması için yeterli değildir. Çünkü ülkemizdeki ortam, onun mevcut yetileriyle değil, müziğini icra edeceği mekânlara kazandıracağı paranın önemini geçerli tutuyor. Kısaca bugün müzik yapmak isteyen insanlar, eğer, gerekli popüler hüviyet’te değilse, müziğini icra edeceği ortamlar, onlara potansiyel kazanç olarak bakarak, kişileri meta olarak görüyor. Ekonomik anlamda kendinde devam edebilme gücünü gören insanlar, bir şekilde devam ederek gerekli popüleriteyi kazanmaya çalışsa da, yaptığı işin güvencesizliği ve profesyonel anlamdaki götürüsü, müzisyenliği, hayatını idame edebileceği bir meslek olarak önüne koyamıyor. Peki, bizim ülkemizde müzikle uğraşan insanlar yok mu? Eğer var ise onlar nasıl müziğe devam edebiliyor? Bu sorunun yanıtı, kişilerin kendi öznel koşullarının yanında, sosyal, ekonomik ve yetenekleriyle de doğrudan alakalıdır. Ancak bu da yeterli değildir. Çünkü eğer eğitim aşaması içerisinde, müzikle de uğraşmak istiyorsak seçim yapmak durumuyla karşı karşıyayız. Çok sevdiğimiz ve icra etmek istediğimiz müziğimiz mi? Yoksa sermayenin dayattığı, kalifiye eleman olabilmek için okumak mı? Veya çalışıyor olduğumuzu düşünelim. Eğer hayata devam edebilmek istiyorsak, para kazanmalıyız. Tüketim kültürünün bir parçası olan, borçlandırılarak yaşama biçimi toplumun geneline dayanan bir durum olduğunu kabul edersek, yaşayabilmemiz için çalışmamız gerekiyor. Dolayısı ile tercihimizi yapmış oluyoruz.
Bu örnekler giderek çoğaltılabilir, hatta müzik eksenine bağlı kalmayarak, spor, tiyatro, dans v.b gibi alanlar için de aynı durumdan söz edebiliriz. Ancak bunlardan bahsetmek ne kadar önemli ise, bunları teşhir edip alternatifini koymak da bir o kadar önemlidir. İlk olarak etrafımızdaki değişimlerin farkına varıp, sorgulayıp itiraz eden ve bu değişimlere refleks gösteren bireyler haline gelmek gerekiyor. Buna ilk adım olarak müzisyenler sendikasının neden olmadığı sorusu sorulabilir veya sporcuların bedenlerini ortaya koymalarına rağmen, haklarını alamamalarının nedenlerine vurgu yapılabilir. Atılacak her adım ve gösterilecek mücadele Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşanan belirsiz, güvencesiz ve umutsuzluğu kıracak radikal hamleler olacaktır.
Artık şunu kabul etmeliyiz ki hoyrat ve mücadele ile dolu bir yol bizleri bekliyor. Tabi nasıl bir yol izleyeceğimizi ve nasıl bir geleceğe varacağımızı izleyeceğimiz yol belirleyecek. Burada kaçınılmaz olan kendi yolumuzu çizip, o yoldan yürüyebilmektir. Bunu geciktirdiğimiz her gün işimiz daha zorlaşacaktır.
Mustafa Batak
Baraka Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.