İçinde bulunduğumuz coğrafya çok acı bir dönemi yaşıyor. Suriye’de yaşanan iç savaş, IŞİD barbarlığına karşı direnin bir insanlık savaşı halini alırken, savaştan kaçan mülteciler için daha iyi bir yaşam umuduyla Akdeniz’in sularında can veriyor. Türkiye’de ise Tayyip Erdoğan’ın Başkan olma hırsı yıllardır süren savaşı daha da içinden çıkılmaz bir hale sokuyor. Lübnan’ı da içine alan Siyonist İsrail Devleti’nin Filistinlilere karşı uyguladığı yok etme politikası tüm acı şekli ile sürüyor. Kıbrıs’ta ise 41 yıldır süren bölünmüşlük son dönemlerde yaratılan yakınlaşma ortamına rağmen şoven çevrelerce devam ettirilmeye çalışılıyor. Kısacası gündem; sadece Kıbrıs’ta değil, yaşadığımız bölge olarak hemen hemen tüm Orta Doğu’da emperyalizmin ve işbirlikçilerinin yarattığı savaş ve düşmanlık ortamı ile belirlenmiş durumda.
Bodrum sahiline vuran küçük Aylan’ın cansız bedeni tüm Dünya’da bir şok etkisi yarattı. Küçük bir çocuğun sahile vuran cesedi dört yılı aşkın bir süredir haberleri takip ederken artık normalleşen bir konu olan Suriye’deki iç savaşın acı boyutlarını bir kez daha göstermiş oldu.
Öte yandan artık evrensel bir sorun halini alan mültecilerin durumu, mültecilere karşı takındığı tavırla “mutluluklar diyarı” gibi satılmaya çalışılan Avrupa Birliği’nin(AB) de maskesini düşürüyor. Afrika ve Orta Doğu ülkelerinden sayısı milyonları bulan insanlar ya AB ülkelerinde hapishane gibi kamplarda tutularak geri geri gönderileceği güne kadar mahkum hayatı yaşıyor ya da daha bu ülkelerin kıyılarına varmadan küçük tekne ve botlarla birlikte Akdeniz’de hayatlarını kaybediyorlar. En şansıları ise, her gün yükselen ırkçı saldırı tehlikesi altında Avrupa’nın ucuz iş gücünü oluşturuyorlar. Bütün halklar için bir tehdit oluşturan IŞİD ise yarattığı barbarlık ile insanlığın yüzbinlerce yıllık mental ve fiziki birikimini yok ediyor.
Tüm bunlar yaşanırken Erdoğan’ın fiili olarak tek adamlığı altında yönetilen Türkiye özellikle Kürt illerinde Suriye’yi aratmayan bir ortama sürükleniyor. Tayyip Erdoğan ve AKP’nin yarattığı Türkiye, ülkenin doğusunda devlet güçlerinin Kürt halkına karşı giriştiği imha siyaseti, batıda ise iktidara karşı muhalefet örmeye çalışan kesimlere ve yine Kürtlere karşı yaratılan linç ortamı ile giderek daha da fazla belirleniyor. Her gün ya bir gerilla ya da bir yoksul bir askerin cenazesi acılı ailelerine teslim edilirken Erdoğan; asker cenazelerinde “ne mutlu o ailelere ki çocukları şehit oldu” diye nutuklar atmakta. Yandaş medya da bur siyasete desteklemekte egemenlerin en büyük destekçisi.
Kıbrıs’ın kuzeyinde ise şoven çevreler Annan Planı dönemi sonrası müzakerelerin en iyimser olduğu bir ortamda faşizmi yükseltmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Aynı acıların tekrardan yaşanmaması için katliamlar sonucu hayatını kaybeden insanların mezarlarına yapılan karşılıklı ziyaretler engellenmeye çalışılmakta, özellikle köylerde halklar arası ilişkileri gerecek faaliyetler yükselmekte. Ayrı bir tehlike olarak mülkiyet konusunda üzerinden hayali senaryolar yazılarak olası bir anlaşma ile insanlarda evsiz kalacağı korkusu yaratılmaya çalışılıyor. Bu alçakça faaliyetleri ise özellikle 1974 sonrası Kıbrıs’ın kuzeyinde yaratılan düzen üzerinden kesesini dolduran sermaye grupları finanse ettikleri kalemşörleri ile gerçekleştiriyorlar. Öte yandan faşist hareket özellikle Türkiye’den adaya taşınan kadroları ile Türkiye giderek yükselen savaş ve düşmanlık siyasetini buraya taşıyarak milliyetçilik zehrini Kıbrıslı Türk halkı içinde yaygınlaştırılmaya çalışılıyor. Bu çevrelerin Türkiye’de türlü yalanlarla yükselen milliyetçi dalgayı Kıbrıs konusunda da kullanmak niyetinde oldukları çok açık.
Görüldüğü gibi bölgemiz tam bir savaş ve düşmanlık bataklığı içinde. Sorunsuz tek bir ülke yok gibi. Kurtuluş olarak batılı ülkelerin ikiyüzlülüğü ortadayken barışı beklemenin beyhude bir çaba olduğu bariz. Bu yıkım ortamının içinde mevcut gidişata dur diyecek bir güce ihtiyaç var ve bu ihtiyaç halkların kendisi tarafından karşılanmak zorunda. Bölge ülkelerinde çok sayıda hareket bu çaba içerisinde. Kıbrıs içinde bu durum geçerli. Fakat şu anda yeterli seviyede olmadığı ortada. Bu yüzden yaşamın her alanında mücadeleyi yükseltmeliyiz. Devrimciler barış mücadelesini özellikle bu dönemde yükseltmek zorunda. Çünkü barış bir tercihten öte belki de hiç olmadığı kadar ihtiyaç halini almış durumda. Bu yıkıma son verilmeli ve bunu ancak halkların örgütlü mücadelesi başarabilir.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu