Dünya Bankası Yanılsamalar ve Gerçekler*, yazarın 1990’ların başından itibaren sivil toplum örgütlerinin neden bu denli revaçta olduğu sorusuna yanıt ararken Birleşmiş Milletler’in ve özellikle Dünya Bankası’nın bu örgütlere olan yoğun ilgisini fark etmesi üzerine ortaya çıkan bir çalışma olmuş.
Dünya Bankası’nın sivil toplum örgütlerine hatırı sayılır finansman sağlaması ve yayınlarında STÖ’lerin çalışmalarına geniş yer vermesi yazarın merakını derinleştirirken bugün ülkemizde de yükselen sivil toplumculuğun arka planını görmek açısından faydalı olan bu kitaba yakından bakmanın iyi olacağını düşündüm.
1980’lerde “istikrar ve yapısal uyum” adı altında Banka tarafından uygulamaya geçirilen program, borçlanılan devletin sağlık, eğitim ve refah harcamalarını azaltması, devlet varlıklarının özelleştirilmesi, yabancı yatırımlar üzerinde kısıtlamaların kaldırılması, ücretlerin düşürülmesi ve emeği koruyucu politikaların geriletilmesi gibi unsurlar içeriyordu.
Yapısal uyum programlarının olumsuz sonuçlarının yazar ülkelerin halklarında ağır bir şekilde hissedilmesi üzerine, Banka sarsılan imajını düzeltmek için neoliberal ekonomi politikalarına insani bir suret kazandırmak için onu sosyo-kültürel bir proje haline getirdi diyor yazar. ‘Yoksulluğu azaltma’, ‘iyi yönetişim’, ‘çevreye duyarlı projeler’ Bankanın kemer sıkma politikalarına karşı halk tepkilerini sistem için tehlikeli boyuta varmadan törpülemek adına sivil toplum örgütleri aracılığıyla insani bir yan katmayı hedefliyordu.
Devletlere bir yandan siyasi ve yasal reformlar uygulatarak müdahale ederken diğer yandan, finanse edilen sivil toplumla bu müdahalelere meşruluk kazandırmak amaçlanmıştı. Nasıl derseniz, kamusal eğitim ve sağlık hizmetleri geriletilip özelleştirilirken sivil toplumda bu alanda faaliyet gösteren örgütlerin yoksul ailelerin çocuklarının eğitimini yardım toplayarak sağlamak üzere faaliyet göstermesi örnek verilebilir.
Bütün bunların bizle olan ilgisine gelecek olursak…
Dünya Bankasının ‘Yapısal Uyum Programı’ altında saydığımız borçlu devletlere dayattığı kemer sıkma politikalarının neredeyse tamamının TC tarafından ekonomik paketler, mali yardımlar, protokoller aracılığıyla üzerinde yaşadığımız ada yarısına da uygulanıyor.
Göç Yasası’ndan emeklilik yaşının yükseltilmesine, kadının yıpranma payının kaldırılmasından suyun özelleştirilmesine, devlet okulları dökülürken özel okullara devlet tarafından teşvik verilmesine, devlet hastanelerinde bağış adı altında para alınmasından devletin hastaları bugün özel hastanelere sevk etmesine, ücretsiz hizmet veren tek üniversite olan AÖA’nın kapatılmaya çalışılmasından yabancı özel üniversitelerin sayısının sürekli artmasına dek saymakla bitmeyecek pek çok örnek yakın tarihimizde ve günümüzde mevcut.
Tüm bunlar olurken TC, AB, BM gibi çeşitli dış kaynaklardan elde edilen hibe programlarıyla devletin çekildiği eğitim, sağlık ve sosyal politikalar alanında pek çok sivil toplum örgütünün ‘özne’ olduğunu görüyoruz. Belki bunların pek çoğu ne güzel işler yapıldığı için takdir ediliyor, ‘her şeyi devletten beklememek lazım’ diyen bir gülümsemeyle sorumluluk olarak görülüyor.
Kanserin yaygın olduğu yurdumda bu alanda bağışlarla faaliyet gösteren dernekler, her ne kadar iyi niyet ve özveriyle de olsa, kanser hastalarına özel bir hastanede tedavi olmaları için yardım sağlarken devlet hastanesinin kardiyoloji servisinde kanalizasyon patlıyor mesela. Hastaların verdiği ölüm kalım mücadelesinin üzerinden gökdelen gibi özel hastaneler yükseliyor. Okullarında öğrencilerden kayıt, üniforma vs. adı altında tonla para talep edip çocuğun tuvalette kullanacağı kağıdı bile getirmesini isteyen devlet, özel okullara teşvik veriyor. Ailesi tarafından bırakılan çocuklarının bakımının devletin ilgili sosyal servisinden misliyle büyük ve donanımlı, fonlarla ve bağışlarla finanse edilen bir sivil toplum örgütü tarafından karşılanıyor, benzer bir özel eğitime ihtiyaç duyan çocuklar için de geçerli. Saydıklarımız ülkemizde devletin çekilip yerini sivil toplum örgütlerine bıraktığı sosyal alanlardan sadece bazıları.
Her geçen gün yoksullaşıyoruz. Daha çok çalışıyor, daha az kazanıyoruz. Ücretsiz sağlık hizmeti verilmediğinden paramız olmadığında kelle koltukta yaşıyoruz. Çocuklarımızın okulları açılacağında kayıt parasını, kitap parasını, üniformasını nasıl alacağız diye karın ağrısı çekiyoruz. Bu da yetmiyor, havalar kötüleştiğinden sevdiklerimiz okuldan, işten eve sağ salim dönecek mi diye yeni endişeler ediniyoruz.
Devletin ücretsiz ve kamusal olarak karşılaması gereken eğitim, sağlık, ulaşım ve sosyal hizmetleri anayasal ve yasal olarak sağlamakla yükümlü olduğu halkın haklarıdır. Bugün birileri tarafından bu temel hizmetlerin lütuf gibi az da olsa karşılanmasında sorun görmeyenler halen varsa, Victor Hugo’nun verilecek çok iyi bir cevabı var:
“Siz yardım edilmiş yoksullar istiyorsunuz. Biz ise, ortadan kaldırılmış yoksulluk. O yüzden anlaşamıyoruz.”
*Dünya Bankası Yanılsamalar ve Gerçekler, Filiz Zabcı, Yordam Kitap
Cansu N. Nazlı
Bağımsızlık Yolu Üyesi