Geçen hafta ada yarımızda 2 kadın cinayeti yaşandı, hem de 2 gün ara ile. Hepimiz üzüldük. Kimimiz dondu kaldı, konuşmadı. Kimimiz üzüntüsünü isyana döktü, bir daha bunlar yaşanmasın diye talepleri ile sokağa çıktı; kadın cinayetlerinin politik oluşunu, devletin 10 bini aşkın imzaya karşın sığınma evi talebine üç maymunu oynayışını serdi gözler önüne. Bir kısmımız ise eski ve eski olduğu kadar nefret dolu bir ezberi sürdü koro halinde tedavüle:
“Eskiden hırsızlık mı vardı, hep bu Türkiyeliler geldi hırsız doldu bunun içi.
Eskiden şiddet, tecavüz mü vardı, hep bu Türkiyeliler geldi tecavüzcü doldu bunun içi.
Eskiden cinayet mi olurdu, hep bu Türkiyeliler geldi katil doldu bunun içi.
Eskiden kadın cinayeti mi olurdu, hep bu Türkiyeliler geldi erkekler kadınları öldürür oldu “
Bu sözlerin ne kadar ötekileştirici olduğunu, göçmen düşmanlığının daniskası olduğunu veya bizi problemin kaynağından uzaklaştırdığını uzun uzun yazabiliriz, ama sanırım verecekleri cevap, “doğru değil mi yahu” olurdu bu kesimin. Öyleyse bu yazıda bir bakalım ne denli doğru. Gaspçısı, tecavüzcüsü, canisi, katili adaya Türkiyelilerle mi geldi?
Önce gaspa bir bakalım hep birlikte. İlk soygun kuyumcu soygunları, ev açmalar ile mi başladı bu toplumda? Hala bazı duvarlarda görünen” tutulmuştur” yazılarını ne çabuk unutuyoruz. O dönemden kalma bir Tavuri’miz yok mu bizim, ilk hırsızlığını ailesiyle ganimete çıkarak yapan? Tavuri hırsızlığa devam etti, diğer ganimetciler asilzadeye dönüştü diye, yok mu sayacağız “devletimizin” kuruluş temellerini?
Gelelim şiddete, tecavüze. 74’e kadar kaç Kıbrıslı Elen kadının tecavüze uğradığına dair toplu bir veri yok elimizde, nasıl olsun ki tecavüze uğrayan kadının da suçlu görüldüğü bir dönemde ve coğrafyada? Eldeki veri savaş sonrası Ortodoks Kilisesi izni ile 200 kadının kürtaj olduğu adamızın güneyinde. Köyünde veya mahallesinde eskiden kirli işleri olan “amcanın” varlığını bilmeyen, annesinin veya nenesinin bakışlarından sezmeyenimiz var mı? Ada yarımıza sığdırılan ve devlet denetiminde kadının sömürüldüğü 37 yasal gece kulübünün kaçının sahibi Kıbrıslı Türk, seks kölesi yapılan, her gün tecavüze uğrayan kadınlardan kaçının “olağan” tecavüzcüsü Kıbrıslı Türk? Bir gece kulübünde köleleştirilen Judy’nin cansız bedeni bir Kıbrıslı Türk evinin havuzunda bulunulmasının üstünden, Kıbrıslı Türk basınında bu kadın cinayetinin haberini “hüsranla biten felekten bir gece” olarak nitelenmesinin üzerinden kaç yıl geçti?
Peki ya diğer cinayetler? Toplumumuz içindeki ilk cinayetin faili bir Türkiyeli göçmen mi? Kaç yurtsever, kaç işçi, kaç sendikacı komünist ve vatan haini yaftalarıyla “faili meçhul” cinayetlerle katledildi bu toplumda? “Meçhul” faillerden kaçı meyhanede yan masamızda içkisine fondip çekiyordu dün, kaçı milliyetçi naralarını yükseltmeye devam etmekte?
Hala Kıbrıslı Türkler’de kadın cinayeti yoktur diyen mi var? Siz adına aşk cinayeti dediniz diye, üzerine karısını öldüren adamın aileliğini kutsayan ralli düzenlediniz diye o kadın cinayeti olmaktan çıkmıyor. Aksine bu romantize etme yeni kadın cinayetlerine, karısını öldürüp intihar edecek başka katillere zemin hazırlamıyor mu?
“Başımız dimdik yürüyoruz, çünkü burnumuza kadar boka battık.” demişti Dario Fo. Evet, hep başka bir suçlu arıyor birileri çünkü her yerimize bulaşan bunca pislikle uğraşmak zor geliyor. Günümüz Kıbrıs’ında göçmenler kadar iyi eğitimli beyefendilerinde kadına şiddet uyguladığını görmek istemiyor. Bunu yaparsa kendisinin de içinde yaşadığı erkek egemen sistemin bir parçası olduğu ile yüzleşecek, mazallah kendisini dahi sorgulaması gerekecek, bunu yapmamak kolayına geliyor. Yaratılan ve giderek bizi tüketen boktan sistemden nemalananların “bizlerden” birileri olduğunu görmek istemiyor. Bunu yaparsa “biz” diye kutsadığının suç ortağı, “öteki” diyerek saldırdığının ise aynadaki yansıması olduğunu görecek.
Yine de inatla duymayan kulaklar duysun, görmeyen gözler görsün diye tekrar edelim, yanlış hayat doğru yaşanmaz. Ada yarımızdaki sorunları göçmenler üzerine attık sonra, ne geçmişimizden bizleri takip eden kötülükleri temizleyebilir, ne de bugün bizden canlar alan muhafazakârlaşmayı, muhafazakarlaşmayı tetikleyen yoksullaşmayı, yoksullaşmayı yaratan politikaları görebiliriz.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu Lefkoşa Bölge Sorumlusu