BİZ, BİR PARÇA ACEMİ SU YORUMCULARIYIZ… -AYSUN EYREK

“Ateş bir kez tutuştuğunda; onu anlamak da yorumlamak da kolaydır. Çünkü ateşi, zaten ateşin aydınlığında izleriz. Oysa asıl zor olan kıvılcımı anlamaktır.” Genco Erkal 

 

Yaşam alanlarımızı rant alanına çeviren, kadınların -üç de yetmez- beş tane çocuk doğurmalarını buyuran, kadının yerinin aile olduğunu söyleyerek, çalışma yaşamından dışlayan, dindar bir gençlik yaratmaya çalışan, haklarımızı gasp ederek, bizleri yüzde ellilere bölen bir iktidar karşısında nefes alamadığımız günlerdi. Öfkeliydik… Bu kentin sokaklarından nefes almak için, öfkemizi sokağa taşıracak bir kıvılcım bekliyor gibiydik…

 

Özgürlük Sokakta

İşte bu isyan ateşinin kıvılcımı, 27 Mayıs akşamı, Gezi Parkı’nın Asker Ocağı caddesine bakan duvarın, bir kısmının gece yarısı yıkılarak, beş ağacın yerinden sökülmesi ile başladı. O gece de onu takip eden günlerde de, bu günün tarih sayfalarında yerini alacağını, milyonlar olarak sokağa çıkarak, özgürlük ve hak mücadelesi vereceğimizi bilemezdik… Bu bir devrim değildi belki ama devrimin provasının yapıldığı günlerdeydik.

Önce iş makinelerinin önüne geçerek yıkımı engellemeye çalıştık. Sonra, çok değil bir avuç insan çadır kurarak, yaşam alanlarımıza sahip çıktığımızı göstermek için gece nöbetine başladık. 28 Mayıs sabahı ise sosyal medyada, Gezi Parkı yıkımı duyulmaya başladı. Giderek kalabalık oluyorduk. Kentine sahip çıkan bir milletvekili iş makinelerinin önüne geçerek “Ağaçları kestirmeyeceğiz. Fakir fukaranın gölgesinin kesilmesine izin vermeyeceğiz.”  diyerek yıkımı engellemeye çalıştı. Gece nöbeti devam ediyor, herkes parktaki ağaca sarılarak ağaçlarla beden oluyordu. 29 Mayıs sabahı ise çadırların polisler tarafından sökülmeye başlanarak, ateşe verildiği haberini aldık. İşte o gün polis, bu ateş ile bizlerin içinde isyanı da ateşlemişti. Öğrenciler, çalışanlar, işsizler, kadınlar akşam saatlerinde, kalabalıklar halinde Taksim’e doğru ağaçlara, yaşam alanlarımıza, haklarımıza sahip çıkmak için yola koyulduk. Her yerden yıkıma ve polisin şiddetine itirazlar yükseliyordu. Sessiz çığlıklarımız, birden kalabalıklara karışıyor, sesleriyle kenti inletiyorduk. Kendiliğinden bir dayanışma ağı kuruluyordu. İstiklal Caddesi’nde birbirimizden farklı olan onlar, yüzler, binlerdik. Aynı şey için kalbimiz atıyor, mücadelemizi birlikte örüyorduk. Takvim 31 Mayıs’ı gösterdiğinde, akşam saatlerinde o kadar kalabalıktık ki hiç kimse bizim parka girişimizi engelleyemezdi. Bu öfkesini sokağa taşıyan halkın isyan sesleriydi. Artık iktidarın dediği gibi iş çoktan üç beş ağacı geçmişti.

Kimimiz ulusalcı, sosyalist, milliyetçi, feminist ve liberaldi. Ama bir arada yürüyor, polis şiddeti karşısında el ele tutuşuyorduk. MEB bakanı olan Nabi Avcı; ”Muhalefetin senelerce uğraşsa da başaramayacağı bir şeyi, beş günde başardık ve normal koşullarda bir araya gelmesi düşünülemeyecek olan birbirinden çok farklı kesimleri grupları fraksiyonları toz duman içerisinde bir birleriyle buluşturduk.” diyerek dayanışma ve birlikte yaşama olan istediğimizi görür gibiydi.

Gezi Parkı’nın yıkılmaması için başlatılan protestolar, sesini duyurmaya çalışan görünmeyen kitleleri görünür kılmaya başladı. Türkiye’nin her ilinde gösteriler yapılıyor, Gezi Parkı’na destek veriliyordu. Seslerini duyurmak için evlerinde ışık kapatma eylemleri, tencere tava çalmaya başladı insanlar. O günlerde sokaklar bizimdi. Sokakta özgürdük.

Hep birlikte polisin gazına “Sık bakalım sık bakalım biber gazı sık bakalım. Kaskını çıkar copunu bırak delikanlı kim bakalım” diyorduk. Biz feministler bu sloganı,  “delikadın” kim bakalım diye değiştirdik. Yürüyüş sırasında atılan cinsiyetçi küfürler, uyarı ile değişmeye başlamış, dil değişmişti. Seks işçileri evlerini insanlara açmış, yardımcı olmuştu. Birbirine teması mücadele alanında yaşamak böyle bir şey olsa gerek. İstediğiniz kadar yazılar yazın, eylemler koyun hayatın pratiğine dökmediğiniz sürece değişim öyle kolay da olacak bir şey değil…

 

Başka Bir Yaşam Mümkün

Sonrası işte parktaydık. Parkta çadırını alan herkes kendine bir yer bularak  kalmaya, özlemini, düşlerini kurduğumuz hayatı yaşamaya birlikte başladık. Komün mutfaklar kuruldu.Mühendisinden, doktoruna, ev hanımından, işçisine kadar hayatın her alanındaki kimliklerimizden sıyrılarak orada ortak bir beden olduk. Umudumuzun tükendiği yerde birlikte yaşamanın mümkün olduğunu gördük. Sağcısından, İslamcısına, ulusalcısından, Alevisine, Ermenisine, LGBTİ bireylerden, öğrencilere kadar her yelpaze ile oradaydık. Yanyana birbirimize saygı ve hoşgörü ile. El birliği ile çöpleri topluyor, yemek yapıyorduk. Cuma namazını kılanları, devrimciler etrafını çember oluşturmuş koruyordu. Kürtler halayını çekerken diğer taraftan “çıktık açık alınla” marşını söyleyen ulusalcılar vardı. Bunca zaman kimliklerimizle, farklı düşüncelerimizle bizi birbirimize kutuplaştıran iktadarlara başka bir yaşamın, başka bir hayatın mümkün olduğunun da göstergesiydi. Sokaklar kuruldu. Kiminin adı Hrant Dink oldu kiminin Pınar Selek. Kütüphane bile kuruldu. Mutluyduk…

15 Haziran günü parkı boşaltmamız için iktidar uyarıda bulundu. Parkta forumlar düzenlendi. Kararımızı ortak alıyorduk. Forumlarda kalmamız yönünde ortak karar çıktı. Akşam saatlerinde, polisin bu zamana kadar görülmedik en şiddetli  müdahalesi başladı. Öyle ya emir büyük yerdendi. Ses bombaları atılmaya başlamış, çadırlarımız duman altında kalmıştı. Savaş alanında ortada kalmış kişilerdik. Elimizde ne bir silah, ne de öldürücü bir şey vardı. Tek yaptığımız haklarımız için sesimizi, birlikte yükselterek, özgürlüğümüzü sokakta bulmaktı….

 

Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam

Güneşli haziran ayı bizlere birlikte öreceğimiz mücadelenin ve dayanışmanın karşısında da hiçbir iktidarın direnemeyeceğini gösterdi. Bugün forum alanlarında, mahallerde, kentlerde bu mücadelemizi büyütmeye çalışıyor, “reddet, işgal et, yeniden inşa et” diyerek bizden alınan alanları işgal ederek dönüştürmeye çalışıyoruz. Bir kere nefes aldık, bir kere sokağın özgürlüğümüze açılan kapı olduğunu gördük.

Sokak özgürlüktü. Sokaklarında özgürleşeceğimiz günler, belki kolay elde edilmeyecek.

Biz yarını, dünden alarak bugünlere taşımaya inatçı bir parça acemi su yorumcularıyız.

Bizler, 31 Mayıs’ta Ethem, Ali İsmail, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni, Hasan Ferit, Ahmet, Abdullah, Mehmet İstif, Fadime Ana, Berkin Elvan, Uğur Kurt, Ayhan Yılmaz ve Soma’da kaybettiğimiz işçiler için yeniden sokakta olacağız.

 

Aysun Eyrek

Baraka Dostu

Be the first to comment

Leave a Reply