Değişen dünya gündemleri ve insanlık ihtiyaçları her geçengün değişik meslek alanları yaratmakta. Eskiden varlığındanbile habersiz olduğumuz durumlar şimdi ayrı ayrı birçok işalanı haline dönüşebilmekte. Klasik meslekler dediğimizdoktorluk, mühendislik gibi alanlar dahi eskiye göre çok dahafarklı çeşitlerde alt dallara ayrılabiliyor artık. Bizimülkemizde ise özellikle öğretmenlik seçilen meslekler arasındahala en başlarda gelmekte. Her ne kadar devletin özellikleilköğretim kademeleri için kendi öğretmenleriniyetiştirebileceği Atatürk Öğretmen Akademisi gibi kaliteli bireğitim kurumunun işlevini yitirmesi için bir takım çalışmalarolsa da, gençler öğretmenlik mesleğini seçmeye devamediyor. Tabii öğretmen olmuş veya olacak olan herkesin bumesleği gerçekten gönlünden gelerek, hayalindeki meslekolarak seçtiğini söylemek de doğru değildir. Kimisi işgarantisi nedeni ile, ki artık böyle bir durum kesinlikveremiyor, kimisi çalışma saatlerinin nispeten daha kısaolması, kimisi uzun dönem sonu tatilleri gibi nedenlerleseçmektedir. Hal böyle olunca her bir öğretmenin de, diğertüm mesleklerde olduğu gibi, tam performans ileçalışamayabileceği de kabul edilmesi gereken bir gerçektir.
Mesleğini isteyerek seçmiş ve severek yapan bir öğretmenolarak, özellikle küçük yaşlara eğitim veren öğretmenlerinbaşka kimsenin elde edemeyeceği bir şansa sahip olduklarınıdüşünüyorum. Kötülüğe bulaşmamış pırıl pırıl beyinler, karşılık beklemeyen saf sevgi yüklü kalpler. Devletokullarımız belirli bir zaman önceye kadar göçmen çocuklarınyoğunlukta olduğu okullardı. Gelir düzeyi ülke koşullarınıgöre yeterli olmayan aileler çocuklarını, aslında herkesinyapması gerektiği gibi, devletin ücretsiz eğitim verenokullarına gönderiyor. Ki okullarımız da tam anlamıylaücretsiz eğitim veremiyor, o da bambaşka bir konu. Gelirdüzeyi biraz daha iyi durumda olan aileler ise, tüm günçalıştıkları gerçeği de gün gibi karşılarında dururken, çocuklarını tam gün eğitim veren özel okullarda eğitimalmaya göndermek durumda kalıyorlar. Ancak işte tam da bunoktada bazı aileler, çocuklarını sırf kültürel farklılıklarnedeni ile, yani çocukları kendi kültüründen olmayan göçmençocuklarla aynı okulda okumasın diye özel okullaragöndermektedirler. Lakin gelin görün ki ekonomikdurumumuz çıkmazlara girdiği için birçok aile çocuğunu özelokuldan devlet okuluna almak zorunda kalmakta, bunuyaparken de birçok acaba ile baş etmeye çalışmaktadır. İşingüzel tarafı gün gele okullar açılıp da küçücük çocuklar okulabaşladığı zaman hiçbir çocuk bu korkuyu yaşamamaktadır. Çünkü onların gözünde arkadaşlarının giydiği kıyafetinyeniliği veya eskiliği, konuştuğu veya konuşamadığı dilönemli değil. Onlar için etraflarındaki her çocuk, oyunoynayacak bir arkadaş. Belki çatışacak, belkipaylaşamayacak, belki söylediğini anlayamayacak, belkiyediği yiyeceğin farklılığı dikkatini çekecek ama öğrenecek, birlikte yaşamanın tüm adımlarını birlikte atacak ve döneminsonunda bir çok farklı özellik öğrenecek.
Yani işin özü şu ki, çocuklarımız ırkçılık ve ayrımcılık nedirbilmiyorlar. İnsan sevmek için oyuncağının çok olması değiliyi bir oyun arkadaşı olması önemli onlar için. Hatta dili farklıolan her çocuk diğerlerinin ilgisini çekiyor. Herkesin birbiriniçok iyi anladığı bir ortamda tek farklı olan biz olsak ne kadarrahatsız hissederiz kendimizi? Ya da herkesin şıkır şıkırgiyindiği bir partiye biz yırtılmış ayakkabı ile gittiğimizdekapıda bir an duraksarız değil mi? Bunca yıllık anaokulöğretmenliği hayatımda birçok parti yaptık çocuklarımızla vehiçbiri bir diğerinin ayakkabısının yırtıklığı ile dalga geçmedi, esas olan eğlenmektir onlar için. Dilini anlamadıklarıarkadaşlarının dilini öğrenmeye çalışmaları için yöngösterdim çocuklarıma, çünkü biz çoğunluğa dahil olabilirizama bir kişi bile bizden farklı bir şey biliyorsa, o farklılığıöğrenebileceğimiz tek kişi de odur.
Bahçelerde, parklarda, sınıflarda birbiri ile gayet güzelgeçinebilen çocuklarımızın tertemiz beyinlerine insanayırmayı, kendi ırkını üstün görmeyi, farklı olanıötekileştirmeyi öğretmeyelim lütfen. Çok kültürlülüğündeğerini ve kıymetini, bizzat yaşayarak öğretelim geleceğinyetişkilerine. Gemilerle uçaklarla gelen mültecilerin, ülkemiziele geçirmeye çalışan tehlikeli insanlar değil, yaşamak içinbizden yardım isteyen insanlar olduğunu anlatalım mesela. Veevet sorsunlar, peki neden “büyüklerimiz” onları önce birodaya kapatıp sonra da kaçtıkları yere geri gönderdi diye. Sorsunlar ki, verecek cevap bulamayıp gidip hesap soralım o “büyüklerimize”.
Sahi, biz tertemiz yardımsever Kıbrıs insanları, ne zaman ben yaşamak istiyorum diyen insanlara sırt çevirir olduk?
Pınar Piro
Baraka Aktivisti