Aylardır su konusu yoğun bir şekilde tartışılıyordu…
Tartışmanın odak noktası, suyun işletmesinin kimde olacağıydı…
CTP BG-UBP hükümetinin görevlendirdiği bakanlardan oluşan heyet, Türkiye’deki heyetle görüşmeden döndü ve bir anlaşma metni konusunda nihai mutabakata varıldığı açıklandı…
Şimdi bu anlaşmanın hayata geçmesi için sadece Türkiye hükümeti ve kktc hükümetinin son imzayı koyması kaldı, ki anlaşılan bu da en kısa sürede gerçekleşecek…
Peki nedir bu anlaşma metninin içeriği ?
Dün bu metin yine bu siteden yayınlandı…
Metne göre, suyun satış hakkı tamamen Türkiye’de olacak; bu satış özel bir tekel tarafından işletilecek; bu özel tekel, kamu kurum ve kuruluşları ile sözleşme kapsamındaki belediyelerin tesis ve şebekelerine el koyacak. Su ile ilgili bütün tesislerini bu özel tekele devredecek olan belediyelere gelirden düşen pay ise sadece yüzde 10 olacak, ancak bu bile net değil zira anlaşmaya göre devir alınan tesislerin fiili durumları ile yapım ve finansman şekli dikkate alınacak; yani özel tekel, “tamam bize tesislerinizi verdiniz ama bu tesislerde şöyle sıkıntılar var böyle sıkıntılar var” diyerek o yüzde 10’luk kısmın bir bölümünü bu gördüğü “sıkıntıları” gidermek için kullanabilecek. Bu özel tekel, pek çok yasal zorunluluktan muaf tutulacak ve bunlar arasında idarenin bu özel tekele her türlü kolaylığı sağlaması ve bazı personellerin çalışma izninden dahi bir süre muaf tutulmaları var. kktc devleti aynı zamanda bu özel tekele “garantili alım” sözü de veriyor; hem de öyle bir söz ki bu, mesela bu sözleşmeyi kabul etmeyen belediyeler adına dahi devlet yerel su kaynaklarından su temin edecek ama bu suyun fiyatı da özel tekel ihalesinde belirlenecek fiyat olacak. Yani belediyelerin kaçışı yok !
Elimizdeki durum bu !
Bunun adına “ihanet” dersek, “eski kafalı kelimelerle” mi konuşmuş oluruz bilmiyoruz, ama buna herhangi bir güzel isim konulamayacağı malum…
Devam etmeden bir noktayı açıklığa kavuşturalım :
Sorun Türkiye ile bir ticaret ilişkisine girilmesi değil. UBP’den ve CTP’den bazı kesimler, maksatlı bir şekilde, su işletiminin özelleştirilmesine muhalefet etmeyi “Türkiye’yi istememek” ve “Türkiye ile kurulan her ilişkiye muhalefet etmek” ile eş tutuyorlar. Halbuki bizim söylediğimiz şey çok basit…
Madem ki bu bir ticari ilişki, yani madem ki Türkiye bize bu suyu satacak, madem ortada bir ticari alışveriş var, haliyle bu alışverişin taraflarından biri olan Kıbrıslı Türkler de, kendi çıkarlarını düşünecekler. Su gibi en temel yaşamsal ihtiyacın özelleştirilmesi, sadece Kıbrıslı Türk halkı için değil, dünyadaki bütün halklar için bir olumsuzluktur…
Hele hele bu yaşamsal ihtiyacın özel bir tekelin inisiyatifine bırakılması, üstüne üstlük sanki bu bir ticari ilişki değil de kara kaşımıza kara gözümüze verilmiş bir şeymiş gibi bu özel tekele her türlü idari kolaylığın, yasal muafiyetin sağlanması ve yetmezmiş gibi bizzat kendi topraklarımızın ve tesislerimizin peşkeş çekilmesi ortadayken, bunu kabullenmek bu halka ihanet etmektir…
Kıbrıslı Elenlerle yapılan müzakerelerde nasıl ki siyasi eşitliğimizi ve ortak haklarımızı sonuna kadar sahipleniyoruz, aynısını Türkiye’ye karşı yapmamızda anlaşılır olmayan şey nedir ?
Bizler, Türkiye dahil olmak üzere dünyadaki hiçbir ülkeyle düşman olmak istemiyoruz ki…
Bizim istediğimiz şey, basitçe, Kıbrıslı Türklerin hakkının da diğer her halk gibi eşit bir şekilde savunulması…
Fazlasını istemiyoruz yani, sadece hakkımızı istiyoruz…
Ve hükümetteki “temsilcilerimizin”, neden Kıbrıslı Türklerin çıkarlarından başka her şeyi temsil ettiklerini anlamıyoruz…
***
Bitirmeden önce iki noktayı dile getirmek lazım :
1 – Dikkat etmişsinizdir, kendini bir “umut” ve “alternatif” olarak sunan Halkın Partisi adlı oluşum, su meselesi konusunda neredeyse çıt çıkarmıyor. Geçmiş zamanlarda bu konuyla ilgili birkaç sözleri olmuştu ve “kamu-özel ortaklığı” gibi muğlak ifadelerle konuyu geçiştirmişlerdi. Bu kadar hayati bir meselede böyle muğlak bir tavır ortaya koymaları ve konuyu sessizce geçiştirmeye çalışmaları, bu partinin de iktidardaki partilerden bir farkının olmadığının en önemli kanıtı. Gündeme dair pek çok meselede günler boyunca bildiriler yayınlayıp sözünü söyleyebilen bu parti, bütün memleketin konuştuğu bu kadar hayati bir konu hakkında ortaya bırakın ciddi bir muhalefet koymayı, net bir duruş dahi koymaya çalışmadı. Zamanında CTP’yi umut olarak gören kesimlerin şu anki hayalkırıklığına bir yenisini eklemek istemiyorsak, hayati meselelerde Kıbrıslı Türk halkı lehine net bir duruş ortaya koymayan bu partiyi de allayıp pullamaktan vazgeçmek lazım.
2 – CTP artık ne Özker Özgür’dür, ne de Naci Talat’tır; CTP artık Birikim Özgür’dür. CTP artık ne demokrasidir, ne de faşizme karşı mücadeledir; CTP artık Göç Yasası’dır, özel sektördeki emekçileri patronların iki dudağının arasındaki lafa mahkum etmektir, iş cinayetleridir, su konusunda yapılan ihanettir, işbirlikçiliktir. CTP kızıl değil, yeşildir. Artık sürekli “CTP’nin özünün böyle olmadığını, CTP’nin aslında hala halk için siyaset yapma umudunu taşıdığını” söyleyenler bizleri aptal yerine koymaktadırlar. Parti çatır çatır halk aleyhine adımlar atmaya devam ederken, koskoca partiyi sanki Birikim Özgür idare ediyormuş gibi sadece Birikim Özgür’ü suçlayıp onun üzerinden sözde muhalif laflar söyleyip puan toplamaya çalışıp, sonra da hiçbir şey olmamış gibi CTP’de siyaset yapanlar ya da CTP’yi destekleyenler bizleri aptal yerine koymaktadırlar. Sorun Birikim Özgür değil, sorun CTP’dir; çünkü zaten, Birikim Özgür CTP’dir.
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu üyesi