“Yüz bin nüfuslu bir adada tüm basiretsiz, niteliksiz devlet erkanı öldürülüyor. Boşuna dememişler, biriken adaletsizlikler korkunç eylemlerle noktalanır diye.”
“Güzel sözmüş. Kim demiş bunu?”
“Kimse demedi. Ben uydurdum; ama ben yazdıktan sonra eminim tüm ada halkı bu sözü söyleyecek…”
Yukarıdaki alıntı, ülkemizin genç ama kendi dilini bulmuş yazarlarından Gürkan Uluçhan’ın “Keçiboynuzu” isimli cinayet romanından. Zekice bir polisiye kurguyla yazılan roman, hem eğlendiren hem de düşündüren gayet politik bir eser aslında… Keçiboynuzu Adası’nın hayal ürünü, kişilerin ve olayların ise tamamen kurgusal olduğu uyarısyıla başlasanız da okumaya, her satırda daha bir yaklaşıyorsunuz Keçiboynuzu’ndan Kıbrıs’a. Ve merhaba diyorsunuz ülkemizin tanınmış simalarına… “Araf” olarak adlandırılan bölümlerde ise sanattan ulaşıma, hukuktan ekonomiye pek çok konuyu yeniden sorgulama imkanı buluyorsunuz. Yazarın her iddiasına katılmanız da gerekmiyor bu romanı sevmek için; örneğin serbest piyasa kurallarından övgüyle, belediye grevlerden yergiyle bahseden cümleleri onaylamıyor olabilirsiniz benim gibi. Ama yine de bu toplumun katillerinin peşine düşebilirsiniz bir dedektif misali… Okuyucuya katilin/katillerin izini sürdüren bir cinayet romanının heyecanını kaçırmamak için kitabın içeriğinden ziyade bana düşündürdüklerini aktaracağım yazının bundan sonrasında.
Yıllardır hükümetler gidiyor, hükümetler geliyor bir umutla… Ama hiç biri iktidar olamıyor, bin bir vaadle oy istediği halkı adına değil hep başkaları adına konuşuyor… Sermayenin cebini doldurup bu arada kendininkini de ihmal etmezken, halkın cebini boşaltıyor… Daha da önemlisi onurunu ayaklar altına alıyor, kültürünün yozlaşmasına seyirci kalıyor , kendine olan inancını ve geleceğe dair umutlarını yok ediyor… Sağcısı da “solcu”su da bir kurtarıcıya sığınma peşinde. Ya “anavatan”a şükrediyor ya da Avrupa Birliği’nin yıldızlı değneğiyle dokunup her şeyi düzelteceğini umuyorlar… Bir yandan dağlar, denizler, doğal yaşam alanları talan edilirken öte yandan sanat kurumları, eğitim ve sağlık gibi temel haklar sermayeye altın tepside sunuluyor. Kağıt üzerinde AB uyum yasaları, çağdaşlaşma çalışmaları yapılırken, emeğiyle geçinmeye çalışanlar daha iyi koşullarda bir iş aradıkları için kolayca işlerinden, aşlarından olabiliyor. Politikacıların çoğunun adı yozluklarla, yolsuzluklarla anılıyor, halkın kurumlarını batıranlar, belediyelerin parasını buharlaştıranlar ortalıkta boy gösteriyor, oysa yargıdan en ufak bir ses bile çıkmıyor. Yargı, gücünü, onurlu bir yaşam istediği için eylemlere katılan, polisten dayak yiyen, tutuklanan eylemciler üzerinde deniyor…
Adaletsizlikler biriktikçe birikiyor… Biriken adaletsizliklerin, Keçiboynuzu Adası’ndaki gibi korkunç eylemlerle noktalanması, kurgusal bir tatmin yaşatabilir okuyucuya. Ancak bireylerin basiretsizliğini, yönetenlerin niteliksizliğini ön plana alıp, sistemin adaletsizliğini görmeyen gözler, cinayeti tam anlamıyla çözemeyecektir…
Katilin günlüğünden alıntı: “Yok etme/yaratma eylemlerinin kendine has özel bir ilişkisi olduğuna inananlardanım. Keçiboyunuzu likörü içmek istiyorsanız, bardaktaki suyu boşaltmanız gerekir öncelikle…”
Nazen Şansal – Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.