Son haftalarda Kıbrıs’ın kuzeyinde “yüksek maaş” meselesi yoğun bir şekilde tartışılıyor…
Aslında yeni bir konu değil bu, “yüksek maaş çekenler” mevzusu her daim konuşulagelen bir konu olmuştur Kıbrıs’ın kuzeyinde…
Bu konuya çok çeşitli açılardan yaklaşılabilir, ancak ben bu yazıda tek bir boyutuna değineceğim…
***
Öncelikle belirtelim, “yüksek maaş” meselesi, gelir eşitsizliği meselesi çerçevesinde konuşuluyor…
Yani bir yanda “üç kuruş paraya çalışanlar”, öte yanda “yüksek maaş çekenler”…
Belirtmek gerekir ki, gelir eşitsizliği meselesi, dünyanın en zengin devletlerinden tutun da en yoksul devletlerine kadar, son 15 yıldır çok ciddi şekilde dünyanın gündeminde…
Bunun sebebi ise, neoliberal dönemde (yani 1970’li yıllardan itibaren), kapitalizmin tarihinde hiç görülmemiş büyüklükte gelir eşitsizliklerinin oluşması…
Özellikle kapitalizmin 2007 yılında açığa çıkan ve hala sürmekte olan son büyük krizinden sonra, bu konu gündemde gittikçe daha da büyük yer kaplıyor haklı bir şekilde…
Bu tartışmanın terazisinin bir yanında yerinde sayan ya da yoksullaşan emekçiler, diğer yanında ise akıl almaz zenginliklere ve servetlere ulaşan sermaye sınıfı var…
Yine bu tartışmanın yaşandığı her neoliberal toplumda, tıpkı bizde olduğu gibi, sermaye kesimleri ve onların hem devletteki hem de medyadaki sözcüleri hedef şaşırtıyorlar…
Örneğin ABD’de, toplam ABD kârları 2001 ile 2003 arasındaki üç yıllık dönemde 1.1 trilyon dolar olan ABD’nin en zengin 500 şirketinden 275’i, bu yıllar arasında, ya hiç vergi vermediler ya da negatif vergi beyan ettiler.1 Negatif vergi demek ise, bu şirketlerin devletten “vergi iadesi” almaları, yani elde ettikleri o büyük gelirin ve zenginliğin vergisini ödemek bir yana, üstüne bir de para almalarıydı! İşte böyle akıl almaz bir gelişmenin olduğu bu zaman diliminde, ABD finansal sermayesinin gazetesi olan Wall Street Journal’da, “vergi kaçıran şanslı sınıf” ile ilgili bir makale yayımlanıyor, ve bu makalede “vergi kaçıran şanslı sınıf” olarak nitelenen kişiler, bu çok zenginler değil, ABD’nin en yoksul kişileri oluyor!2 Elbette yoksullar, zaten az olan gelirlerini korumak için, vergi kaçırmak gibi yollara gidebiliyorlar haklı olarak, böylece zaten ucu ucuna geçimlerine yeten gelirlerini korumaya çalışıyorlar. Öte yandan, yoksulların nasıl “gelirlerinin üzerine yattıklarından” söz eden sermaye sözcüleri, ne hikmetse, trilyonlarca kâr yapan şirketlerin ve kişilerin vergi kaçakçılığından asla söz etmiyorlar…
Kıbrıs örneğine geçmeden önce belirtmekte fayda var; gelir eşitsizliği kapitalizmin temeli değil, sonucudur. Yani anti-kapitalist bir hareket, gelir eşitsizliği uçurumunu kapatmayı savunmanın yanında, bu gelir eşitsizliğine yol açan kapitalist mülkiyet anlayışını ortadan kaldırmayı ve kolektif mülkiyet sistemine geçmeyi hedeflemelidir…
***
Kıbrıs’ın kuzeyi örneğinde ise, gelir eşitsizliği konuşulurken, sermayenin hedef çarpıtması ise, gelir eşitsizliği meselesinin emek-sermaye karşıtlığı temelinde değil de, emekçiler arasında tartışılmasını sağlamak oluyor (örneğin kamu emekçileri ile özel sektör emekçiler arasında, Göç Yasası öncesi ve sonrası kamu çalışanları arasında). Bunun da sebebi, Kıbrıs’ın kuzeyinde şöyle bir anlayışın yerleşmiş olmasıdır : “Özel sektör patronları zaten şirketlerini binbir güçlükle boğuşarak ayakta tutabiliyorlar ancak, bu ülkede risk alıp girişimcilik yapıyorlar, öte yandan memurlar ise yan gelip yatıp maaş çekiyorlar”…
Yani öyle bir hal alıyor ki, gittikçe zenginleşen ve semiren bir avuç özel sektör patronuna acımamız istenecek; ne de olsa onlar “haklarıyla” bu zenginliği elde ediyorlar, tırnaklarıyla kazıyarak bu tanınmamış devlette girişimcilik yapıyorlar, ülkemizi tanıtıyorlar, ülke ekonomisine can veriyorlar; öte yandan ise memurlar hem tüm gün yatıyorlar, hem de üstüne yüksek maaşlar çekiyorlar…
Bu bir avuç elde toplanan zenginliğin nasıl özel sektör emekçilerinin yoğun ve güvencesiz emek sömürüsü üzerine kurulduğunu; devletten özel şirketlere akan transfer ödemelerini, sübvansiyonları; Kıbrıs’ın en zenginleri olmalarına rağmen vergi listelerinde görünmeyenleri; bir çırpıda trilyonlarca liralık vergi borcu silinenleri; kalitesiz ve sağlıksız ürünleri bize pahalıya dayatanları uzun uzun anlatabiliriz…
Ancak bir avuç zenginin gün geçtikçe zenginleşmesine rağmen hala bütün sorunu emekçilerin maaşlarında gören kesime, zenginlerin zenginliğinin nasıl oluştuğunu ve “ülkemizi gururla temsil eden” şirketlerin halini çok çarpıcı bir örnekle gösterip, yazımızı bitirelim. Aşağıda paylaşacağım yazı, Türkiye’nin en çok ziyaret edilen üçüncü internet sitesinde paylaşıldı dün. Yazıdan sadece küfürlü kısımları çıkardım, gerisine dokunmadım:
“30 eylül 2015 yakın doğu üniversitesi rezaleti cok muhterem üniversitemizin tıp fakültesinde bütünlemeler 30 eylülde yapılmakta. sebebi de öğrenciler yatay geçiş yapamasın. her neyse aylardir herkes bu sinava hazirlaniyor cunku donemin %70i büte kaldi zaten. bu sabah muthis bir skandal ile uyandik. sabahin 8.30’unda okul (internetten de degil panodan) aciklama yapti. 2015-2016 donemine ait okul parasini odemeyenler butunlemeye giremeyecekmis. ama yapilan butunleme 2014-2015’e ait. sebebi ne ? butunlemeden kalip okulu birakmak isteyenlerin de parasini almak. daha da kotusu var. burslu ogrencilere de deniyor ki “siz de parayi odeyin, kalmazsaniz geri alirsiniz”. bu adam burslu. belki imkani yok. sabahin 8’inde nerden 20bin turk lirasi bulup sana getirsin? bu sebeple onlarca ogrenci sinava giremedi. bir yigin insan mağdur oldu. kimseye derdimize ortak olun sesimizi duyurun dedigim yok. tek istegim lutfen.. lutfen ama lutfen bu ticarethaneye cocuklarinizi eslerinizi dostlarinizi gondermeyin. muhendislik vs. gibi bolumler cok kalitesiz oldugu icin tercih edilmiyor zaten. gelen hukuk veya tip icin geliyor. lakin goruyorsunuz durumu. burasi bir egitim kurumu degil, ticarethane. lutfen gelmeyin su boktan kibris üniversitelerine.”3
Celal Özkızan
Bağımsızlık Yolu
Referanslar
1 Neoliberalizm ve Kriz, Kalkedon Yayınları, 2008, sayfa 286
2 aynı kitap, sayfa 288-28
3 https://eksisozluk.com/entry/55174723