Bir kitap tanıtımına gittim dün gece. Ortam hayli kalabalık… Yüzler hep tanıdık… Konuşmalar yapıldı önce ve sonra herkes bistro masaların önüne çekildi gruplar halinde.
Bir uğultu kapladı ortamı… Dikkat kesildim… İki konu vardı konuşulan haliyle mekanda: Yazarın üretimleri ve seçimler…
Eskiden milletvekilliğine aday olmuş biri ve bir de yeni milletvekili adayıyla aynı masada sohbete başladık.
Biri tecrübeli… Diğeri heyecanlı…
Diğer masalara bakıyorum, benzer bir heyecan diğer masaları da kaplamış…
“Ey seçim” diyorum kendi kendime, “sen nelere kadirsin”.
“Belki ‘normal’ bir dönemde yorgunluktan düşecek suratlara, nasıl da yapıştırdın gülümsemeleri.”
Evet “normal” kelimesini kullanma ihtiyacı hissediyorum çünkü seçim dönemleri öyle çok abartılıyor öyle çok büyütülüyor ki gözde, sıradanın dışına çıkıyor bu süre zarfları.
Tutulamayacak sözler veriliyor, eski ihanetler unutuluyor…
Eğitime dair, sağlığa dair, ekonomiye dair büyük büyük programlar hazırlanıyor.
Hani sanırsınız seçimler bittikten sonra herşey olacak güllük gülistanlık!
Lambadan çıkan cin misali, milletvekili adayları dolanıyor pembe tozlar içinde: “Dile benden ne dilersen!”
*** ***
“Bir varmış, bir yokmuş” diye tekerlenen seçim masalları hep “yokmuş”larla sonuçlandı bizim coğrafyamızda.
Çünkü edilen kelamların ve verilen sözlerin hep bir son kullanma tarihi oldu: Seçim gününün ertesi.
Bazen tatlı uykulara yatıldı seçim dönemlerinde, gerçek uyandırdı sonra en sert haliyle…
Umutlanıldı bazen… Islandı umutlar düştükleri suyun içinde…
İnsanlar umutlarını sarıp sarmaladı ve kaldırdı kalplerinin en uç yerine.
İnançsızlık yürümeye başladı yüreklerde…
Bu seçim dönemiyse sarılan umutlar açılmaya başlandı usul usul…
Çünkü bu kez sesiyle, sözüyle farklı bir oluşum vardı seçim sahnesinde: BKP-TVG
Uzun zamandır özlenen, sol bir ittifaktı bu.
Seçim öncesinde inançsızlığa inat sokaklarda yürüyen, seçim zamanında da aynı sözü söyleyen.
Büyük vaatler değildi verilen. Onurdu en önde giden…
“Her şeyi yaparız” nutukları değildi atılan. Halkla yapılmasıydı savunulan.
Seçimler farklı tutulmuyordu bir eylemden. Ankara’ya açık açık yine onlardı diklenen.
Halk sahiplendi bu umut kıvılcımını çünkü istekleri yakmaktı, güzel günlerin ardına saklandığı o yalan dağını…
Halkın sahiplenmesi korkuttu birçok kesimi. Elçilikten sağ partilere, sol liberallerden umutsuzluğun bekçisi boykotçulara kadar pek çoğu huzursuzdu. Enselerinde hissediyorlardı halkın soluğunu!
İnsanlar bu kez tercih edebilecekti onuru ve varoluşu…
Tehlikeye girmişti ya koltuğun tutkusu, ondandı bazılarının da korkusu!
*** ***
Bir şey daha vardı insanları sevindiren bu dönem. Diğer sol partilerin adaylarına bakıldığında feminist aktivistler, akademisyenler ve sanatçılar göze çarpıyordu.
Genç yüzlerin görülmesi ayrı bir heyecandı.
Yeni nefesler sevindiriyordu.
Ancak “acaba” sorusu kemiriyordu insanları, bu kişilerin aday oldukları partilerden dolayı.
Elbet bir yere kadar iyidir donanımlı insanların mecliste olması.
Gerekli yasaların geçmesi daha kolay olacaktı.
Günlük yaşantılarımızı kolaylaştıracak reformlar daha kolay uygulamaya koyulacaktı.
Peki ya günü geldiğinde Ankara’ya karşı başı dik durmanın?
İşte şimdi merak edilen bu!
Dileğimiz odur ki, bu adaylar kendilerine oy veren kişilere ihanet etmez ve getirmek için güzel günleri, tutarlar onlar da çekilen ipin ucundan.
Odur ki isteğimiz, onlar da günü geldiğinde doğru tarafta dururlar.
Bu da bizim vereceğimiz mücadeleye bağlıdır bir anlamda.
Mücadeleyi keskinleştirmeli ki taraflar iyice aşikar olsun.
Sokağı boş bırakmamalı ki günler aydınlık olsun.
O zaman Gezi Parkı’ndan bir sözle sonlandıralım yazıyı:
“Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”
Başak Önel
Baraka Kültür Merkezi aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.