Biz iki kardeş olarak dünyaya geldik. Ben kardeşimden iki dakika erken doğduğum için kardeşimden büyük sayıldım. Annem bize hamile iken babam bizi terk etmiş; annem bu konudan hiç bahsetmez. Annem bizi çok zor şartlarda büyütmeye çalıştı; malûm, işsizlik her yerde. Annem her sabah ve akşam çıkar, kapı kapı gezip bizi doyurmak için yemek dilenirdi. Ancak her zaman karnımızı doyuramaz, sağı solu delik evimizde sıcak soğuk demeden ailece bir yaşam mücadelesi verirdik.
Bir gün yanımıza birileri geldi, bizi çok sevdiler ve bize yemek verdiler. Ara sıra uğrayıp karnımızı doyurdular ve bize yardım ettiler. Bir gün kardeşim çok hastalanmıştı, ateşler içinde yatıyordu. Yanımıza kimse gelmedi. Telefonumuz olmadığı için ve bize dilenci gözüyle baktıklarından kimse bize yardım etmedi. Bize yardım edip karnımızı doyuran insanlar da o günlerde yoktu, zaten onların da durumları çok iyi değildi.
Kardeşim hastalığa ve açlığa daha fazla dayanamayıp hayatını kaybetti.
Artık tek kalmıştım. Annem bana yemek bulmak için gittiği zamanlarda ben de mahallede dolaşıyor, kardeşimin acısını hafifletmeye çalışıyordum. Bir gün mahalledeki birkaç kişi beni gördü ve beni kucaklarına alıp evlerine götürdüler. Bana bir müddet baktılar, benimle ilgilendiler ama sonra benden sıkılıp beni tekrar sokağa attılar. Konuşamadığım için beni duygusuz ve vicdansız sandılar ama ben çok üzülmüştüm ve haftalarca beni terk ettikleri yerde onları bekledim – belki geri gelip beni almak isterler diye. Geri gelen olmadı. Ben de annemi aramaya karar verdim ama, annemi de bulamamıştım. Eski dostlarımıza sordum “annem nerede” diye. Aldığım cevap beni bir kez daha yıkmıştı – annem zehirlenerek ölmüştü.
Ben artık bu dünyada tek başıma kalmıştım. Sonraları sokaklarda ve çöplerde bulduğum yiyecekler bana yetmemeye başlamıştı. Aklıma annemin bizim için yemek dilendiği gelmişti ve gururumu hiçe sayarak ben de dilenmeye karar vermiştim. Ben insanlara güveniyor ve insanları seviyordum; ne de olsa bir müddet bana bakmışlardı ama annemi zehirleyenler de o iyi insanların içinde olan kötü insanlardı.
Bir eve gittim, bana çok iyi davrandılar, yemek ve su verdiler. Karnımı doyurduktan sonra onlar sıcacık evlerine girdi ve ben de her tarafı delik olan evimin yolunu tuttum. Ertesi gün yine o eve gidip yemek isteyecektim ama evde kimse yoktu. Ben de şansımı başka bir evde denemek istedim ama bu insanlar onlar kadar iyi değildi; bahçelerine girdiğim için rahatsız olup beni tekmelediler ve sopalarla dövüp bahçelerinden attılar.
Gururum incinmiş bir halde ve her yanımda sızılarla evimin yolunu tutumuştum. Gece geç vakit yolda ilerlerken önümü iki kişi kesmişti. Ben korktum, kaçmak istedim ama bir yandan da insanları halâ çok seviyor ve onlara güveniyordum. Uzaklaşmadım, beni yakaladılar ve evlerin olmadığı bir alana götürdüler. Biri ellerimi bağladıktan sonra diğeri cebinden metal bir şey çıkarmıştı. Ne olduğuna anlam verememiştim. Sonra beni bağlayan kafama taş atıp kahkahalarla gülmeye başlamıştı. Ben de korku içinde çığlıklar atıyordum, yüzümden kanlar akmaya başlamıştı. Sonra da cebinden metal bir şey çıkaran arkadaş yanıma geldi ve kulaklarımı kesmeye başladı.
Canım çok yanıyordu. Neden bana bunu yaptıklarına anlam veremiyordum, ben henüz 4 aydır dünyadaydım.
Kulaklarımı kestikten sonra biter sandım ama daha bitmemişti. Kulaklarımdan sonra sıra kuyruğuma geldi ve onu da kestiler. Biri beni keserken diğeri de bana taş atmaya devam ediyordu. Kimseye sesimi duyurumadadım. Bu iki kişi beni öldürecekti bunun farkındaydım; artık tek istediğim bir an önce beni öldürmeleriydi çünkü daha fazla acı çekmek istemiyordum.
Sonra aniden durdular. Bir ışık görünmüştü, ben de sevinmiştim kurtulacağımı sanarak. O ışık uzaklaşıp gidince aralarında konuşmaya başladılar. Sonra elinde metal olan kişi yanıma tekrar eğildi. Her yerde kanlarım vardı, ağlayarak “beni bırakın” diyordum ama beni anlamıyorlardı. O kişi ayaklarımı da kesmeye başlamıştı, ben bağırıyordum. Diğer kişi sesimin fazla çıktığını düşünecek ki çenemi taşla ezip çenemi kırdı ve sonra da dilimi kestiler.
Ben artık daha fazla dayanamayıp kan kaybından dolayı melek oldum.
Kısacık hayatımda güzel hiç bişey yaşamadan bu dünyadan ayrılmıştım; ama olsun ben halâ insanları seviyorum çünkü aralarında halâ çok iyi insanlar var.
***
Bu yazıyı okurken eğer biraz olsun vicdanınız sızladıysa, bu hayvanlara sahip çıkın. Bu yazılanların maalesef ki hepsi gerçek ve böylesi kişiler insan olduklarını söyleyerek aramızda dolaşıyorlar. Sokak hayvanları bizim bir parçamız; kapımızın önüne bir tas su koymak ne kadar zor olabilir? Onları görünce dövüp uzaklaştırmak yerine sevmek daha kolay değil mi? Bir marketten 5 liralık bir mama alp karınlarını doyurmak çok mu zor? Yukarıda hayatını anlatan dostumuzla aynı fikirdeyim, halâ umut var, halâ iyi ve temiz insanlar var, halâ vicdan sahibi insanlar var… Bu nedenle umut her zaman var.
Bu sıcak havalarda kapınızın önüne bir tas su koymayı unutmayın. Onlar bize dertlerini ve isteklerini anlatamıyor; tek istekleri biraz su ve yiyecek. Tabii bir de sevgi ve saygı. Sokak hayvanlarına sahip çıkıp daha duyarlı olalım.
Turan Dereboylu
Bağımsızlık Yolu Omorfo Bölge Örgütü Mali Sorumlusu