Lefkoşa sokakları son yılların en kitlesel, kararlı ve tartışmasız en coşkulu eylemlilik süreçlerinden birine ev sahipliği yapıyor. Cuma günü gerçekleşen ve binlerce kişiyi bir araya getiren yürüyüş “#reddediyoruz” adı verilen bu platformun en kitlesel eylemliliği oldu. Artık reddediyoruz hükümet açısından sürekli bir korkuyu, halk açısından ise umut sözcüğünün yeniden kullanıma konmasını ifade ediyor.
Açıkçası reddediyoruz eylemleri pek de alışık olduğumuz bir eylem kültürüne sahip değil. Öncelikle uzun süredir eylemlere egemen olan orta yaşlı sendikacılar ve örgüt temsilcileri bu eylemlerde ön planda değil, onların yerini gençler almış durumda. 1 Mayısları dahi öldüren uzun ve sıkıcı konuşmaların yerini ise halk danslarımız ve şarkılar aldı. Kıbrıs folkloru ve Kıbrıs şarkıları tarihimizde belki de ilk kez protesto kültürü ile bu denli iç içe geçmiş durumda. Eylem alanında birden Dillirga eşliğinde göbek atılabiliyor veya Kıbrıs’ın en uzun sustası eylemin en güçlü silahına dönüşebiliyor. Eylemlerin bir parçası olabilmiş biri olarak şunu da söylemekte fayda görüyorum ki eylemi yaratan gençlerde sisteme karşı büyülü bir öfke hissediliyor ve bu öfke gençliğin dinamizmi ile 9 / 8’lik ve mizahla kuvvetlendirilmiş bir direnişe dönüşüyor. Açıkçası durum muhteşem!
Sanırım hala eylemlerin büyüsü içinde olduğumdan sürecin nasıl başladığına ve ilerlediğine değinmedim. Her şey 2 sene evvel başladı. O dönemin CTP-DP hükümeti Türkiye ile bir anlaşmaya onay verdiler. Bu anlaşmaya göre Türkiye Kıbrıs’ta kültürel ve sportif alanda görev alacak bir koordinasyon ofisi kuracak, yönetecek ve tüm elemanlarını kendi atayacaktı. Bu ofiste görev yapacak Türkiye’nin atadığı yetkililer ise diplomatik dokunulmazlığa sahip olacaktı ( yani yargılanamaz, kimliğine dahi bakılamaz ). O dönem hükümetten geçen anlaşma, oluşan kamuoyunun etkisi ile meclise gelemedi. Çünkü Reddediyoruz adı ile kültürel, sportif alanda faaliyet yürüten örgütler ve sendikalardan oluşan bir platform kurulmuş, bu platform güçlü bir ses çıkarmaya başlamıştı. Muhtemeldir ki özellikle o dönem hükümetin büyük ortağı olan CTP açısından bu tepki göğüslenebilir değildi.
Bundan 15 gün önce ise yeni kurulan UBP-DP hükümeti bu yasayı yeniden gündeme getirdi. Bu sefer geçmiş deneyimlerden kaynaklı meseleyi hiç zamana yaymadan bir hafta içinde komiteden geçirerek oldu bittiye getirmeye niyetliydiler. Muhtemel planları zaten büyük ölçüde dağılmış vaziyetteki hantal toplumsal muhalefetin 1 haftada toplanamayacağıydı. Ama hiçbir şey umdukları gibi olmadı.
Meclisteki genç bir TDP milletvekili olan Zeki Çeler mesele gündeme geleceği anda konuyu toplumsal muhalefete duyurdu. Hemen ardından daha önce reddediyoruz platformu içerisinde bulunan bir kısım örgüt bir çağrı yaparak toplanabilen örgütlerle bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Reddediyoruz’un ilk eylemleri şekillendi. Kıbrıs eylem kültürünün dışında, gençliğin ve konunun ruhuna uygun eylemler; önce bisiklet, ardından ise folklorlu yürüyüş eylemleri.
Bisiklet eylemi Çarşamba günüydü ve yasa Pazartesi görüşülecekti. Duyurular ise ancak Salı günü yapılabilmişti. Eyleme karşı sağdan tam bir kayıtsızlık, soldan ise belli kesimlerden tepki vardı. Kimisi “bisikletnan eylem mi olur, gidecen vuracan, gırasın” diyordu, kimisi ise “zaten gaybeddiniz boşuna uğraşmayın” diyordu. Bu kesimlerin ortak yönü ise evde oturmalarıydı. Buna rağmen platform bileşenleri bisikletleri ayarladı ve duyuruları yaptı. Gerisini gençler halletti. Günün sonunda Dereboyu yaratıcı sloganlarla bisiklet üzerinde geçen 100’ün üzerinde gençle şenlendi. Bir sonraki gün folklor eyleminde sayı daha da arttı. Medyanın meseleye, zaman içinde bilinçli olduğu ortaya çıkan, ilgisizliği ise sosyal medyanın Kıbrıs tarihindeki bir mesele için en yaygın kullanımı ile ortadan kaldırıldı. Burada bir parantez açıp gençliğin sürece katılım motivasyonlarından bahsetmek isterim. Kendi kendimizi yönetme talebi ve gericilik karşıtlığı öne çıkan 2 nokta ve bu 2 noktanın tam anlamı ile iç içe geçmişliği söz konusu. Türkiye’deki AKP iktidarı gericilikle özdeşleşmiş durumda ve Türkiye’nin gidişatı eğitimde bilimsellikten kopma, kültürde ise dinin baskınlığı ile şekilleniyor. Koordinasyon Ofisinin başına Türkiye tarafından atandığı söylenen eylemcilerin “Semo”su, yani Semaattin Öztürk’ün kadınların elini dahi sıkmadığı iddia ediliyor. Sosyal medyada ise kendisi okul ile camiyi eşitleyen ve kadını küçültücü paylaşımları olan bir bağnaz. Semaattin Öztürk üzerinden vücut bulan bu dinsel gericilik gençleri ateşleyen önemli bir unsur. Bu unsur yönetimi Kıbrıslı Türkler’de olan kurumlarımızın, müziğimizin ve dansımızın yabancı bir devlete devredilecek olması durumu ile birleşince Reddediyoruz’u ortaya çıkarıyor.
Sürece dönersek her ne kadar 2 başarılı eylem yapılmış olsa da eylemlerin ardından yasanın meclise sunulmasına 3 gün kalmıştı ve toplumun bir kısmı meseleden halen bihaberdi. İşte böylesi bir durumda 11 Haziran cumartesi akşamı Reddediyoruz Platformu Pazartesi günü yasa görüşülene kadar meclis önünde eylemde olacaklarını açıkladı. Bu riskli bir hamleydi, çünkü eylem alanının boş kalması halinde eylemlerin sönümlenmesi özellikle sendikal eylemlerden bildiğimiz yaygın bir durumdu. En risklisi de geceleriydi. Bu tehlike de gençliğin ve örgütlerin iradesi ile ortadan kalktı. Akşamüstünden sabaha kadar gençlik meclis önünde eylem alanına sahip çıktı, gündüz sıcağında ise daha çok örgütler eylem alanını boş bırakmadı. Meclis önü eylemleri cumartesi akşamından, pazartesi yasanın görüşüleceği ana kadar sürekli bir eylem olanağı sağlayarak sosyal medyanın da sürekli bir eylem alanı olmasını sağladı: Eylemcilere halktan gelen destek dolmaları, yoğurtları, suları, yemekleri eylemci kitle içindeki sinerjiyi arttırdı. Geceleri zaman geçirmek için yapılan eğlenceli ve bilgilendirici videolar sosyal medyada konunun topluma yayılmasını sağladı. Eylem süreci için yapılan Kıbrıs Gelini’nin Kıbrıs Gençliği uyarlaması gibi şarkılar sürece iyice bir dinamizm kattı. Tüm bu unsurların birleşmesi gençliğin konuyu sadece sosyal medyada sahiplenmesini değil, alanda olup kendi geleceği ile ilgili bu konuya bizzat tepkisini koyması sonucunu yarattı.
Pazartesi günü yasa görüşmeleri başladığında ise artık gençliğin samimi, inatçı ve yükselen bir tepkisi vardı, hem de iktidarın görmezden gelmeye, 3-5 kişi diye küçümseyip dalga geçme çabasına rağmen. Pazartesi günü meseleye başından beri sahip çıkan Zeki Çeler’in mecliste gece yarısına kadar sürdürdüğü inatçı konuşması, dışarıdaki kitlenin kesintisiz inatçı ve coşkulu sloganları ve şarkıları meclis önünde akşamüstüne kadar 200 civarında olan kitlenin gece yarısına doğru katlanarak 1000 civarını bulmasını sağladı. Gençlik öyle bir ses çıkardı ki, değil meclisin içerisine sesin duyulmasını sağlamak, sesler Cumhurbaşkanına kadar gitti; Cumhurbaşkanı Akıncı gece saat 11.30’da meclise oylamayı erteleme ve sabah 11’de kendisi ile görüşmeye gelme çağrısında bulundu. Bu hareketin 1 haftada geldiği meşruluğun en açık göstergesiydi. UBP ve DP bu çağrıya kulak vermedi ve bağımlı bağımsız vekillerinin desteği ile yasayı meclisten 50 vekilden 27’sinin oyuyla geçirdi. Muhtemelen artık bittiğini, kurtulduklarını düşünüyorlardı eylemcilerin deyişi ile “vekilzekalılar” ama bu oylama ile kazandığını sanan vekilzekalılar aslında halk nezdinde meşruluklarını tamamen yitirdiler. Cuma günü binlerce kişi ile mücadelenin daha yeni başladığı mesajı platform tarafından verilirken, Cumhurbaşkanı Akıncı ise halkına karşı görevini yerine getirerek yasayı Anayasa Mahkemesine havale etti. Son gerçekleşen kitlesel yürüyüş sürecin henüz daha bitmediğini gösterdi.
Zaten bu mücadele kaybedilse dahi (pek kaybedilecek gibi görünmüyor) artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Kıbrıs’ın kuzeyinde özellikle sol muhalefetin bileşenlerinin iyice tahlil etmesi gereken bir süreç var karşımızda. Hedefi barış ve ekonomik haklar olmayan bir süreç bugün gençliğin yarattığı yeni eylem biçimi ile kitlesel bir hal aldı. Ülkemizin yakın tarihte mücadelesine damga vuran sendikalarının sadece destek yayınlamakla yetindiği, grev ilanı gibi bir refleks dahi geliştiremediği bir süreç yaşanıyor. Pek çok radikal sol örgütün önemini dahi kavrayamayarak ancak bir süre sonra çevresinde yer alabildiği bir süreç. Örgütlerin kendilerini sorgulamasını ve yeniden şekillendirmesini zorlayacak bir süreç. Hiçbir örgütün doğrudan görünür olmadığı, ama neredeyse tüm ilerici örgütlerin bileşeni olduğu bir süreç. Elbette bu süreç beraberinde bazı riskler de barındırıyor. Örgütlerin görünmez olmasını sağlamanın takıntı haline getirilmesi ve örgütlerin süreçten dışlanması sonucu hareketi yürütecek bir öznenin bırakılmaması bu tehlikelerden biri, ya da yakın hedefte (yasanın yasallaşması) başarısızlık sonucu bir umutsuzluğa çekiliş. Örgütsüzlüğün kutsanması kültürünün oluşması riski ve benzeri…
Barındırdığı risklere rağmen toplumdaki durağanlığa kökten bir karşı çıkış barındıran reddediyoruz eylemliliği, gençliğin kendi özgün tarzı ile mücadeleyi sırtladığı, yılgın ve sinik kişileri ve yapıları silip süpürüp temizlediği bir süreci şekillendiriyor. Bu süreçte özne olmak geleceğimiz için elzemdir ve gurur verici olacaktır.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu