Kısa bir süre önce Haksen’in çağrısıyla bir araya gelen ve çoğunluğu kamuda örgütlü olan 8 sendika özel sektör çalışanlarının sorunlarını gündemine alan bir birliktelik oluşturdu.
Özel sektör çalışanlarının sorunları hakkında neler yapılabileceği ilgili bazı temel noktaları belirleyen bu birliktelik bir müddet sonra Emek Platformu adını aldı ve ilk olarak gündemine asgari ücret konusunu getirdi.
Özel sektör çalışanlarını çok yakından ilgilendiren Asgari Ücret Saptama Komisyonu bilindiği gibi 2020 yılında sadece bir kere toplandı ve bu toplantıda alınan kararla koca bir yıl 3323 TL olan asgari ücretle geçti.
3323 TL insanca bir yaşam sürmek için zaten çok yetersiz bir rakamken, Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybı ile temel gereksinimlerin artan fiyatları karşısında daha da yetersiz hale geldi.
Emekçilerin yaşadığı bu zor durum pandemi süreciyle birlikte daha da katmerlendi.
Her yeni gün, özel sektör çalışanlarının yaşadığı farklı bir trajedi kamuoyunun gündemine düşüyor.
İşini kaybeden, maaşını eksik veya geç ödenen, yatırımları yapılmayan binlerce işçi için salgın, yoksulluk ve işsizlikle birleşik bir şekilde yaşanıyor.
Sermaye ve yandaşı partiler her ne kadar hepimiz aynı gemideyiz dese de bunun koca bir yalan olduğu ortada.
Bu kriz çok büyük oranda emekçileri ve küçük esnafı vurdu ve vurmaya devam ediyor.
Büyük sermayedarlar ve ultra zenginler biraz farklı şekillerde de olsa bu süreçte de karlarına kar eklediler.
Kısacası, sınıfsal kompozisyon yoksulun daha da yoksullaştığı, orta hallinin yoksullaşmaya doğru gittiği, zenginin ise daha da şiştiği bir şekilde biçimleniyor.
Emek Platformu’nun böyle bir dönemde kurulması ve ilk gündem olarak asgari ücretinin en düşük kamu çalışanı maaşına endekslenmesini önermesi bu yüzden ayrıca önemli ve anlamlı.
Çünkü çok tartışılmasa da şöyle bir anomali var ki, Asgari Ücret Saptama Komisyonu’nda asgari ücretli çalışan emekçilerin örgütlü bulunduğu herhangi bir örgüt temsilcisi yok. Zaten özel sektörde yani asgari ücretlilerin bulunduğu çalışma yaşamında örgütlülük neredeyse sıfır noktasında.
Hal böyle olunca, Asgari Ücret Saptama Komisyonu emekçi için büyük oranda işlevsiz, sermaye için ise dayattıklarını yasallaştıran bir mekanizmaya dönüşüyor.
Bundan ötürü “asgari ücretin en düşük kamu çalışanına endekslenmesi” talebi, hem emekçiler için ekonomik anlamda faydalı hem de özel sektör çalışanlarının örgütsüzlüğünün gündeme taşınmasını da sağlayan bir anlama sahip.
Ancak bu talep üstünden oluşan mücadelenin faydaları bunlarla sınırlı değil.
Kamuda örgütlü sendikaların özel sektör çalışanları ile dayanışma içerisine girmesi, onların örgütsüzlüğünü gündem yapıp örgütlenmelerine yardımcı olması basit anlamda ahlaki bir anlayışın ürünü değildir.
Neo-liberal dönemde, kazanılmış haklara yönelik saldırılarda kullanılan yegane taktik, çalışan kesimleri birbirine hedef haline getirmektir.
Bu anlamda da örgütlü ve çeşitli kazanılmış haklara sahip kesimleri (örneğin kamu emekçileri) örgütsüz ve güvencesiz kesimlerin (örneğin özel sektör çalışanları) hedefi haline getirerek sermaye ve hükümetleri emekçilerin gözünde sorumluluktan muaf göstermek çok sık başvurulan bir yöntemdir.
Konusu ne olursa olsun, sendikaların hak mücadelelerini örgütsüz kesimler gözünde gayrimeşru göstermek ve bu yöntem üzerinden örgütlü mücadelelerin gücünü zayıflatmak bu yöntem üzerinden gelişir.
İşte bu yöntemi boşa çıkarabilmek için örgütlü kesimlerin örgütsüz kesimlerle dayanışma içerisinde olması mücadelenin başarısı için de gerekliliktir.
Öte yandan her ne kadar kamu kurumlarında çalışanlar asgari ücretle çalışmasa da, gelir vergisinin, maaşlarda asgari ücreti aşan miktarı üzerinden hesaplanması doğal olarak kamu çalışanının da net maaşının artmasına sebep olacaktır.
Kamu ve özel sektör emekçilerinin bir başka ortak noktası ise 2008 sonrası kamuya giriş yapan çalışanların sigorta primi yatırması ve sigortalardan emekli olacak olmasıdır.
Kurum olarak Sosyal Sigortalar Dairesi’nin hükümetlerce içinin boşaltılmasına karşı çıkmak yatırımlarına sahip çıkmak adına iki kesimin de beraber hareket edebilecekleri bir zemindir.
Çünkü bütçe açığını kapatmak adına sigortalıların birikimlerini kullanmak hükümetlerin sıkça kullandığı bir başka yöntemdir.
Sigortaların maddi olarak yaşayacağı olası bir zor durum, 2008’den sonra kamuya giren emekçilerle özel sektör emekçilerinin ortak sorunu olacaktır.
Göründüğü gibi Emek Platformu’nun başlattığı asgari ücret mücadelesi özel sektör ve kamu emekçilerinin mücadelelerini birleştirebilecek pratik bir meseledir.
Bundan ötürü bu mücadelenin büyümesi emek hareketinin kapasitesini de büyütecektir.
Kamu ve özel sektör çalışanlarının çıkarları ortaktır, mücadeleleri de ortaklaşmalıdır.
Ali Şahin
*Bu yazı ilk olarak Sınıf Gazetesi’nin 3. Sayısında yayımlanmıştır.