Bu memlekette ekonominin büyüdüğü zamanlarda bile, emekçilerin ve çalışanların ücretlerine ve haklarına saldırıda bulunuldu.
Bizim memleketteki toplam kaynaklar sadece 2005’ten 2008’e yüzde 59 oranında büyüdü (hem de Türk lirası cinsinden değil, dolar cinsinden). Gayri Safi Milli Hasılamız, aynı dönemde, dolar cinsinden %57 büyüme gösterdi.
Peki bu refah döneminde ve bu dönemi takip eden birkaç yılda ne oldu? Özelleştirmeler devam etti, Göç Yasası çıkarıldı, emeklilik yaşı yükseltilip emeklilik primleri düşürüldü, özel sektör çalışanlarının koşullarında hiçbir düzelme olmadı, asgari ücret ciddi bir artış göstermedi…
Peki bu refah döneminin kaymağını kim yedi? Elbette otel sahipleri, inşaat şirketi sahipleri, özel üniversite sahipleri, büyük araba ithalâtçıları, süpermarket zincirleri sahipleri, büyük perakendeciler, bankalar, özel hastane sahipleri…
Büyümenin kaymağını yedikleri yetmedi; buna ek olarak, emekçinin haklarına saldıran devlet tarafından teşviklerle ve vergi, fon ve KDV muafiyetleriyle ödüllendirildiler.
Şimdi ekonomik büyüme durdu, durmak bir yana, küçülmeler yaşanmaya başlayacak, bu krizle işler daha da kötüye gidecek.
Peki bu kriz döneminde ne oluyor? Krizin acısı emekçilerin üzerinden çıkarılmaya devam ediliyor, birkaç göstermelik ve çok kısmi önlem dışında büyük sermayenin çıkarlarına hiç dokunulmuyor, hatta büyük sermaye teşvik edilmeye devam ediliyor. Sadece teşvik de değil, büyük sermaye ve ultra zenginler krizi fırsata bile çeviriyor; koca koca süpermarketler ürünlerine fahiş zamlar yapıyorlar (yaşama tutunmaya çalışan küçücük bakallar bile bu zammı yapmıyor!), inşaat şirketleri zeval görmesin diye yabancılara konut satışı izinleri veriliyor…
***
Yağmaya bak!
Ekonomi büyürken sefasını sadece ultra zenginler ve büyük sermaye sürecek, bize “bedel ödemek, fedakârlık yapmak” kalacak; ekonomi küçüldüğünde bile ultra zenginler ve büyük sermaye gene yolunu bulacak, bize ise yine, hatta misliyle “bedel ödemek, fedakârlık yapmak” kalacak!
***
Siz halâ anlamadınız mı?
Bu bir savaştır! Emek ile sermaye arasında bir savaş!
Mesele ek mesaiden ne kadar kesinti yapılacağı ya da sağlıkta ne kadar tasarruf edileceği değil; mesele “ben devlet hastanelerinden, doktorlardan, hastabakıcılardan, hemşirelerden mi yana olacağım yoksa özel hastane sahiplerinden mi yana olacağım; ben özel sektör çalışanlarından yana mı olacağım yoksa özel sektördeki büyük patronlardan mı yana olacağım; ben hava trafik kontrolörü emekçilerden mi yana olacağım yoksa Ercan’ın, Pegasus’un, Atlas Jet’in sahibinden mi yana olacağım” meselesidir.
“Ama, fakat” diyenler, “yok sendikalar şöyleydi, böyleydi” diyenler, “ama kamu çalışanlarının bir sürü ayrıcalığı var” diyenler suyu bulandırmaktadırlar!
Özel sektör çalışanlarının çoğu yasal çalışma saatlerinden fazla çalıştırılıp üstüne üstlük hiçbir ek mesai ödeneği almazken buna dair ağzını bir kez olsun açmayanlar, şimdi kamu çalışanlarının ek mesailerine ilişkin sayfalarca yazılar döşüyorlar!
“Kamu çalışanları haksız kazançlar elde ediyor” diye ortada dolananlar, özel sektör çalışanlarının içinde bulunduğu haksız koşullara ilişkin ağızlarını bir kez olsun açmıyorlar!
Çünkü dertleri “kamunun sorunlarını çözmek” değil, bir bütün olarak emeğin haklarına saldırmaktır!
Kamu sendikalarının çoğunun sıkıntıları, sorunları hatta emek hareketini içine soktukları çok zor durum zaten ortada; ama dedik ya, bu bir savaştır!
Sadece kriz durumunda değil ekonomi büyürken dahi emeğin hakkına saldıranlar, pasta büyürken dahi emeğin payını küçültmeye çalışanlar, refah artarken dahi emekten fedakârlık bekleyenler var karşımızda…
Yani gerçekten ihtiyaç olduğu, gerçekten gerek duyulduğu için değil, doğası gereği emeğin haklarına karşı saldıran büyük sermaye, ve ona yardım ve yataklık eden çeşit türden hükümetler var karşımızda!
Siz halâ anlamadınız mı!
Kriz var diye değil, zaten doğaları emeğe saldırmak olduğu için böyle yapıyorlar; öyle olmasa, ekonomi büyürken dahi neden saldırılarını sürdürsünlerdi ki?
Siz halâ anlamadınız mı!
“Krizden nasıl çıkılacağına ilişkin teknik bir mesele” değil bu…
Bu bir savaş!
Emek ve sermaye arasında bir savaş!
Ve bu savaş hep sürüyordu, işlerin en tıkırında olduğu zamanlarda bile, hep de sürecek, biz kazanana dek!
Ve büyük sermayenin sınıfı, elinden geleni ardına koymayarak ve bir an olsun gözünü kırpmayarak üzerimize saldırırken, hem de bunu bolluk içinde yüzmekte olmalarına rağmen yaparken…
Bizler, yani her ayın sonunu nasıl getireceğimizi düşünenler, “elimizi yeterince taşın altında koymadık” diye suçlu hissettirilmek isteniyoruz, bırakın sermaye sınıfına karşı topyekün bir karşı saldırıya geçmeyi, kendi mevcut durumumuzu korumak istediğimizde bile “bencillikle”, “toplum yararını düşünmemekle”, “zümresel çıkarlara odaklanmakla” suçlanıyoruz!
Hiç mi şaşırmıyoruz, memlekette koca koca servetleri bulunan bir avuç kişiye en ufak bir biçimde dokunulmazken, onlara hiç “bir tek kendi kârlarınızı ve çıkarlarınızı düşünmeyin, o kadar servetiniz var, en çok da siz fedakârlık yapma imkânına sahipsiniz” denmezken, onlara karşı göstermelik “denetimler” dışında hiçbir önlem alınmazken bizlere karşı hep “kesinti”, hep “bedel ödemek”, hep “elimizi taşın altına koymak”, hep “fedakârlık yapmak” çağrıları yapılıyor!
On milyonlarca liraları, koca koca tesisleri, onlarca depo dolusu malları, binlerce dönümlük arazileri, havuzlu villaları, yüz binlerce lira değerinde arabaları ve yatları, üniversiteleri, otelleri olan kişiler, sahip olduklarının yarısını feda etseler bile refah içinde yaşamayı sürdürebilirler!
Ancak, bırakın onlardan fedakârlık istemeyi, teşvik edilmeye, kollanmaya, onlara kolaylıklar sağlanmaya devam ediliyor!
Ve ay sonunu nasıl getirecek, nasıl ev kuracak, nasıl düzen kuracak, evladını nasıl okutacak, yılda bir kez olsun tatile nasıl çıkacak, arada bir dışarıya çıkıp eğlenip kafasını nasıl dağıtacak diye her gün düşünen bizlerin boğazına sarılıyorlar, “fedakârlık yapın” diye!
Alın, canımızı da alın da kurtulalım!
Ayıptır, yazıktır, utanmazlıktır!
Ve dahası, bizim içimizdeki bazı “sol görünümlü” kişiler, emeğe yapılan bu saldırıya karşı çanak tutmaktadırlar!
Biri size savaş açtığında, “ama bizimkilerden bazıları sıkıntılı tiplerdir, kötü kötü işler yaparlar” diyerekten size savaş açana destek olmak ve size savaş açanın değirmenine su taşımak ihanettir!
Size savaş açanın niyeti, sizin içinizdeki pislikleri temizlemek değil, sizi topyekün yok etmektir!
Var olmaktan yana mısınız, yoksa bahaneler ve mazaretlerle bizi yok etmeye çalışanlardan mı yanasınız?
Soru budur. Cevap da ya emektir ya sermaye. Arada bir yerlerde dolaşmaya çalışanlar, bize savaş açanlara hizmet etmektedirler. Biz kendi içimizdeki pisliklere karşı kendi kavgamızı zaten veriyoruz, vereceğiz. Ancak düşmana karşı birlik olmak gerektiğini anlayacak kadar da kafamız çalışıyor.
Peki ya siz?
Sizin kafanız neye çalışıyor?