Bir İşçi Kadının Fabrikadan Parlamentoya Hikayesi – Cansu N. Nazlı

Kitapçıların en renkli raflarında, çok satanların arasında her daim bir başarı hikayesi vardır. Yoksul bir kimsenin nasıl zengin olduğuyla ilgili ‘kişisel başarı hikayeleri’ve buna eşlik eden kısa yoldan zengin olmanın püf noktalarıyla ilgili tüyo veren kitaplar kişisel gelişim kategorisinin vazgeçilmezleridir. Kitap okuma alışkanlığı olmayanların dahi ilgisini çektiği bir meziyet gibi aktarılan bu kitapların kolay okunması dışında albenisi esasen orta sınıfın merdiven mitosuna hitap etmesindendir. Merdiven Mitosunu kabaca orta sınıfın sınıf atlama yani zengin olma rüyası olarak tarifleyebiliriz.

Bugün etrafımızda pek çok ebeveynin çocuk yaştan evladına bin bir çeşit kurs aldırıp onu en pahalı okullara göndermesindeki maksat da onun büyüdüğünde sınıf atlayabilmesinin imkanlarını yaratmaktır. En başta masum gibi görünen bu davranışın ‘evladının iyiliğini istemek’ dışında ne sakıncası olabileceği akla hemen gelmez. Çocuğun potansiyelini baskılaması bir yana bu fikrin sakıncası bireysel olarak kendini geliştirmenin kurtuluşunu sağlayacağına olan müzmin inançtır. İçinde yaşadığımız neoliberal çağda eğitim, sağlık gibi temel hizmetler özelleştirilip hayat pahalılaşırken hangi tahsili almış, hangi mesleği icra edecek olursa olsun bir gencin özel sektörde alacağı ücret düşük olacaktır. O kadar ki, yıllarca çalışmasına rağmen çocuğunuzun kazandığı sizin onun üniversite eğitimi için harcadığınız paraya bile karşılık gelmeyecektir.

***

Şimdi benim anlatacağım hikaye, bir işçi kadının fabrikadan parlamentoya uzanan hikayesi. Ancak bu, kapitalizmin ‘bulaşıkçılıktan milyonerliğe’tarzı başarı hikayelerine pek benzemiyor. Bu, daha çok kapitalizmi çuvallatan bir başarı hikayesi dersek yalan olmaz.

Şimdi zamanı biraz geri saralım ve 1800’lü yılların sonuna doğru bir yolculuğa çıkalım. Adelheid isimli bir kız çocuğu Avusturya’nın fakir bir semtinde yoksulluğu açlık derecesinde olan ailesiyle yaşıyor. Okumayı çok sevmesine rağmen Avusturya kışında tabanı olmayan ayakkabılarıyla okula gidemediğinden devamsızlıktan sınıfta bırakılan bu kız okula yalnızca 3 yıl gidebilmiş. 10 yaşında çalışmaya başlayan bu kızın içindeki okuma merakı hiç dinmemiş. Yolda bulduğu gazeteden ödünç aldığı kitaplara ne bulursa okuyormuş. Çalışmadığı zamanlarda uykusundan feda ederek yaptığı yegane faaliyet bu olmuş.

Dindar denebilecek bir anne, alkolik, annesine sistemli olarak şiddet uygulayan baba ve birçok erkek kardeşten oluşan bu kalabalık ailede karınlarını doyurabilmek için çocuklar da dahil herkesin çalışması gerekiyormuş. Birçok işe girip çıkmış, uzun saatler çalışıp çok az ücret aldığından düzgün beslenemeyen Adelheid bu dönemde birkaç kez ağır hastalanmış.

17 yaşında fabrikada çalışmaya başlayan bu genç kadının anlattıkları o günlerdeki pek çok işçi kadının yaşadıklarına ışık tutarken bugün özel sektör emekçisi kadınların çalışma koşullarını çağrıştırıyor. 12 saate kadar varan çalışma saatleri, iş yerinde uğranılan taciz ve mobbingler karşısında pek çok kadının işini kaybetme lüksü olmayışından karşı koyamayışı, aynı işi yapan erkeklerle kadınların eşit ücret alamayışı bu çalışma koşullarından sadece bazıları.

Yevmiyesinden öğle yemeği için ayırdığı parayla aşk romanları, gazeteler alıp okuyan Adelheid, kendisi gibi bir işçi olan abisinin partili arkadaşıyla tanışır ve artık partinin gazetesini de okumaya başlar. Sosyalist mücadeleyle bu şekilde tanışan genç kadın okuduğu parti gazetelerinde kendi yaşadığı sorunları ve bu sorunların çözümünü işaret eden haber ve yazı karşılaşır. Sosyalist mücadele, içine kapanık, kendi halinde olan bu yoksul, genç kadına özgüven sağlar ve fabrikada sosyalleşmesine neden olur. Öğle paydoslarında işçi kadınlara sesli olarak parti gazetesini okuyup arkadaşlarına konuşmalar yapmaya başlar, parti gazetesine yeni aboneler bulmaya uğraşır. Onun topluluğa nasıl konuştuğunu geçerken görenler bu genç kadının ‘bir erkek gibi’ konuştuğunu söyler. Partinin bölge toplantılarına katılmaya başladığında ortamdaki tek kadın kendisidir. Buna rağmen toplantıda söz alıp konuşma cesareti bulması sonucu yaptığı konuşma partide fark edilmesine neden olur. O artık okuduğu ve abone bulmak için çırpındığı gazetenin yazarı olur.

Okumaya çok meraklı olmasının verdiği hevesle August Bebel’den Friedrich Engels’e Marksist teorinin ‘kadın sorunu’ üzerinde incelemelerini hatmeder. Bebel ile tanışması ve Bebel’in kendisine verdiği destek kendini geliştirmesine hızlandırırken parti içerisinde de etkin hale gelir.

Katıldığı toplantılar ve ajitasyon çalışmaları vesilesiyle eve geç gelmesi annesini endişelendirir ve kızdırır. Yukarıda bahsettiğimiz ebeveyn figürünün farklı bir versiyonu olan anne, kızının kurtuluşunu hayırlı bir kısmette görmekte ve kızına sürekli hali vakti yerinde biriyle evlenmesi konusunda baskı yapar. Adelheid’ın annesi de, bugün pek çok ebeveynin olduğu gibi, evlatlarının yoksulluktan kurtuluşunun örgütlü emek ve kadın mücadelesinden geçtiğini kavrayamamıştır.

Çalışma saatlerinin 12 saatten 10 saate düşürülmesi için grev yapmaktan tutun da 1 Mayıs’ta iş bırakmaya pek çok mücadele örgütleyen, defalarca hapse giren, kendinin sosyalist harekete ve kadın özgürleşmesine adayan bu kadının aktardığı anılar çok eskiden yaşansa da bugün güncelliğini koruyan tecrübeler ortaya koyuyor.

Adelheid Popp, 1918 sonrası Sosyal Demokrat Parti’nin yönetim kurulu üyesi, Avusturya parlamentosu ile Viyana Belediyesi Meclis Üyesi oluyor. Emekçi kadınların özgürleşmesi için yürüttüğü örgütlü çalışmaların yanı sıra bu konuda pek çok yasal düzenlemenin hayata geçmesine de neden oluyor. Adelheid gerek yaşamı ile gerekse anılarını kaleme aldığı “Bir Kadın İşçinin Gençliği” adlı kitabını yazma sebebini açıkladığı sözler ile bize kurtuluşumuzun aslında örgütlü sosyalist feminist mücadeleden geçtiğini fısıldıyor:

“Nasıl sosyalist olduğumu yazma gereksinimi duymam, yalnız ve yalnızca, yürekleri mücadele etme isteğiyle çarpan ancak başarabilecekleri inancını taşımadıkları için her seferinde yeniden geri çekilen sayısız kadın işçiye cesaret aşılamak istediğim içindir. Sosyalizm beni nasıl değiştirip güçlendirdiyse, aynı etkiyi başkaları üzerinde de yapacaktır.”

 

Cansu N. Nazlı

Bağımsızlık Yolu Üyesi