Karl Marx 196 yaşında.
5 Mayıs 1818’de doğan marksizmin kurucusu, Karl Marx günümüz sosyalizm mücadelesine ışık tutmaya devam ediyor.
Marx’ı, doğumunun 196. yılında saygıyla anıyoruz.
Terry Eagleton, Marx Neden Haklıydı? Kitabından sınıflara dair
“Marksizm bitti.” Onun fabrikalar ve yiyecek isyanları, kömür madencileri, baca temizleyicileri, yaygın sefalet ve emekçi sınıfların yoğun olduğu bir dünyaya biraz uygun düştüğü akla yakın gelebilir.
Günümüzde Marksizmin çoğu eleştirmeni bu noktayı tartışma konusu yapmamaktadır. Onların iddiası daha ziyade Marx’ın yaşadığı dönemden bu yana kapitalizmin neredeyse tanınmaz bir biçimde değiştiği ve bu nedenle onun düşüncelerinin geçerli olmadığıdır. Bu iddiayı daha ayrıntılı incelemeden önce, Marx’ın da, sorguladığı sistemin sürekli değişen doğasının farkında olduğuna işaret edelim. Sermayenin ticari, tarımsal, endüstriyel, tekelci, finansal, emperyal gibi değişik tarihsel biçimlerine ilişkin kavramları Marx’a borçluyuz. Bu nedenle yakın on yıllarda kapitalizmin biçim değiştirmesi, niçin özü değişimler olan bir teorinin kötülenmesine vesile olsun? Bunun yanı sıra Marx’ın kendisi de işçi sınıfının azalacağını ve beyaz yakalı işlerde hızlı bir yükseliş olacağını öngörmüştü. (…) Marx aynı zamanda küreselleşme denen olguyu da öngörmüştü – düşüncelerinin arkaik olduğu söylenen birisi için tuhaf bir durum olsa gerek.
1976’da Batı’da pek çok insan Marksizmin akla yatkın iddiaları olduğunu düşünüyordu. 1986’ya gelindiğinde bunlardan birçoğu böyle düşünmemeye başladı. Bu arada tam da ne oldu? …
Söz konusu dönemde gerçekten bir şey oldu. 1970’lerin ortasından sonra Batı sistemi yaşamsal değişiklikler geçirdi. Geleneksel sanayi imalatından, “post-sanayi” tüketim kültürüne, iletişim ve bilgi teknolojilerine ve hizmet sektörüne bir kayma oldu. Küçük ölçekli, tek merkezden idare edilmeyen, çok yönlü ve hiyerarşik olmayan işletmeler gündeme geldi. Piyasalar kuralsızlaştırıldı; işçi sınıfı vahşi bir yasal ve siyasal saldırıyla karşı karşıya kaldı. Geleneksel sınıfsal bağlılıklar zayıflarken, yöresel cinsiyetçi ve etnik kimliklerle ilgili ısrarlılık arttı.
En hazır kârların peşinde koşan bir avuç uluslar üstü şirket bütün yeryüzünde malları dağıtıp, yatırım yaparken yeni bilgi teknolojileri de artan globalleşmede önemli bir rol oynadı. İmalat sanayisinin önemli bir bölümü ucuz işgücünün bulunduğu “geri kalmış” dünyada iş yaptırmaya başladı; bundan da bazı dar görüşlü Batılılar, ağır sanayinin yeryüzünden büsbütün silindiği sonucunu çıkardı. Kitlesel uluslarası işgücü göçü bu küresel hareketliliğin sonucuydu; yoksul göçmenler daha ileri ekonomilere aktıkça ırkçılık ve faşizm yeniden güçlendi…
Sermaye dünya çapında şimdiye kadar olduğundan daha çok tekelleşti ve yağmacı oldu; işçi sınıfının miktarı da gerçekte arttı. Mega-zenginler silahlı ve korumalı topluluklarda barınırken, milyarlarca gecekondu sakininin pis kokulu harap kulübelerinin etrafının dikenli tel örgülerle ve gözetleme kuleleriyle çevrildiği yerlerde oturdukları bir gelecek tahayyül edebilmek artık daha mümkün…
Zamanımızda, Marx’ın da öngördüğü gibi, servet eşitsizlikleri son derece derinleşti. Günümüzde bir Meksikalı milyarderin geliri, en yoksul 17 milyon hemşerisinin gelirine eşittir. Kapitalizm, şimdiye kadar tarihin tanık olduğu en büyük zenginliği yarattı ama bunun maliyeti özellikle yoksulluk sınırında yaşayan milyarlar bakımından astronomiktir. Dünya Bankası’na göre 2001’de 2,71 milyar insan günde 2 dolardan az bir parayla yaşıyordu…
Çarpıcı servet ve güç eşitsizlikleri, emperyal savaşlar, sömürünün yoğunlaşması, gidererek artan devlet baskıcılığı: Eğer bütün bunlar günümüz dünyasının özellikleriyse, bunlar aynı zamanda neredeyse iki yüzyıldır Marksizmin etkin biçimde uğraştığı ve düşüncelerini ortaya koyduğu konulardır.
Bugün Üçüncü Dünya’nın çok kötü koşullardaki atölyelerinde ve tarım işçisi olarak çalışan tipik proletarya hâlâ kadındır. Victoria zamanında alt-orta sınıf erkeklerinin oluşturduğu beyaz-yakalı işçilerin yedeği günümüzde genellikle vasıflı erkek işçilerden daha az ücret ödenen işçi sınıfı kadınlarıdır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra ağır sanayinin öneminin azalmasıyla birlikte muazzam bir artış gösteren tezgâhtarlık ve sekreterlik işlerini de çoğunlukla kadınlar yapmaktaydı. Marx’ın zamanında ücretli işçilerin içinde en büyük grup sanayi işçileri değil, çoğu kadın olan ev hizmetçileriydi.
Şu halde işçi sınıfı her zaman adaleli, iyi balyoz kullanan erkeklerden oluşmuyordu. Eğer böyle olduğunu düşünmüşseniz coğrafyacı David Harvey’in, “Küresel proletarya her zamankinden çok daha fazla” saptamasına şaşırabilirsiniz. Eğer işçi sınıfından kastedilen mavi-yakalı fabrika işçileriyse o zaman bunlar gerçekten ileri kapitalist ülkelerde hızla azaldı; ama bunun kısmen bir nedeni, bu işlerin önemli bir bölümünün yeryüzünün çok yoksul bölgelerinde yaptırılmasıdır. Bununla birlikte küresel ölçekte sanayi proletaryasının azaldığı doğrudur. Gene de Britanya dünyanın atölyesiyken bile ev hizmetlileri ve tarım işçileri, imalat sanayisi işçilerinden sayıca daha çoktu. Ve vasıfsız işlerin azalması, beyaz-yakalı işlerin artması eğilimi hiç de “postmodern” bir hadise olmayıp; tersine 20. yüzyılın başlarıdır.
Marx da işçi sınıfından sayılmak için ille de el işçiliği yapmak gerekmediğini düşünür. Örneğin Kapital’de ticaret alanındaki işçileri, sanayi işçileriyle aynı düzeyde ele alır ve doğrudan meta üretmek anlamında, proletaryayı sadece üretken işçiler diye adlandırılanlar olarak tanımlamayı reddeder. Daha doğrusu, işçi sınıfı işgücünü sermayeye satmak zorunda olan, onun baskıcı disiplini altında sürünen, çalışma koşullarını çok az ya da hiç kontrol edemeyen herkesi kapsar…
Bu anlamda, genellikle vasıfsız, düşük ücretli, iş güvencesiz ve iş sürecinde görüşleri hesaba katılmayan alt düzeydeki beyaz-yakalı işçiler de işçi sınıfının arasında sayılmalıdır. Sanayi işçileri olduğu gibi beyaz-yakalı işçi sınıfı da vardır; bu, bağımsızlığı ya da otoritesi olmayan, sekreterlerin, teknik ve idari işlerde çalışanların pek çoğunu kapsar. Sınıfsallığın sadece soyut yasal mülkiyet meselesi değil, kendi yararına, başkalarının üstünde gücünü kullanma kapasitesi olduğunu da hatırlayalım.
İşçi sınıfının cenaze törenini yönetmeye hevesli olanlar arasından, bilgi, iletişim ve hizmet sektörlerinin muazzam büyümesinden pek çok şey çıkaranlar oldu… Ama aynı zamanda bütün bunlardan hiçbirinin kapitalizmin temel özelliği olan mülkiyet ilişkilerini değiştirmediğini gördük. Tersine bu tür değişiklikler çoğunlukla bunların gelişmesinin ve sağlamlaşmasının yararına olmuştur. Aynı zamanda hizmetler sektöründeki işlerin, geleneksel sanayilerdeki çalışma kadar ağır, pis ve sevimsiz olduğunu da hatırlamalıyız. Yalnızca pahalı yerlerdeki şefleri ve Harley Caddesi danışma görevlilerini değil, dok, ulaşım, posta, hastane, çöp toplama, temizlik ve hazır yiyecek-içecek hizmeti işçilerini de düşünmemiz gerekir. Gerçekten de ücret, çalışanların kontrol gücü ve koşullar bakımından imalat sanayisi ile servis işçileri arasındaki ayrım genellikle neredeyse görülemez. Çağrı merkezlerinde çalışanlar, kömür madenindekiler kadar sömürülmektedirler. “Servis” ya da “beyaz-yakalı” gibi etiketler, örneğin uçak pilotları ile hastane hademeleri ya da kıdemli bürokratlar ile otel oda hizmetlileri arasındaki muazzam farkları gizlemeye hizmet etmektedir. Jules Townshend’in belirttiği gibi “çalışma koşulları üstünde hiç kontrolü olmayan, iş güvencesiz, düşük ücretli alt düzeydeki beyaz-yakalı işçileri, işçi sınıfının dışında kategorileştirmek sezgisel olarak tartışmaya açıktır”.
Zaten hizmet sektörünün içinde de hatırı sayılır miktarda imalat vardır. Eğer sanayi işçisi yerini banka memuruna ve kadın barmene bıraktıysa o zaman bütün bu bankolar, masalar, bilgisayarlar, para makineleri nereden geliyor?….
Geleneksel olarak orta sınıf olarak tanımlanabilenlerin birçoğu –öğretmenler, sosyal hizmet görevlileri, teknisyenler, gazeteciler, orta halli sekreterler ve idareci memurlar- yönetimlerin disiplini sıkılaştıkça, sürekli olarak proleterleşme sürecine maruz kalmışlardır. Ve bunun anlamı, siyasi bir kriz durumunda, bunların muhtemelen asıl işçi sınıfının amacına yakınlık duyabileceğidir…
Asıl işçi sınıfı düz işçileri, hem de alt düzeydeki beyaz-yakalı emekçileri içermektedir: Sekreterlik, teknik, idari, hizmet elemanları vb. Ve bu dünya nüfusunun çok büyük bir bölümüdür. Benzer iktisadi mantıkla, Chris Harman küresel işçi sınıfının iki milyar civarında olduğunu tahmin etmektedir. Başka bir tahmine göre sayı yaklaşık üç milyardır. …
Elbette olağanüstü bir hızla artan dünya gecekondu nüfusu da unutulmamalı. Eğer gecekondu sakinleri şimdi yeryüzü kent nüfusunun çoğunluğunu oluşturmuyorlarsa bile çok yakında bu olacak. Bu erkekler ve kadınlar terimin klasik anlamında işçi sınıfının bir parçası sayılmıyor ama onlar bütünüyle üretim sürecinin dışında da değil. Daha ziyade, bu sürecin içine girip çıkıyorlar; tipik olarak iş sözleşmeleri, hakları, toplusözleşme güçleri olmadan düşük ücretli, vasıfsız, korumasız, rastgele hizmet işlerinde çalışıyorlar. Bunlar işportacıları, üçkâğıtçıları, terzi işçilerini, yiyecek-içecek satıcılarını, hayat kadınlarını, çocuk işçileri, çekçek çekicilerini, ev hizmetçilerini, küçük çaplı kendine çalışanları kapsar…
Bunlar sürekli biçimde sömürülmeseler bile iktisaden ezilirler ve hepsi birlikte ele alındığında, dünyanın en hızlı büyüyen sosyal grubudur. Sağcı-dinci hareketlerin kolay yemi olabildikleri kadar kimi siyasi direnme eylemleri için de toplanabilirler. Latin Amerika’da şimdi bu kayıt dışı ekonomide, işgücünün yarısından fazlası çalışmaktadır…
Karl Heinrich Marx’ın Hayatı
Prusya Krallığı’na bağlı Trier kentinde yedi çocuklu Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Karl Heinrich Marx adıyla dünyaya geldi. Babası Heinrich (1777–1838) Aydınlanma düşünürleri Voltaire ve Rousseau’ya hayrandı. Prusya makamları, bir yahudiye hukuk diploması vermeyeceği için Prusya resmi mezhebi Lutherciliği seçti, Hıristiyan oldu. Annesi Henrietta (1788–1863), kardeşleri Sophie, Hermann, Henriette, Louise, Emilie ve Caroline ismindeydi.
Eğitimi
Marx, on üç yaşına kadar evde eğitildi. Trier gymnasium’dan mezun olduktan sonra, 17 yaşında hukuk okumak için Bonn Üniversitesi’ne kayıt yaptırdı. Marx’ın edebiyat ve felsefe okuma isteği babasının gelecekte kendisine ekonomik anlamda bakamayacağı gerekçesiyle reddedildi. Sonraki sene babası tarafından daha saygın bir üniversite olan Berlin’deki Friedrich-Wilhelms Üniversitesi’ne yollandı. Bu dönemde Marx birçok şiir ve hayat hakkında deneme yazmıştır, bu yazılarda üniversitedeki Genç Hegelciler’in ateist düşüncesinin de etkisi görülür. 1841’de “Demokritoscu ve Epikürcü Doğa Felsefesi Arasındaki Farklar” isimli teziyle doktorasını verdi.
Marx ve Genç Hegelciler
Genç Hegelciler, Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauer etrafında toplanmış hocaları Hegel’i eleştiren bir grup felsefeci ve gazeteciden oluşuyordu. Hegel’in metafizik çıkarımlarını eleştirmelerine karşın, teolojik boyutundan koparttıkları diyalektik metodu dini ve politikayı analiz etmekte kullanıyorlardı. Bu grubun bazı üyeleri post-Aristo felsefesi ve post-hegelci felsefe arasında bir analoji çizer. Bunlardan biri Max Stirner, Feuerbach ve Bauer’i Biricik ve Mülkiyeti (1845, “Der Einzige und sein Eigenthum”) isimli kitabıyla eleştirir, bu ateistlerin soyut kavramları şeyleştirerek dindar bir görünüm kazandığını söyler. Bir Feuerbach takipçisi olan Marx, bu kitaptan etkilenerek Feuerbach materyalizmini terk edip, daha sonra epistemolojik kopuş denilecek kırılmaya yaklaştı. Bundan sonra Stirner ve Feuerbach’ı eleştirdiği ve tarihsel materyalizm kavramının temellerini attığı Alman İdeolojisini (1846 Die Deutsche Ideologie) yazar, ancak bu kitabı yayımlayamaz.
1843 Ekim ayının son günlerinde Marx Fransa’ya gitti. 28 Ağustos 1844 tarihinde Fransanın ünlü bir kafesinde (Café de la Régence) hayatının ve tarihin en önemli dostluklarından biri kurulur, Marx Friedrich Engels ile tanışır. Engels’in Paris’e gelmesinin en önemli sebebi Marx’la tanışmaktır, daha önce bir sefer 1842 yılında Marx’ın çıkardığı Rheinische Zeitung gazetesinin ofisinde karşılamışlardır. Engels Marx’a en önemli eserlerinden birini gösterir “1844 Yılında İngiltere’de İşçi Sınıfının Koşulları.” Paris o dönemde İngiliz, Alman ve İtalyan devrimcilere ev sahipliği yapıyordu, aynı şekilde Marx da Arnold Ruge ile çalışmak için Paris’e gelmiştir, ikili Deutsch–Französische Jahrbücher gazetesini Şubat 1844’te bir defa çıkarabildilerir.
Bu gazetenin başarısızlığından sonra Marx, Paris’teki en radikal Alman gazetesine yazar, Vorwärts, hatta bu gazete Avrupa’daki en önemli radikal gazete sayılabilir. Marx genellikle Hegel üzerine yazar, Yahudi Sorunu Üzerine isimli makalesi için çalışır. Fransız Devrimi ve Proudhon’u inceler, proleterya üstüne düşünmeye başlar.
Bauer’e bir cevap niteliği taşıyan ve Genç Hegelciler’e olan mesafesini belirlediği Yahudi Sorunu Üzerine yayımlanır. Bu makale sivil haklar ve insan hakları ve politik özgürleşme kavramlarının eleştirisini içermekle birlikte, Yahudilik ve Hıristiyanlığa da sosyal özgürleşme noktasından önemli eleştiriler getirir. Engels, Marx’ın çalışma alanlarını işçi sınıfının durumu ve iktisat konularına yoğunlaştırmasında yardımcı olur. 1844 Elyazmaları’nda bunun ilk örnekleri yer alır, ancak bu yazılar 1930’lara kadar yayımlanmadan kalır. Bu elyazmaları temel olarak kapitalizmde insan emeğinin yabancılaşmasının olgusal analizini içerir.
Ocak 1845’te Vorwärts, Prusya Kralı Frederick William IV’e gerçekleştirilen suikast girişimine olan desteğini açıkça belirtince Marx ve arkadaşlarına Paris’i terk etmeleri emredilir. Engels’le birlikte Brüksel,Belçika’ya geçerler.
Marx bundan sonra kendini Alman İdeolojisi’nde temellerini attığı tarih çalışmasına ve tarihsel materyalizm görüşüne adar. Bu görüşün temel savı “İnsanların varlığını belirleyen onların bilinci değil, tersine onların bilincini belirleyen onların toplumsal varlığıdır.” olarak özetlenebilir. Marx artık tarihi “üretim ilişkilerine bağlı olarak” ele almaya başlar ve mevcut endüstriyel kapitalizmin kaçınılmaz çöküşü üstünde çalışır. Bu dönem, daha sonra akademisyenlerin ayırdığı, Feuerbach etkisi görülen Genç Marx’tan kopuş dönemidir.
1847 yılında yazdığı Felsefenin Sefaleti, Pierre-Joseph Proudhon ve Fransız sosyalist düşüncesine bir eleştiri ve cevap niteliği taşır. 21 Şubat 1848 tarihinde, Komünist Birlik ve Avrupa’daki bazı komünist grupların manifestosu olarak Marx ve Engels’in en ünlü çalışması Komünist Manifesto yayımlanır.
1848 yılı Avrupa’da köklü devrimlerin başgösterdiği bir yıldır. Marx, Belçika’dan sınır dışı edilir. Radikal hareketlerin Fransa’da güçlenmesiyle Marx tekrar Paris’e davet edilir, geri dönerek devrimci hareketlere tanıklık eder.
1849 yılında tekrar Almanya’ya Cologne geri döner ve Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başlar. Bulunduğu sürede iki defa mahkemeye verilir, ikisinden de beraat eder. Gazeteye baskının artması sonucu Paris’e döner, buradan da sürgün edilir ve en sonunda Londra’ya iltica eder.
Londra
Mayıs 1849’da ömrünün sonuna kadar kalacağı Londra’ya yerleşir. 1851’de New York Herald Tribune gazetesinde muhabir olarak çalışır. 1855’te oğlu Edgar’ı tüberkülozdan kaybeder. Parasızlıktan ve kötü yaşam koşullarından dolayı politik ekonomi üstündeki çalışması çok ağır ilerlemesine rağmen 1857’de sermaye, özel mülkiyet, ücretli emek ve devlet üstünde yazdığı 800 sayfalık çalışma vardır. 1858’de çalışmalarını topladığı Grundrisse ancak 1939 yılında yayımlanacaktır. Yayımlanan ilk ciddi iktisadı çalışması Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı adı altında 1859 yılında olur. Adam Smith ve David Ricardo’nun teorilerini tartıştığı Artı-Değer Teorileri 1862-63 arası el yazmalarından oluşur. Bu çalışma da ancak ölümünden sonra yayımlanır. Bu iki çalışma da Kapital’in ön çalışmalarını ve çeşitli bölümlerini içerir. 1867’de dev çalışması, kapitalist üretim sürecini analiz ettiği Kapital’in ilk cildi yayımlanır. İkinci ve üçüncü cildi üstünde çalışmalarını sürdürür ancak bu ciltler ölümünden sonra Engels tarafından yayımlanabilir.
Kapital’in dev bir araştırma ve analiz olması, Marx’ın yaşadığı yoksulluk ve sefalet bu eserin tamamının yayımlanmasını geciktirmiştir. Bunların dışında zamanının ve enerjisinin önemli bir kısmını Birinci Enternasyonal’e ayırması da yazma sürecinin ağır işlemesine sebep olmuştur. Kongrenin düzenlenmesinde aktif olarak görev alan Marx, kongrede de Mikhail Bakunin önderliğindeki anarşist sol akım ile ciddi fikir ayrılıkları ve çatışmalar yaşamıştır. 1872’de gerçekleşen Lahey Kongresi’nde Bakunin’in Marx’ın fikirlerini otoriter olarak değerlendirmesiyle iki grup arasında büyük çekişmeler yaşanmış, sonunda Bakunin ve anti-otoriter çevreler kongreden ihraç edilmiştir. Paris Komünü sırasında yaşananlar, Marx’ı derinden etkilemiş ve Fransa’da İç Savaş makalesiyle Paris Komünü’nü savunmuştur.
Marx’ın sağlığı son on yılda gittikçe bozulmaya başlamıştır, bu yüzden önceki yıllarında gösterdiği üretkenliği sağlayamamıştır. 1875’te yayımlanan Gotha Programı’nın Eleştirisi devrim stratejisi, proleterya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş ve işçi sınıfı partisi konularını ele alır. “Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre” prensibinin komünist toplumunun sloganı olması gerektiği bu kitapta yer alır.
Aile Hayatı
Karl Marx, bir Prusya baronunun eğitimli kızı Jenny von Westphalen ile evliydi. Marx ve Westphalen ailelerinin istememesi yüzünden bu beraberlik önceleri saklı kalmıştır, ama daha sonra çift 19 Haziran 1843 tarihinde evlenmiştir.
Aile, 1850’li yıllarını yokluk içerisinde Londra’nın Soho semtinde bulunan üç odalı bir evde geçirmiştir. Marx ve Jenny’nin bu yıllarda dört tane çocuğu vardı, daha sonra Jenny üç çocuk daha doğurmuştur, fakat yedi çocuktan sadece üç tanesi hayatta kalarak ergenliğe erişebilmiştir. Manchester’da aile işini yürütmekte olan Engels, bu yıllarda Marx’ın en büyük maddi destekçisidir. New York Daily Tribune’de muhabir olarak çalışan Marx, buradan da bir miktar para almıştır. Aile, Jenny’e 1856 yılında kalan miras sayesinde gene Londra civarında görece sağlıklı bir yere taşınmıştır. Marx hemen hemen bütün hayatını kıt kanaat geçirmiştir, yokluk peşini hiçbir zaman tam olarak bırakmamıştır.
Marx’ın çocuklarının isimleri şunlardır: Jenny Caroline (Longuet; 1844–1883); Jenny Laura (Lafargue; 1846–1911); Edgar (1847–1855); Henry Edward Guy (“Guido”; 1849–1850); Jenny Eveline Frances (“Franziska”; 1851–1852); Jenny Julia Eleanor (1855–1898) ve Temmuz 1857’de henüz ismi konulmadan hayatını kaybeden bir bebek.
Ölümü
Aralık 1881 de karısı Jenny’nin ölümünden hemen sonra Marx’ın da sağlığı bozulmuş, son on beş ayını katar hastalığıyla geçirmiştir. Bu hastalık bronşit ve plöreziye yol açmış, Karl Marx 14 Mart 1883 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Öldüğünde uyruksuzdur. Londra’daki mezar taşının üst bölümünde Komünist Manifesto’nun son cümlesi büyük harflerle yazar:
“Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!”
Alt bölümünde ise Feuerbach Üzerine Tezler’in 11. bölümünün sonu yer alır:
“Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.”
Mezartaşı Büyük Britanya Komünist Partisi tarafından, özgün haline de saygı gösterilerek alçak gönüllü bir mimariyle, 1954 yılında bir anıt haline getirilmiştir.
Cenazesinde Wilhelm Liebknecht ve Friedrich Engels gibi Marx’ın yakın arkadaşları konuşma yapmıştır. Engels’in konuşması şu cümleleri içerir:
“14 Mart günü, öğleden sonra üçe çeyrek kala, yaşayan düşünürlerin en büyüğü artık düşünmez oldu. Ancak iki dakika yalnız bıraktıktan sonra, odaya girince, onu koltuğunda rahat rahat, ama sonsuzluğa dek, uyumuş bulduk.”
Engels ve Liebknecht dışında Charles Longuet ve Paul Lafargue de cenazeye katılmıştı. Liebknecht Almanca, Longuet Fransızca birer konuşma yapmış, Fransa ve İspanya’daki işçi partilerinden gelen iki telgraf okunmuştur. Engels’in konuşmasıyla da toplam 11 kişi bulunan cenaze töreni tamamlanmıştır.
Marx’ın kızı Eleanor da babası gibi komünist oldu ve onun çalışmalarının düzenlemesini yaptı.
KAYNAK: felsefe.gen.tr – muhalefet.org
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.