“ -Avrupa’da bir hayalet kol geziyor – komünizm hayaleti. Yaşlı Avrupa’nın bütün devletleri … bu hayalete karşı kutsal bir sürgün avında el ele vermiş.
-İktidarda Hasımları tarafından komünistlikle suçlanmamış tek bir muhalefet partisi gösterebilir misiniz?
– Komünizm daha şimdiden bütün Avrupa devletlerince bir güç olarak kabul edilmiş bulunuyor” *
Bu sözler günümüzü işaret etmek için söylenmiş sözler değil. Bu sözler söylendiğinde Birinci Dünya Savaşı daha başlamamıştı ve Sovyet devrimi ufukta görünmemekteydi. Marx ve Engels bu sözleri söylediğinde Kapitalizm dünya genelinde hakimiyetini daha sağlamamış, feodalizme karşı mücadelesini sürdürmekteydi. Almanya’da işçi sınıfı hareketi henüz örgütlenmemiş ve karşıtı NAZİ faşizmi yükselmemişti. Bu sözlerin yazılmasından yıllar sonra Sovyet devrimi gerçekleşti ve kapitalizmin korkulu rüyası olan bu hayalet vücut buldu.
Bugün ise bu sözlerin artık tarihin çöplüğünde yerini aldığını söyleyecek Talat gibi bir çok fazla insan olduğunu biliyorum. Sonuçta Yugoslavya dağıldı, Berlin duvarı yıkıldı ve Sovyetler Birliği çöktü. Rusya hala güçlü, fakat ABD’nin karşısına artık sosyalizmin kalesi olarak değil, kapitalist devletler arası çıkar savaşı doğrultusunda çıkıyor.
Ama her şeye rağmen Avrupa’nın ve dünyanın üzerinde hala bir hayalet kol geziyor. Ve isteyen post modern dünyanın doğuşunu ve eski üretim ilişkilerinin son buluşunu kutlasın, isteyen ise küreselleşme ve Kapitalist demokrasinin nimetleri ile övünsün, dünya hala dönüyor ve tıpkı şemsiyenin kapanması yağmur yağdığı gerçeğini değiştirmeyeceği gibi ezen ile ezilen arasındaki uzlaşmaz çelişki de hala sürüyor.
Karşımızda giderek deneyimlenen, ama temel mantığı ile kendi mezarını kazmayı sürdüren bir sistem var. Fabrikatör ve işçi arasındaki çıplak çelişki bugün yerini taşeronlaşma ve esnek çalışma ile daha komplike ama aynı oranda acımasız bir sisteme bırakmış durumda. Taşeronlaşma bir emekçinin asıl işvereninin kim olduğunu dahi görememesine sebep olurken, esnek çalışma ise insanı tüketen uzun çalışma saatlerini eskisi gibi sermayenin dayatması değil, bireyin özgür tercih gibi gösteriyor. Bu durum klasik anlamda örgütlenmeyi zorlaştırırken, sistemin emekçi üzerindeki etkisini ise sabit bırakıyor.
Kapitalizm yıllar önce insanların hayal bile edemeyeceği bir teknolojik gelişim ve bilgi birikimini yarattı, ama bunu halkların değil sermayenin kullanımına verdi. Bugün kapitalizmin istisnai döneminin bir sonucu olarak oluşan kamusal sağlık ve eğitim gibi insani gelişime ayrılan bütçeler giderek azalırken, kozmetik, eğlence ve otomotiv gibi tüketime dayalı sektörlere ayrılan bütçeler giderek artıyor. Toplumların elde ettikleri bilgi birikimi teknoloji yardımı ile her alanda artarken, bu birikim copyright yasaları ile bu bilgileri kar amaçlı kullanan şirketlerin eline terk ediliyor.
Kapitalist sistem bir yandan medyayı kullanarak emekçilere sürekli yeni arzular pompalarken, bir yandan da bunlara ulaşabilmeleri için onları uzun ve yorucu çalışma koşullarına çağırıyor. Emekçiler tükettikçe tükeniyor, sürekli piyasaya sürülen yeni arzularla tatminsiz bir yaşamın kurbanı haline dönüşüyor.
2000’li yıllar kapitalizmin yeni bir bunalımı ile birlikte geldi. Neoliberal sistemin tüketim sorunununu ertelemek için kullandığı finansal ağ bir krize girdi, bu kriz ise tüm sisteme yayıldı. Liberallerin sürekli övündüğü kapitalizmin küreselleştiriciliği ve ülkelerin birbirlerine olan bağımlılığı krizlerin de küresel ölçekte kısa vadede yayılmasını sağladı. Bu bunalımın emekçileri işlerinden etmesi ve hayat koşullarını zorlaştırması kapitalizmin kendi yarattığı arzuları da karşılayamaz hale gelmesini sağladı. Böylece dünyaya yayılacak bir isyan dalgasının fitili ateşlendi.
Dünya finansının kalbi durumundaki Wall Street’de Occupy hareketi başladı. Bu hareket tüm ABD’ye etkisi altıa aldı ve kriz ile birlikte Avrupa’ya sıçradı. Bu hareketi Avrupa çapında neoliberal kemer sıkma politikaları karşıtı kitlesel eylemler ve çatışmalar takip etti. Ardından ise Arab dünyasında ayaklanmalar başladı. Bu ayaklanmaları Türkiye’de Haziran İsyanı ve Brezilya Rio eylemleri takip etti. Son olarak ise kriz Ukranya’da da bir isyan yarattı. İsyan hareketleri farklı coğrafyalarda, farklı dinamiklerle şekillenmekte. Hareketlerin ortak noktası ise mutsuz, tatminsiz ve mevcut sisteme karşı öfkeli emekçilerin hareketlerin başını çekmesi.
Elbette bu isyan hareketlerinin mutlaka sosyalizm hayaletine vücut olacağını düşünmek hata olur. Bu hareketler bir hortlak olarak da vücut bulabilir. Arab dünyasında oluşan hareketler şu ana kadar Suriye’de iç savaş ve Mısır’da otoriter bir rejime varmış görünüyor. Ayrıca bu ülkelerde radikal İslam tehlikesi de sürmekte. Ukranya’da aşırı milliyetçi kesimler iktidarı almış durumda ve ülke bölünmenin eşiğinde. Batı Avrupa ülkelerinde ise mevcut rejimlerin giderek kontrolü ellerinde tutmak adına otoriterleştiğini görüyoruz. Türkiye’de de iktidar muhafazakar bir diktatörlüğe dönüşmüş durumda.
Elbette elimizde farklı örnekler de var. Venezüella’da 2000’lerin başında başlayan isyan bir devrimle sonuçlandı ve farklı bir sosyalist modelin ülkede yerleşmesini sağladı. Bu model tüm emperyalist müdahalelere rağmen kurduğu dayanışma ağı ile Latin Amerika halklarının sosyalizm bayrağı alında birleşmesi yönünde önemli adımlar attı. Küba’da ise yıllar yılı tüm baskılara rağmen yeşeren rejim insani gelişim alanında attığı adımlarla ve geliştirdiği farklı demokrasi anlayışı ile dünya halklarına örnek teşkil etmeye devam ediyor. Batı Avrupa’da ise rejimler otoriterleştikçe direnişler da daha örgütlü bir hal alıyor. Yunanistan’da SYRİZA’nın (radikal sol koalisyon) yükselişi bunun ilk örneğiydi.
Sovyet modelinin çöküşünün ardından sosyalizm hayaleti farklı modellerle dünya üzerinde dolaşmaya ve kapitalizmi tedirgin etmeye devem ediyor. Kapitalist sistem ise giderek hortlaklaşarak iktidarını sürdürmeye çalışıyor. Kapitalizmin yapısal krizi derinleştikçe dünya bir yandan iç savaşlar, orotiter rejimler ve nükleer yıkım tehlikeleri ile yüzleşirken, diğer yandan ise sermaye odaklı tüketime dayalı bireyci sistemin yıkılması ve insan odaklı dayanışmaya dayalı toplumcu bir sistemin oluşması umudu da yükseliyor. Bunun görünen tek yolu ise sisteme karşı örgütlenmek ve geleceğimizi kendimiz inşa etmek.
· Karl Marx ve Friedrich Engels’in Komünist Manifeto atlı metninin önsözünden pasajlar alınarak yazılmıştır. Metnin orjinali Komünistler Birliği için 1848 yılında yayınlanmıştır. Bu yazıda Yordam Yayınları’nın “Komünist Manifesto ve Hakkında Yazılar” kitabından alıntılar yapılmıştır.
· Bu yazının bir versiyonu Argasdi Dergisi’nin 34. Sayısında yayımlanmıştır.
Mustafa Keleşzade
Baraka Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.