BİR GÖÇMENLİK HİKAYESİ – MUSTAFA BATAK

‘’Aşağıda yazılan hikaye ve anlatılanlar tamamen gerçektir.’’

1990 yılının başında, o yıllarda göç etmeyi aklına koyan onlarca emekçi gibi Mehmet Usta da göç yolunu kafasına koymuş ve Kıbrıs’a göç etmişti. Amacı adada birkaç yıl çalışıp para biriktirmek ve memleketine dönüp eşiyle hayalini kurduğu hayatı yaşamaktı…

Ancak Kıbrıs, insanın sonraları ‘garip’ olarak değerlendireceği sıcaklığı, sakin bir yaşantının hemen her bölgede yer alması ve işçi eksikliğinin had safhada oluşu üzerine burada kalmaya karar verir Mehmet Usta.

Eşini de yanına alıp Lefkoşa’da yeni bir hayat kurarlar.

Bu hayat, kısa zamanda onlar adına yeni insanları tanımak, yeni komşuluk ilişkileri edinmek yani farklı kültürlere kucak açmak anlamına geliyordu.

İlk yıllarında tüm izinlerinin alınıp yasal tüm işlemlerin yapılacağına dair vaatlerle işe alınan fakat geçirdiği iş kazası sonucu kandırıldığını anlayan Mehmet Usta bu kötü deneyimle de olsa patronun dünyanın her yerinde patron olduğuna ve ‘güvenilmemesi’ gerektiğine kanaat getirir.

Daha sonra farklı alanlarda yasal güvencesi karşılığında daha az bir ücretle çalışmaya razı olur. Bu da kendisi ve okula yeni başlayan çocukları adına kötü günlerin  habercisi olur. Tüm bunlara rağmen gerek münferit işlerinde gerekse çalıştığı firmayla neredeyse tüm bölgelerde çalışan, ter akıtan ve emek koyan o ve onun gibi birçok göçmen işçi hemen hemen her seçim dönemi özellikle UBP’nin vatandaşlık vaatleriyle tabiri caizse oradan oraya sürüklenir…

Neticesinde ise hiçbir karşılık bulamaz…

Bu durum uzun yıllar devam eder…

Ancak hep bir umut besler içinde…

Ha bugün ha yarın derken geriye baktığında 25 yılı doldurmuştur…

İnsan hayatı için çeyrek asırlık koca bir dilimin belirsizlikler içerisinde geçiyor tahmin edilemez bir durum olsa gerek…

Ancak bizlerin tahmin edemediği bu durumu, bu insanlar yaşıyor…

Yorulur artık ustamız ve geri dönmeye karar verir. Geçen yıllar içerisinde başaramadıkları uhte olarak içinde kalır ve çocuklarının ısrarlarına rağmen geri döner…

Çocuklar ise bir süre daha burada yaşamaya devam eder. Ancak onlar da doğup büyüdükleri bu küçücük adayı terk ederek, yeniden yeni bir başlangıç yapan ailesinin yanına dönmeyi tercih ederler…

***

Bu hikaye hepimizin yanı başında duran ve bakmamız halinde görebileceğimiz onlarca hikayeden sadece bir tanesidir. Arada kalmışlığın ve yurt edinemeyişin farklı bir hikayesi var mıdır acaba?

Bu insanlar yıllarca sömürülerek, yerli sermayedarlar tarafından kullanıldı. Ve ne acıdır ki kullanılmaya bugün de devam ediliyor…

Kimisi belki biraz şanslıydı, daha farklı bir yol bulup o yoldan daha güzel günlere yürüyebilmeyi başardı.

Fakat onların dahi bugün rahat olduğu söylenemez.

Çünkü ya seçim dönemi vaat edilen geleceğin emsali olarak nitelendiriliyorlar, ya da silihtarın görüşmelerdeki kozu olarak kullanılıyorlar…

Kısaca her ne oluyor olursa olsun bu insanlar arada kalıyor ve ne yazık ki arada kalmışlığın en büyük örneği olarak gözümüzün önünde duruyorlar…

Zaten onların bu ülkeye koydukları emeğin büyüklüğü tartışılamayacak boyutlarda.

Bu nedenle artık bizlere düşen görev bu insanların ne/nasıl/niçin… geldiğini bir kenara bırakıp gelmiş ve burada yaşamayı seçmiş olduklarını görmemizdir.

Be the first to comment

Leave a Reply