Bağımsız Kıbrıs etkinliği bu yazı yazılmadan birkaç saat önce sona erdi…
Günler ve akşamlar boyu sürmüştü broşür dağıtımı ve etkinliği duyurma süreci…
Etkinlik gününün sabahı, Kaymaklı çemberinde bir grup insan, çalışanlar dahi henüz yollara düşmemişken çemberdeki yerlerini almışlardı bayraklarıyla, pankartlarıyla ve broşürleriyle…
Bu sabah kocaman bir sis kaplamıştı her yanı…
Geçim derdi içinde insanlar sabahın sisli aydınlığında yarı uykulu yarı bıkkın halde işe gitmek için yola düştüklerinde, karşılarında kendilerini gülümseyen ve broşür uzatan bir grup insanı görmüşlerdi…
Seçim dönemi değildi hem de…
Karşılığında da bir şey istemiyorlardı, oy dahil…
“Bağımsız Kıbrıs için” diyorlardı, kişisel de bir çıkarları olamazdı ki Bağımsız Kıbrıs meselesinde…
Hatta bilirsiniz, bu işlere “bulaşmak”, “istikbaliniz” için sorun bile teşkil edebilir…
***
Bağımsız Kıbrıs etkinliğinde Serkan Soyalan açtı sözü, masal gibi anlattı bağımsızlığı, Kıbrıs’ı, barışa özlemi, halkların kardeşliğini…
Sonra Grup Firar çıktı sahneye, gençliğin enerjisini yaydı bütün alana, enerji bulaşıcıydı ve hatta bazı “ihtiyarlar” daha az bağışıklıydı buna bazı “gençlere” kıyasla…
Alan Bağımsız Kıbrıs bayraklarıyla bezeliydi ve elbette bir Filistin bayrağı dalgalanıyordu sahnenin köşesinde…
Sonra Yaşar Ersoy söz aldı, Filistinli şair Mahmud Derviş’in büyüleyici dizelerini hakkıyla bizlere aktardı :
“gördüm sokaklarda seni ve ateş ocaklarında,
kaynayan kanında güneşin.
ve ahırlarda…
ve bütün tuzlarında denizin.
ve kumlarda…
toprak gibi güzel,
yasemin gibi,
ve çocuklar gibi.
ve ant içerim ki,
bir mendil işleyeceğim yarına kadar,
gözlerine sunduğum şiirlerle süslü
ve bir tümceyle, baldan ve öpücüklerden tatlı:
“bir Filistin vardı,
bir Filistin gene var!”
Hani diyoruz ya “vardık varız varolacağız” diye, hani veriyoruz ya “varoluş mücadelesi”…
İşte insan, iliklerine kadar hissetmedikçe varolmanın, var kalabilmenin dayanılmaz ağırlığını, asla gerçekten hafifleyemez…
“Kıbrıs Türk’tür”… “Kıbrıs Helen’dir”… “Kıbrıs Akdeniz’in fahişesidir”… “Kıbrıs batmayan bir uçak gemisidir”…”Kıbrıs stratejik önemi yüksek bir adadır”…
Tüm bu kan lekeli bağrışlar çağrışlar içinde duyuyoruz “bir Kıbrıs vardı, bir Kıbrıs gene var” dizelerini…
***
Sonrasında sahne alan Baraka Tiyatro Ekibi her zamanki gibi yine amatör bir ruhla ama ustaca bir tavırla yansıtmıştı varlığını sahneye; ve sormuşlardı bize :
“özgürlüğe koşmayan ayaklarını,
sömürüyü görmeyen gözlerini,
işgali haykırmayan dudaklarını,
yaşlanmış bedenini,
yurt isyanına sağır kulaklarını,
eşitliği sığmayan kalbini,
niye taşıyorsun yirmi dört saat?”
kendimizin hammalıyız belki de hepimiz ve ya yüklerimizden kurtulmalı, ya da kurtuluşumuzu yüklenmeliyiz…
Son olarak Sol Anahtarı çıktı sahneye…
Dünyanın dört bir yanında devrimci müzik grupları vardır, bunlardan bazıları içinden çıktığı ülke ile özdeşleşecek kadar başarılıdır…
Sol Anahtarı için aynı şeyleri söylemek çok iddialı olurdu belki, ancak bugün Kıbrıs’ın kuzeyinde var olan, ordan beslenen, ayaklarını Kıbrıs’a basıp dünyaya uzanan devrimci bir müziğin en heyecan verici temsilcisidir Sol Anahtarı…
Girişte Ayşe’den nazikçe evine dönmesini talep ettiler şarkılarıyla…
Dağların ardının peşine düştüler güzel günleri bulabilmek için…
“Kıbrıs bizim” dediler…
Ayşe’nin gitmeye niyeti yoktu belli ki, kapanışı da yine “Evine Dön Ayşe” ile yaptılar, en coşkulu haliyle…
Bir de, “duy beni” demişlerdi…
Duyun bizi…
Kulaklarımıza uygun olmayan ağızlarla yeterince tükettim ömrümüzü…
Duyun bizi…
Yaşasın bağımsız Kıbrıs !
Celal Özkızan
Baraka aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.