Bugün tam 5 yıl oldu; 26 Mart 2011’den bu yana…
Beni tanıyanlar hikayeyi de bilir.
– “Cemre Mor nereden geliyor?”
– “İngiltere’de bir protestoda tutuklanmıştım, polis bilgilerimi ele geçiremesin diye hızlıca facebookta soyadımı değiştirdim. Aslında o an uydurabildiğim en iyi şey buydu [mahcupça gülümser].”
Sonra, dergi yazılarımı böyle imzalamaya başladım… Özel sektörde çalışırken yazılarımı resmi soyadımla imzalamamak hareket alanı sağlıyordu. Bir süre sonra ise insanlar bana böyle hitap etmeye başladı. Bir de zaten babadan geçen soyadımı sahiplenip de ne yapacaktım ki, üstüne düşmedim, barda anlatacak güzel bir hikayeye dönüştü benim için…
Bugün üzerinden 5 yıl geçmişken, kişisel bir bar hikayesinden bir mücadele öyküsüne döndürerek anlatmak isterim bu sefer…
Avrupa’da kemer sıkma politikalarının doruğa ulaştığı 2010’ların başıydı… İngiliz hükümeti bütçe açığını öne sürerek eğitim bütçesinden kesinti yapmaktan, harçları arttırmaktan bahsediyordu. İngiltere’nin mahalle klinikleriyle meşhur olmuş kamusal sağlık hizmeti ise özelleştirme ajandasıyla günden güne geriletilmekte, kalitesizleştirilmekteydi.
Hükümetin büyük ortağı Muhafazakar Parti’nin başkanı Cameron önümüzdeki dönemi “kemer sıkma çağı” olarak nitelendirmişti. Birçok ülkede neredeyse her gün protestolar vardı. İngiltere dışında…
Bir barda oturan 10 arkadaş kamu sektöründeki kesintilere ne kadar az direniş gösterildiğini tartışıyorlardı. O günlerde bir gazetede Vodafone’un ödemesi gerekenden daha az vergi ödüyor olduğuyla ilgili bir haber okumuşlardı. Bir karar verdiler. Londra’nın işlek caddesi Oxford Street’teki Vodafone mağazasını işgal ettiler, ve “Şirketler vergilerini ödese, bütçe açığı kapanır!” dediler. Kısa sürede büyüyen ve kamusal hizmet bütçelerinde kesinti yapılmaması üzerinden kendisine “UK UNCUT” diyen hareketin hiçbir zaman merkezi bir oluşumu olmadı. Yerel gruplar, şehir bazlı, okul bazlı, hatta kimlik bazlı örgütleniyorlardı. Queer Uncut diyordu biri, diğeri Sisters Uncut diyordu, her yerel örgütlenme 5 kişi ya da 50 kişi olabiliyordu. Hepsi kendi kendilerini ilan eden, kendi eylemlerini organize eden ancak bir hareketin parçasıydı.
Hareketin web sitesinde vergi kaçıNdığı keşfedilen şirketlerin bir listesi vardı. VODAFONE, TOPSHOP, BOOTS, STARBUCKS, HSBC ve daha bir çoğu… Kimisinin şirketi Monaco’da yaşayan eşinin adınaydı, kimisi vakıf kurup hayır işi yaparak indirim alıyordu, kimisi ise vergi bölümlerinde onlarca avukat ve muhasibe istihdam sağlayan çok daha kompleks yöntemlerle vergi kaçıNıyordu. Yerel örgütlenmeler listeye bakarak bu şirketlerin kendi bölgelerindeki mağazalarına gidiyor, çoğu zaman kesilen kamusal hizmete dikkat çeken kostümler ve tiyatrolarla mağazayı işgal ederken halkın ilgi ve sempatisini topluyorlardı.
Halkın algısı açılmıştı. Rakamları alt alta koyunca herkes farkına varıyordu ki şirketler vergilerini ödeseler bütçe açığı falan olmayacaktı. Eğitim, sağlık, ulaşım, barınma gibi kamusal hizmetlerin geriletilmesi meşru değildi. Şirketler hırsızdı, yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz hizmetleri çalıyorlardı. Bunu vergi kaçıNarak yapıyorlardı.
Mart 2011’de sendikalar federasyonunun düzenlediği büyük mitinge 500,000 kişi katıldı. Uncut ekibi protesto sürerken daha önce duyurduğu gibi Oxford Circus’ta toplandı ve önceden adı duyurulmamış bir vergi kaçakçısına “şok işgal” için eylemciler işaret şemsiyelerini takip etti.
Fortnum & Mason isimli lüks bir mağazaya gelmiştik. Paskalya zamanıydı ve hiç unutmam, bu lüks mağazada çikolatadan küçücük bir paskalya tavşanı 300 sterlindi.
Barışçıl bir şekilde bildiri okunduktan ve yaklaşık 1 saat işgal yapıldıktan sonra çıkmak istedik ancak kapılar üzerimize kilitlenmişti. Polis, dışarısı güvenli olmadığı için bizi korumak amacıyla çıkmamıza izin vermediğini söylüyordu. Saatler sonra çıkışa izin verildiğinde ise tutuklanmayacağımıza ve dışarısı artık güvenli olduğundan evimize gidebileceğimize söz verilmişti (bunu söylerkenki video kaydı sonradan mahkemeye sunuldu [1]). Çıktığımızda ise gözlerimiz polislerin giydiği yeleklerin florasan sarısından başka bir şey göremedi. Gidenler bilir, normal zamanda onbinlerce insanın yürüdüğü kalabalık Oxford Circus meydanı boşaltılmış, tüm sokağı yüzlerce polis sarmıştı, tepemizde ise iki helikopter uçuyordu. İngilizlerin “kettling” (sürü gütme) adını verdikleri bir polis taktiği ile 150’ye yakın barışçıl eylemci coplanıp sürüklenerek tutuklandı (sonradan kampanya adımız olan #Fortnum145 buradan gelmektedir). Ters kelepçelerle saatlerce otobüslerde bekletilip 24 saat gözaltında tutulduktan sonra “ağırlaştırılmış mülke tecavüz” davası okundu ve tüm kıyafetlerimiz ve eşyalarımıza el konularak cezaevi kıyafetleriyle Londra’nın soğuğuna salıverildik… 135 kişinin davasında takipsizlik kararı alınırken, hareketin “elebaşı” görülen 10 kişi ise mahkeme sonucunda suçlu bulundu.
Bu operasyon ve takip eden mahkeme süreci amaçlandığı gibi Uncut hareketinin büyük ölçüde hızını kesti. Birçok insan hayretle sormuştu, 500.000 kişilik bir gösteride nasıl olur da siz 145 kişi tutuklanırsınız diye. Evet o gün Trafalgar meydanını yakıp yıkan anarşistler bile tutuklanmamıştı ama biz tutuklanmıştık, neden?
Çünkü Uncut birkaç anıt ve birkaç ATM’yi yakıp yıkanlardan daha büyük bir şeyi tehdit etmişti. Sermayenin sırtımızdan kazanıp da vergi ödememe özgürlüğünü… Kamusal sektörün tasfiyesinin meşruluğunu… Çok basit, çok anlaşılır bir taleple yapmıştı bunu: “Vergi ödesinler!” Gerisini halk getirmişti…
Sönüp gitmiş bir hareket için bu yazıyı niye mi yazdım? Geçtiğimiz aylarda haberlerdeydi, Google İngiltere’deki kazancı için 130 milyon sterlin geriye dönük vergi ödeyecekmiş. Ve yıllık ödeyeceği vergi yeni düzenlemeyle yılda 18 milyon artıyormuş. Düşünsenize, 130 milyon sterlin listedeki sadece 1 şirketin ödeyeceği tutar (2010’da kemer sıkma politikaları hayata geçirildiği zamanki bütçe açığı 149 milyar sterlindi).
Bugün Google İngiliz halkından kaçırdığı 130 milyon sterlini ödemek zorunda kalıyorsa bu politikacıların değil sokaktakilerin başarısıdır…
Ya Kıbrıs’ta durum ne? Geçtiğimiz yılın vergi beyanları listesi incelendiğinde, “zarar” beyan edenler arasında 2. sırada Cratos Otel, 3. sırada Kaya Artamis, 15. sırada Vodafone Telsim, 16. sırada AKSA Enerji Üretim A.Ş ve 18. sırada Mustafa Hacı Ali LTD’in yer aldığı görülüyor. Öte yandan Suat Günsel 24 bin 166 TL gibi komik bir rakam ödeyerek 302. sırada yer almış. [2]
CTP-UBP “reform” hükümeti ise bütçe açığıyla ilgili gözyaşı dökerek kamusal hizmetlerden, 13. Maaştan, hayat pahalılığından kısaca halktan kesmekte. Suat Günsel her yıl Forbes listelerine girerken, bizim okullarımızın damları dökülmekte, her yıl eksik öğretmenle yıla başlanmakta, tuvalet kağıdı almak için bile bütçesi olmayan okul yönetimleri para toplamak için karne rehin almakta…
Peki Google bile dize gelmişse, biz neden başarmayalım?
Neden mali kaynak için ekonomik protokollere boyun eğelim? Başka yolu yok mu?
Neden kaynak ayrılmamış hastaneleri, okulları kaderimiz bilelim? Başka yolu yok mu?
Vergi kaçıRanları da, sermayeye göz kırpıp halktan kesenleri de unutmayarak başlamalıyız işe… Kamusal hizmetlerden kesmek zorunluluk değil siyasi bir seçimdir. Seçimini halktan yana değil sermayeden yana yapanlara “inanmak” yerine bizden çalınanları alt alta koyup toplayalım, bizim hikayemizin de diğer memleketlerden pek farklı olmadığını göreceğiz… Başka bir yol var!
Londra’da bir barda oturan 10 arkadaştan bugüne gelen yolculuğun anısına…
Ve kendi ülkemizde çıktığımız yolculukta barınan tüm muhteşem ihtimallerin şerefine…
[1] http://www.theguardian.com/uk/2011/mar/28/cuts-protest-uk-uncut-fortnum
[2] http://www.ankaradegillefkosa.org/en-yuce-degerleri-emek-dusmanligi-sermaye-yandasligi/