BİR AYAKLANMANIN ETKİLERİ -MUSTAFA KELEŞZADE

Bundan tam bir sene önce en yoğun duygularımla Afrika Gazetesi’nde 2 Haziran’da yayınlanan “Bir Ayaklanma Nasıl Oluşur” başlıklı bir yazı yazmıştım.

Bu yazıda birinci günde Gezi’de yaşananlara ve nasıl oluştuğuna değinmeye çalışmıştım. Şimdi ise ayni duygularla ayaklanmanın etkilerine değinmeye çalışacağım.

Gezi’de 31 Mayış akşamı AKP’ye karşı başlayan ayaklanma  ilerleyen günlerde tüm Türkiye’ye yayılarak Haziran İsyanı’nı yarattı.

Bu dönemde Türkiye “Gezi Komünü” kavramı ile tanıştı. İnsanlar 1 aya yakın bir süre Gezi Parkı’nda direnişi dayanışma ve ortak yaşam ile perçinledi.

AKP’nin o güne kadar insanlar arasında yarattığı tüm katı ayrımlar bir anda toz haline geldi. Kürt, Türk, Alevi, Sunni Türkiye halkları AKP’ye karşı sokakta birleşti.

Anaakım medyada AKP hegemonyası görünür hale geldi. Penguen medyası halklar nezdinde güvenilirliğini yitirirken, Çapul TV  gibi direniş medyaları kurulmaya ve Birgün Gazetesi gibi direnişçi gazeteleri toplumsallaşmaya başlandı. Anaakım medyada ise AKP’nin hegemonyasının sarsılması ile gemiyi ilk fareler terk eder misali AKP yandaşlığından kopan medya imparatorlukları görülmeye başlandı.

Haziran İsyanı’nın sokak kültürü toplumsal  bellekte yer edinerek sokakata  hak aramayı Türkiye halkları açısından normalleşti. ODTÜ direnişinde de, Yolsuzluk operasyonunun ardından da, seçimlerin ardından da, Soma Katliamı’nın ardından da halklar AKP’ye sokakta hesap sormayı sürdürdü.

Türkiye genelinde devam eden forumlar 70’lerden itibaren ilk kez üniversite öğrencileri ile bölge insanını bir araya getirmekte ve ortak eylemlerin şekillenmesini sağlamakta.

Haziran İsyanı ile AKP’nin iktidar gücünün azalması, cemaatin AKP’ye karşı cephe alabilmesini sağladı. AKP’nin iktidar bloğu iyice daraldı.

AKP’nin oldukça istekli olduğu Türkiye’yi Suriye’de savaşa sokma politikası toplumsal baskı sonucu başarısız oldu.

Bugün bazıları Haziran İsyanını ve Gezi ruhunu bitmiş gibi düşünebilir, lakin bu isyan Türkiye’yi değiştirdi. Yarın sabah uyandığımızda AKP iktidarıın yıkıldığını öğrenmek artık kimse için imkansız değil. Dün akşam Taksim’de görevli 25000, Kızılay’da görevli 10000 polis, AKP’nin durumun farkındalığının ve korkusunun göstergesidir.

Haziran İsyanının etkileri Kıbrıs’ın kuzeyinde de halen görülmekte. Geçtiğimiz bir sene içerisinde önceden AKP’ye hoşgörü ile bakan bir çok yapı ve sol liberal yazarlar bugün taraf değiştirmek noktasında. Mehmet Ali Talat gibi AKP yandaşı olarak kalmayı sürdüren kişiler ise toplumsal bir tepki ile yüz yüze kalıyor.

Haziran İsyanı Kıbrıs’ta üniversite öğrenimi için bulunan Türkiyeli öğrenciler ile Kıbrıslı Türk muhalefet bileşenleri arasında da bir köprü yaratmış durumda. Ortak dayanışma eylemleri ile başlayan süreç, birbirini anlama ve halkların sorunlarına saygı gösterme ile şekilleniyor.

Haziran İsyanı sonucu hayatını kaybeden Berkin’ler, Ali İsmail’ler , Medeni Yıldırım’lar, Hopa’da bundan tam iki sene önce öldürülen Metin Lokumcu, Roboski’de, Soma’da katledilenler ve daha niceleri bugün Gezi Ruhunu temsli etmekteler. Bu ruh ise sokakta kendine vücut bulmakta. Eninde sonunda AKP’yi alt edecek olan da işte bu ruh olacaktır. AKP belki belli günlerde sokağa 10000’lerce polis yığıp bunu geciktirmeye çalışabilir. Ancak Gezi göstermiştir ki bu ruh her hangi bir gece ansızın AKP’nin karabasanı olmaya gelebilir.

 

2 Haziran 2013’te Afrika Gazetesi’nde Marjin isimli köşemde yayınlanan yazı:

BİR AYAKLANMA NASIL OLUŞUR?

Ben bu satırları yazarken Türkiye’de her yerde direniş var ve muhtemelen siz bu satırları okurken de direniş devam edecek. Her ilde, her sokakta, her köşe başından insanlar geleceklerin için direniyorlar. Kimisi 24 saati aşkın bir süredir biber gazlarına, tazyikli suya, polis pusularına karşı sokaklarda. Kimisi ise başına, sırtına gelen biber gazı kapsüllerinin etkisi ile hastaneye kaldırılmış veya kendine açılan bir ev ya da dükkanda tedavi edilmiş, yine sokağa çıkmış durumda.

Gerçekleşen eylemlerde yaralananların sayısı ben bu yazıyı yazarken 1000 e yaklaşmış durumda, farklı kaynaklardan onlarca kişinin de hayatını kaybettiği bilgisi geliyor, siz bu yazıyı okurken ne kadar ölü ve yaralı olacağını ise tahmin dahi edemiyorum. Kimisi kafasına gelen biber gazı kapsülü ile kafa tasını kırmış, kimisi ise gözüne gelen gazla görme yetisini kaybetmiş durumda. Fakat emin olun ki şu an Türkiye’de görmezlik oranı en alt seviyesinde.

Türkiye’de çoğunluk yıllardır süren derin uykusunda uyanıyor. Gözlerin açıyor ve gördüğü manzaradan hiç hoşlanmıyor. Eylemlerin başlama noktası Taksim’de yüzlerce ağaca ev sahipliği yapan Gezi Parkının devasa bir alışveriş mağazasına çevrilmek için talan edilmesine karşı çıkışla başlıyor. Binlerce kişi ağaçların kesilmesini engellemek için gezi parkında toplanıyor. Tayyip ise bu durumdan hiç memnun olmuyor; nasıl oluyor da buyruğuna karşı çıkılıyor, hem de bir avuç ağaç için. Hemen imamın ordusunu çağırıyor göreve. Şuursuzca bir saldırı ve şiddet. Fakat bu kez ezberleri bozuluyor kitle dağılmıyor ve daha da büyüyor. Tayyip’in polisi ise tek bildiğini yapmaya, yani şiddet uygulamaya devam ediyor. Polis saldırıyor, kitle ise büyüyor, büyüyor ve büyüyor. En sonunda ise olaylar Türkiye’nin her yerinde örgütlü ve örgütsüz insanların sokağa çıktığı ve direndiği bir ayaklanmaya dönüşüyor.

Peki bir ayaklanma sadece ağaçları korumak için çıkar mı?

Neden olmasın? Fakat, Türkiye’de bu ayaklanma aslında bir çok şeyin birikimi:

Bu ayaklanma Uludere’de terörist diye öldürülen masumlar;

Reyhanlı’da AKP politikaları yüzünden hayatını kaybeden insanlar;

Muğla’da polis kurşunu ile öldürülen üniversiteli Şerzan Kurt;

AKP iktidarının gerici uygulamaları ile giderek baskı altına alınan Alevi yurttaşlar, kadınlar;

her hakkını aradığında biber gazı ile yüzleşen, dövülen, hapsedilen öğrenciler;

hapsedilen, baskı altına alınan basın mensupları;

yıllar yılı öldürülen ve hapsedilen tüm  devrimciler;

Her ses çıkarmaya çalıştığında baskı altına alınan tüm gruplar için çıkmakta.

Kim bu sokaktakiler?

Şu an Türkiye’de sokakta her gruptan insan var. Sistemin yılları yılı yarattığı tüm suni bölünmeler ortadan kalkmakta. Öyle ki:

Fenerbahçe taraftarı bir grup polis tarafından gözaltına alınırken, Galatasaray ve Beşiktaşlı taraftar grupları müdahale ederek onları kurtarabiliyor.

18’lik bir genç biber gazına maruz kaldığında 50’lik teyze arkadan limon uzatabiliyor.

Bardan çıkan ile namazdan çıkan kol kola polisin üzerine yürüyüp, aynı barikatta direnebiliyor.

Evde tüm gün dizi izleyip, bir tek ana akım medyayı takip eden ile, bir devrimci birlikte tüm yaşananlara seyirci kalıp yemek programı veren ana akım medyanın başlıca kuruluşu NTV binasını kuşatabiliyor.

Sokakta yaralanan eylemciyi, çatışmalarda dükkanının camı kırılan esnaf içeri alıp savunabiliyor.

Öğrenci ile akademisyen, Kürt ile Türk, Sunni ile Alevi kol kola yollarda yürüyebiliyor.

İşte Türkiye’de bir ayaklanma böyle başlıyor. Tüm ayrımlar ortadan kalkıyor, geriye sadece ezen ve ezilen arasındaki uzlaşmaz ayrım kalıyor.

Belki bu süreç Türkiye’de bir devrim ile sonuçlanmayacak. Kitle her ne kadar kendiliğinden sokağa çıksa da sokakta bu gücü örgütleyebilecek bir yapının eksikliği olduğu kesin. Fakat bu ayaklanmanın hem sokağı örgütleyenlerin gücünü artıracağı, hem de Faşist AKP’ye iktidara geldiğinden beri aldığı en büyük yarayı açacağı ve Türkiye koşullarında ne olursa olsun bu direnişin kendisinin bir zafer olduğu kesin.

Bizler belki Türkiye’de yaşananlara müdahil olamıyoruz. Fakat dayanışmamızı sunmamız,

medyanın karartmasına karşı sosyal medyada ve sokakta yaşananları duyurmamız bir sorumluluk olarak karşımızda durmaktadır.

Mustafa Keleşzade

Baraka Aktivisti

 

Be the first to comment

Leave a Reply