Yıllar süren hazırlık çalışmaları, Meclis’in bu çalışmaları düzenleyerek onaylaması ve Cumhurbaşkanı’nın da hiç ikiletmeden imzalaması ile nur topu gibi bir Bilişim Suçları Yasamız oldu. Hazırlık süreci epey uzun da olsa memleketin yoğun gündemleri arasında konunun ciddiyetinin fark edilip kamuoyunda tartışılması esas olarak Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra başladı. Bir taraftan, Pandemi döneminin ardından halkın sağlık kaygısı ve ekonomik sıkıntılarla boğuşması, diğer yandan ise hükümet ve ana muhalefet partilerince Yasanın iyi taraflarının öne çıkarılarak gelişen teknolojiyle uyumlu, herkesin ihtiyacı olan bir iş yapılıyormuş imajı yaratılması bu Yasaya karşı tepkinin geç verilmesine sebep oldu. Yine de Basın-Sen’in konuyu Anayasa Mahkemesi’ne taşıması ve insan hak ve özgürlüklerine duyarlı örgütlerin bu direnişe destek vermesi neticesinde Bilişim Suçları Yasası’na karşı mücadele büyümeye gebe. Zaten Yasa yürürlüğe girer girmez sendikacılar aleyhine yazılan yazılar ve devletin en üst makamı tarafından yapılan uygulamalar, baskı aracı olarak işlev göreceğinin işaretlerini vermekte.
Yasayı değerlendirmeye geçmeden önce bilişim hukukuna kimlerin neden ihtiyaç duyduğu, aslında neyi düzenlemesi gerektiği ama mevcut sistemde nasıl kullanıldığı konularına değinelim.
Bilişim hukukuna iki farklı pencere
Dünya nüfusunun yaklaşık yarısı hâlâ internet kullanma imkânına sahip değilken (2019 verilerine göre dünyada internete erişim oranı %56), bu teknolojiyi kullanabilenlerin büyük çoğunluğu ise kamusal ve ücretsiz bir internet hakkından özgürce faydalanamıyor. Oysa günümüzde internet erişiminin temel bir insan hakkı olarak kabul edilmesi uluslararası hukuk teamülü haline gelmiş hatta Birleşmiş Milletler tarafından “temel bir insan hakkı” olarak tanımlanarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ne 3. kuşak insan hakkı olarak dâhil edilmiştir. Avrupa Konseyi’nin “İnternetin Evrenselliğini, Bütünlüğünü ve Açıklığını Korumak ve Geliştirmek” başlıklı kararı ve bu husustaki AİHM içtihatları da internet erişiminin devletler veya şirketler tarafından herhangi bir müdahaleye uğramaksızın güvence altına alınmasını gerektiriyor.
Çünkü internet sadece bir teknoloji değil, çağımızın “Agora”sıdır. Agoraya yani sokağa, meydana, kamusal alana çıkabilmek, orada özgürce düşüncelerini ifade edebilmek, örgütlenmek, protestoda bulunmak ve bunları yaparken de iktidarı eleştirmek ama takip edilip fişlenmemek insanlığın gelişmesi için olmazsa olmazdır.
Hâl böyleyken ülkemizde (ve tabii ki o koca koca lafları eden BM ve AB’ye üye ülkelerin pek çoğunda) internet erişimi kamusal bir hizmet değil, özel şirketlerden satın alınan bir metadır. Agoramız ise bir yandan dünya devi şirketlerin tekelinde ve pek çok şirketin reklam alanı durumundayken öte yandandevletlerin ve hükümetlerin açık veya örtülü baskısı ve denetimi altındadır. Bunu yanı sıra, insanlık yararına kullanım değeri olan hiçbir şey üretmeden sadece para ile var olan bankacılık ve finans sektörünün yeni ve gözde pazarı, “müşteri” ile ilişki alanıdır. Ada yarımızın askeri ve siyasi işgâl koşulları, TC’ye bağımlılığı ve altyapı yetersizliği de düşünüldüğünde bilişim hukukuna bizlerin, halkın ihtiyacı ile sermayenin ve yönetenlerin ihtiyacı arasında ciddi bir açı farkı ortaya çıkmaktadır.
Bizler, 1. ve 2. kuşak insan haklarımızdan olan düşünce, ifade, bilgi edinme ve haber alma gibi özgürlüklerimizin, örgütlenme, eğitim, çevre hakkı gibi haklarımızın gerçekleşeceği kolektif bir alanın herkes tarafından eşit ve özgür biçimde kullanılabilmesi için bilişim hukukuna ihtiyaç duymaktayız. Finans kapital başta olmak üzere sermaye çevreleri, teknolojik üstünlüğü de kullanarak en az emek gücüyle pazarlarına güvenli bir şekilde ulaşmak, reklamlarını yapmak, e-ticareti ve kârlarını artırmak amacıyla böyle bir hukuki düzenleme istiyorlar. Devleti yönetenler ise hem işbirliği içerisinde oldukları bankacılık ve sermaye çevrelerini memnun etmek hem de halkın zararına olacak politikalara karşı ses çıkaracak olanları zapturapt altına alabilmek için bilişim hukukuna gereksinim duyuyorlar.
Bilişim Suçları Yasası, toplumda genel kabul görecek birkaç olumlu madde ile göz boyamasının dışında genel itibariyle halkın özgürlükleri penceresinden değil, iktidar sahipleri ve sermayenin menfaatine bir pencereden bakmaktadır. Pek çok konuda erkin kendi hükümetçiğimizin elinde olmadığı gerçeği de, bu Yasanın demokratik bir şekilde uygulanmayacağı şüphesini doğurmaktadır. Yasanın sanal bahis, kredi kartı yolsuzluğu, çocuk pornografisi konularını engellemek ve siber suçları önlemek gibi iyi niyetlerle yapıldığını ve imzalandığını düşünsek bile unutmamalıyız ki; cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşelidir. Ve geçmişin özgürlük tutkunları hâlâ fısıldıyor kulağımıza: Kaldırım taşlarının altında kumsal var!
(Yazının yarınki bölümünde, hak ve özgürlüklerimizi ve özel hayatın gizliliğini ihlal eden maddeleri inceleyerek “Yasadaki tehlikeler” konusunu ele alacağız.)
Nazen Şansal
Baraka Aktivisti