kktc’nin son zamanlarda röntgencilik(voyerizm) fantezileri gittikçe artmaktadır. Bir dönem Biri Bizi Gözetliyor(BBG) evlerinde karşımıza çıkan ve her tarafa kameralar koyup insanların tüm yaşamlarını gözlem altında tutup bunu satan anlayış geliştirilerek kktc’ye de uygulanmaya başladı. Yanlış anlaşılmasın yayıncılık anlamında değil! Evet, bir dönem burada da özel bir TV kanalı bunu denemişti fakat gerek oluşan toplumsal muhalefet gerekse de ada yarımızın küçüklüğü ve kendine özgün yapısı gereği son buldu. Israrlı takip, bir çok ülkede suç sayılmaktadır ama kktc bilişim yasası ile devletin ısrarlı takip anlayışı bir gömlek daha üste çıkıp röntgenciliğin sınırlarını zorlamaya başladı. İnternet erişim sağlayıcılarına bu yasa ile erişim verdiği herkesin internetteki hareketlerinin son iki yılını loglama(kayıt altına alma) zorunluluğu veriyor. Kapitalist büyük bilişim şirketleri bu bilgilerle ülkelere şantaj yapıyor. Bu veriler insanların özel trafik bilgileri olması ve yasalarla özel olarak korunması ve korunduğunun denetlenmesi gerekirken yasa, mahkeme kararı ile veya şirketin keyfi (“kullanıcılara sağladığı iş ve hizmetler kapsamında gerçekleştireceği iş ve işlemleri için zorunlu olması halinde ve bu amaçlarla sınırlı olmak üzere erişebilir ve erişilmesine izin verebilir.”) isteği ile bu verilerin kullanımına imkan tanıyor. Kişilerin bu özel verilerini şirketlerin de eline bırakıyorlar.
Kişilerin ısrarlı takip, taciz ve röntgencilik davranışlarının nedenleri ile ilgili bir sürü psikolojik yaklaşım var ama kendine devlet diyen yapıların bunu yapması sanırım sallantıda bulunan küçük “iktidarlarının” korunması ve olası muhalif hareketleri bastırma isteği olsa gerek. Sözde halkın mağduriyetlerini ortadan kaldırmak için yapılan bu ve bunun gibi yasalar tam tersine basın ve ifade özgürlüğü gibi konularda halkın aleyhine geliştiriliyorlar.
Liberallerin söylemi “hukuk önünde eşitlik”, bugünün toplumunda bugünün insanlarının eşitlik ihtiyacını karşılayamamaktadır. Gerçek hayatta eşit olmayan insanlar hukuk önünde de eşit olamazlar. Milletin vekili, bakan, başbakan vb. ile sıradan bir vatandaş nasıl eşit olur?! Etkili yerlerdeki siyasi atama bürokratlarla yurdum insanı nasıl eşit olabilir? Yasada kktc yasalarına aykırı bir durum söz konusu olduğu takdirde fiili olarak cihazlarınıza veya internetteki yayınınıza geçici el koyma hakkı mevcut. Yani örneğin zem ve kadih meselesi ile başbakan ona yaptığınız eleştiriyi(karikatür , fotomontaj, sanatsal bir eser vb) hakaret kabul edebilir ve hakkınızda işlem başlatabilir. Hop gelsin polisler… Eğer gerçekten halkın yararına bir yasa yapma niyetinde olsalardı milletin vekilleri ve yüksek bürokratları sıradan halktan ayırır bu gibi durumlarda bu kişilerin ilgili görevlerini icra ettikleri zaman içerisinde bu haklardan mahrum edilmelerini yasaya eklerlerdi. Gerçekten demokrasiden bahsedeceklerse kendilerini ayrı tutarlardı ama ne gezer? Nasıl ki dokunulmazlık, siyasi rant ve makamlarının türlü türlü avantajlarından yararlanıyorlar bu da karşılığı değil ama o yerlerde olmanın halkına hizmet vermenin bir bedeli olmalıydı. Niyetleri üzüm yemek değil bunu biliyoruz. Ama hukuki olarak mümkün değil! ya eşitlik! falan filan diye yakarışları duyar gibiyim. peki yasal lisanslı bir federasyonda kayıtlı bir boksör veya futbolcu ilgili spor dalının icrasında gerçekleştirdiği darp ile normal yaşamda gerçekleştirdiği darp eyleminin yasal olarak karşılığı bir ve ayni mi? Bu insanlar milletin vekili olarak ülkeyi yönetmek için ellerini taşın altına atıyor ve kamu yararına çalışacaklarını iddia ediyorlar. Kamunun onlara en ağır eleştirilerde bulunabilmesi sanatsal türlü yaklaşımlarla onları küçük düşürmesi de inanın kamunun yararına olacak. Bilişim teknolojileri artık insanların neredeyse bir parçası haline gelmiş durumda ve hayatın içinde oldukça fazla yer tutuyor. İnsanlar gecenin bir vakti uykusuz ve sinirli iken kendi kendine söylenir gibi post atabiliyor sosyal medyada veya yanlışlıkla kendini canlı yayınlayanlar bile var. Hal böyle iken tekrar uyarıyorum özel yaşamımız, basın ve ifade özgürlüğümüz ciddi tehlike altında.
Yasa ile ilgili birçok şey yazıldı, çizildi fakat Münür Rahvancıoğlu’nun yazdığı post bu konuya oldukça doğru bir yaklaşım getiriyor yazıyı tamamen katıldığım bu post ile bitirmek istiyorum.
“Bilişim Suçları Yasası yasal boyutları bakımından birçok kişi tarafından yorumlandı. İnsan hakları, fikir ve ifade özgürlüğü gibi temel noktalara dair bir çok söz söylendi. Başta liberal ve “özgürlükçü” CTP olmak üzere, yasayı yürürlüğe koyanlar, yasada var olan hukuki argümanlar temelinde kendilerini savundular. Bence bu tartışmaların eksik kalan veya yeterince vurgulanmayan iki önemli noktası var. Sıradan insanların ve güçlü bir sermaye grubuna yaslanmayan alternatif medyanın bu yasadan gerçek hayatta nasıl etkileneceği ile ilgili olan bu iki nokta, mahkeme ve hukuk süreçleri ile değil, polis tarafından yaratılabilecek fiili durumlar (oldu bittiler) ile ilgilidir.
Bizim ülkemiz her anlamda bir “oldu bitti” ülkesidir. Devlet ve kişiler her fırsatta birbirlerine oldu bitti yaratırlar ve bunların %90’ı da mahkemeye, hukuka taşınmaz. Bunun birçok sebebi vardır; oldu bittiye maruz kalan tarafın da kendince yanlışları olması veya orta vadede ilkesel davranmanın ilerde kendi yaratacağı oldu bittiler anlamında zarara uğramasına neden olacak olması veya mahkeme sürecinin uzun, yorucu, pahalı olması yanında yargıç-savcı veya avukat olsun herkesin evrak işleri ve usule odaklı olup kimsenin duruşma yapmak istememesi gibi sebepler sıralanabilir. Kısacası mahkemeye yansıyan olay sayısı azken, bu olayların duruşma ile sonuçlanma oranı bundan da azdır. Yani, herhangi bir yasa salt mahkeme ve hukuk süreçleri çerçevesinde değil, sıradan insanın yaşamını esas etkileyeceği boyut olan; devletin-polisin nasıl oldu bittiler yaratabileceği çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bizim hayatımıza dokunacak olan tam da bu noktalardır çünkü…
Bilişim Suçları Yasası iki noktada idareye (polise) çok ciddi sonuçları olacak oldu bittiler yaratma fırsatı sunmaktadır: Cihaza El Koyma ve Erişim Yasağı!
Diyelim ki herhangi bir devlet yetkilisi sizin yazdığınız bir şeyin kendisine küfür olduğu iddiasıyla polise başvurdu, veya herhangi bir paylaşımınızın “terör örgütü” kabul edilen bir örgütü övdüğü düşünülüyor; MAHKEME KARARI OLMAKSIZIN telefon, bilgisayar, laptop, tablet gibi cihazlarınıza polis tarafından 24 saatliğine el konulabilmesi artık yasaldır! Bu 24 saatlik sürenin sonunda polisin size hiçbir dava getirme yükümlülüğü yoktur ve idari bir kovuşturmaya da tabi tutulmaz. Kimseye küfür etmediğiniz ve o terör örgütünün adını bile bilmediğiniz halde, cihazınıza el konulduğuyla kalır, cihazınızı alır evinize gidersiniz ve bir bardak su içersiniz! Polisin iyi niyetle gerçekten de suçun varlığını varsayarak hareket edeceğinin garantisi yoktur. Polise mahkeme kararı olmadan cihaza el koyma ve hesap vermeden bu meseleden sıyrılma fırsatı verildiğinde, kimin kime ne yapacağının garantisi yoktur. Bu ülkede sendika yönetim kurullarının, topluca göz altına alınmışlığı (sonradan da hiçbir suç işlemediklerinin ispatlandığı) olmuştur. Veya bir darp olayında polise ilk başvurduğunda “ama sen de ona vurmuşsun. Ya barışın ya da ikinize de dava okurum” sözünü duymayan yoktur! Bu ülke oldubitti cennetidir. Ve hesap vermeden keyfi insan tutuklayanların, herhangi birinin telefonuna sırf meraktan bile el koymayacaklarını (üstelik yasa da hak vermişken) düşünmememiz için sebep yoktur.
Erişim Engeli de benzer bir konudur. Bir internet sitesine erişim engeli konulmasının, herhangi bir gazetenin toplatılmasından pratik bir farkı olmadığı halde; bir gazeteyi toplatmak için mahkeme kararı gerekir ama erişim engelini herhangi bir polis gidip BTHK’ya söyleyerek yaptırabilir. 24 saat sonra da mahkemeye başvuru bile yapmadan “ops sorry” diyerek erişime yeniden izin verilir. Bu tamamen keyfi oldu bittilere yasal zemin sunmak demektir…
Deniliyor ve denilecektir ki; soruşturma memurunun cihazınıza el koymasını veya erişim engeli uygulamasını dava edebilirsini devletin herhangi bir kademesindeki görevini yerine getirmeyen, yasayı doğru uygulamayan memuru da dava edebilirsiniz… Ediyor musunuz? Etmiyorsunuz. Çünkü mahkemeler yavaş, yoğun, hakimler dava görmek istemiyor ve süreç uzun, pahalı…
Bu ülkede yapanın yaptığı yanına kâr kalır. Bilişim Suçları Yasası ile, polisin yaptığının yanına kâr kalacağı yasal güvence altına alınmıştır. İşin özeti budur ve liberal ve “özgürlükçü” vekillerimize, başımıza ördükleri bu çorap için ne kadar teşekkür etsek azdır…
Peki, bu böyledir diye muhalefet geri mi duracak? Elbette hayır! Bu yasanın bize gösterdiği en temel gerçek, bireysel öfke ile hareket edersek zararlı çıkacağımızdır. Örgütlü bir öfke, örgütlü bir tepki bu yasayı duvara toslatır. Cihaza el koyan polisin emdiği sütü burnundan getirmek, süreçleri kolektif maddi imkanlarla dava yoluna taşımak ve kalabalık olmaktan kaynaklı olarak bize oldu bitti yaratmalarının önüne geçmek, tek tek kişilerin yapabileceği şeyler değildir. Ama örgütlü olduğumuzda, tek başımıza olduğumuzdan çok daha korunaklı, hem maddi hem de manevi olarak çok daha güçlü ve biz meşgul olduğumuzda dahi oldu bitti yaratan kurumlarla uğraşacak zaman kazanmış oluruz.
Benim bu yasa bağlamında verebileceğim tasiye; kendi fikrinize yakın yapılarda #Örgütlenin… Devrimciyseniz #BağımsızlıkYolu‘na gelin… Örgütlülük bu yasadan önce de önemliydi ama bu yasadan sonra yaşamsaldır… Teker teker hiçiz ama örgütlü olduğumuzda her şey biziz”
Tahsin Oygar
Baraka Aktivisti