İçimde bir iş görmenin saadeti, dönmüşüm evime… Mesaide geçen zamanın hakkı verilmiş; sonbahar güneşinde dostlarla öğlen sohbeti yapılmış; akşamına samimi bir örgüt okulunda çevre ve ekoloji konuları masaya yatırılmış; gece vakti dernek binası tertiplenmiş, birlikte ter akıtanlar dinlenmeye çekilmiş… Arada gelen kötü haberler bile, her şeyin çaresi bulunur diyerek moralleri bozamamış…
İçimde bir iş görmenin saadeti, evime dönmüşüm dönmesine ama bir başka evde yaşananlar, kara bir haber olarak düşmüş ajanslara: Mağusa’da bir kadın cinayeti daha!
Daha Gamze’nin yası tazeyken; Burcu’nun davası, katilin, basının da alet olduğu “mazeretleri” ile sürerken; av tüfeği ile vurulmuş Halime… En büyük, en derin acı, sevenlerinin, ailesinin elbette. Ama içimiz yanıyor bizim de… Hem hiç tanımadığımız hem de “biz”den biri olan kız kardeşimiz Halime’nin canına kıyan bu sistemi değiştiremediğimiz için hala… Erkeğe, güya “sevdiği” kadını dövme, öldürme, ezme, yok etme hakkını veren şu lanet ataerkiyi alaşağı edemediğimiz için bu yüzyılda… Tam ilerliyoruz, toplumumuz değişiyor derken gerisin geriye gittiğimizi gördüğümüz için yolumuzda…
Biliyoruz ki kadın cinayetleri münferit cinnet vakaları değildir. Defalarca söyledik yine söylüyoruz: KADIN CİNAYETLERİ POLİTİKTİR. Hiçbir kişi içinde yaşadığı toplumun değerlerinden ayrı düşünülemeyeceğine göre, kadına bakışta, kadını koyduğu yerde, kadına yapılabileceklerde toplumun genelinde sorun olduğunu gösterir. Son yıllarda ülkemizde yaşandığı gibi kadın cinayetlerin artması ise toplumun hastalandığının bir göstergesidir. Bu hastalığın mikrobunu saçan, cinsiyetçi eğitim sisteminden medyaya, aileden iş hayatındaki ayırımcılığa kadar, her birini değiştirmek için mücadele ettiğimiz pek çok öge var. Buna, Ankara’dan ithal, zorlama bir muhafazakarlık da ekleniyor. İlahiyat kolejiyle, Din İşleri Yasasıyla, küçücük çocukların gönderildiği Kuran kurslarıyla halkımıza giydirilmeye çalışılan yobazlık gömleği, dönüp dolaşıp yine biz kadınların canını yakacak. Türkiye’de ve dinin yozlaşarak halkın muhafazakarlaştığı pek çok ülkede kadın cinayetlerinin hızla arttığı bilinen bir gerçek. Hal böyleyken bir yandan hastalığın kökünü kurutmaya çalışmalı diğer yandan ise bu salgından korunmak için devletin yakasına yapışmalı… Defalarca söyledik yine söylüyoruz:
CAMİ DEĞİL SIĞINMA EVİ yapılmalı. Tek bir sığınma evinin olmadığı ülkemizde, şiddeti önleyici kurumsal mekanizmalar da yok. Poliste, kadına şiddet konusunda uzmanlaşmış, bu konuya öncelik veren ve acil müdahale edebilecek bir birim olmadığı gibi sosyal hizmet daireleri de bütçe, personel ve kaynak aktarılmayarak gün be gün işlevsizleştiriliyor. Sosyoloğuyla, psikoloğuyla, eğitmeniyle, avukatıyla çalışıp başka kız kardeşlerimizi kurtarabilecek şiddeti önleme ve danışma merkezleri yıllardır açılmıyor. Bu durumda devleti, kadın düşmanı politikalarla yönetenler, bağıra bağıra gelen kadın cinayetlerini umursamayıp körleri sağırları oynayanlar, en az cinayeti işleyen kadar sorumlu oluyor.
İçimde bir iş görmenin saadeti yok artık… Çünkü görüyorum ki daha yapacak çok iş var. Başka Halime’ler, Burcu’lar, Gamze’ler gitmesin diye, hep birlikte gitmek sorumluluğunda olduğumuz bir yol var:
KADINA ŞİDDETE KARŞI ÖRGÜTLENMEK, MÜCADELE ETMEK…
Nazen Şansal
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti