“…bildiğim kadarıyla gerçeğe engel olabilecek bir ceza daha icad olunmamıştır.”
Şeyh Bedreddin
Merağım ve bilgim şarkılarla ve şiirlerle sınırlı kalırdı ta ki okuyana kadar. Nazım, o meşhur şiirinde çok güzel anlatmıştı resmi tarihte ısrarla yer verilmeyen “Bedreddin’in Destanı”nı. Şeyh Bedreddin ile ilgili bir şeyler okuma arzumu harekete geçirecek kadar tetikleyen biri daha vardı Nazım’a suç ortağı. Geçen sene bir geceydi, sanırım Nazım’ın ölüm yıldönümü olan 3 Haziran’dı. Lirik Şiir Grubu Nazım anısına bir gece düzenlemiş ve Nazım şiirleri okunuyordu. Lefkoşa Belediye Orkestrası’nın çaldığı beste ile Yaşar Ersoy, öyle bir okumuştu ki Şeyh Bedreddin Destanı’nı… Karaburun’da savaşan Bedreddin’in müridlerini görmüş gibi… Fakat bu iddia bile o duyguyu anlatmaya yetersiz kalır…
“Ben de Halimce Bedreddinem” gibi değerli bir romanı okumamız, biraz da şans işi aslında. Kitabı kaleme alan Sovyet yazarı Radi Fiş, İkinci Paylaşım Savaşı’nın ardından Şarkiyat Enstitüsü’nün Çince bölümüne başvurmuş fakat yer olmadığı için reddedilince Türkçe bölümüne girmiş. Çince bölümüne kabul edilseydi sanırım bu kitabı konuşuyor olamazdık. En azından Bedreddin ile ilgili onun romanını okuyamazdık. Nazım Hikmet ile dost olan Radi Fiş, Sabahattin Ali, Melih Cevdet Anday, Orhan Veli gibi değerli Türkiyeli yazarların eserlerini de Rusça’ya çevirmiş bir yazar.
600 küsur yıl önce, 1400′lü yılların ilk çeyreğinde yaşanmış, biçimi ve talepleri ile henüz tarih sahnesine çıkmasına 400 yıl olan Marksizm ile bariz bir yakınlığı olan Şeyh Bedreddin’in başlattığı hareket, Fiş’in usta yazarlığıyla çok iyi bir şekilde okuyucuya aktarıldı.
Romanında Bedreddin’in yaşam öyküsünü geriye dönüşlü bir şekilde kaleme alan Fiş, kullandığı yazım biçimiyle romanda bahsedilen karakterlerinin yaşam içindeki dönüşümlerini çok iyi göstermiş.
Bir dini bilgin olmak yolunda genç yaşta kendini “Hakikat’e” adayan Bedrreddin, en başta salt mantığa önem veren bir kişi olarak yaşadığı dönüşümle, duygudan yoksun bir mantığın ne kadar eksik kaldığını romanda bahsedilen şu cümlelerle ifade ediyor: “Yüreğin esinlendirici etkisinden yoksun oldu mu, mantık ne kadar tehlikeli, ne kadar insanlık dışı bir şey olabilirdi.”
Öte yandan “Oysa kim ki bilir, bir daha hiç öğrenmez. Önce bilmediğini bileceksin” anlayışıyla sürekli hakikati arayan Bedreddin, insanlar arasındaki eşitsizliği yaratan düzeni yıkmanın hakikatin kendisi olduğu kanaatine varır. Bu da, toprağın ve yeryüzü zenginliklerinin paylaşılmasına bağlıdır. “Yarin yanağından gayrı her şeyde, her yerde hep beraber” anlayışıyla müridleri ile beraber bir isyan için hazırlığa başlar. Harekete geçmek gereklidir çünkü, “Hakikat, öğretilen değil, olunan şeydir. Hakikate bilgiyle değil, anlamayla ulaşılır.” Kendisi sürgünde olduğu için, dikkat çekmemek adına müridleri ondan ayrı çıkar yola. Börklüce Mustafa Karaburun yarımadasında Türkmenlerle birlikte Rum balıkçıları örgütler. Bir diğer mürid Torlak Kemal ise Manisa’da yine Türkmenlerle Yahudi esnafları… Her türlü etnik grup ve inanış onlarla birliktedir. Çünkü onların hakikate giden yolu eşitliğin ve özgürlüğün yoludur. Bedreddin, halklar arası düşmanlık ve baskıyı; “Başka halklar üzerinde baskı uygulamak, özünde, kendi halkı üzerindeki baskıyı gizlemeye, unutturmaya yöneliktir” şeklinde yorumluyordu. Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal’in çabalarının yanında, Bedreddin de Rumeli’nde farklı halkları hakikat kavgasına kattı.
Sultan Mehmed’in bu “tehlikeli ve zararlı” girişimi engellemek için icraata girmesi uzun sürmedi. Hakikatin tarafında yer alanlar ilk savaştan galip çıkınca, Şehzade Murat ve Beyazıt Paşa isyanı bastırmak için tüm güçleriyle Karaburun’a yürüdüler ve Bedreddin’in müridlerini katlettiler. Rumeli’nde örgütlenme çabalarına devam eden Bedreddin’in yakalanmasının ardından ise halkın tepkisinden çekinen Osmanlı yönetimi, bir şeriat mahkemesi kurarak Bedreddin’i o şekilde idam etmek niyetindeydi. Fakat kurulan mahkemede Bedreddin’i alt edebilecek bir bilgin yoktu. Buna karşın Bedreddin lafı fazla uzatmadı; “Madem ki biz yenildik, şimdi bütün konuşmalar boşadır… Verin şu fetvanızı!” diyerek, dini konularda fetva verme hakkına sahip olduğunu gösteren mührünü kendi idam fermanına vurdu!
Kitapta geçen diyalogların dönemin diline ve düşüncesine uygun yazıldığı romanın sonunda hissedilen duygu aynen Nazım Hikmet’in tarif ettiği gibiydi:
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların
zarurî neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.
Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu
Örgütlenme Sekreteri
Bu yazı ilk olarak Argasdi’nin 39. sayısında yayınlanmıştır.