“Gece kulüplerinin”, seks köleliğine ev sahipliği yaptığının kabullendiğinin ve bu konuda adım atılacağının haberlerini görünce çok sevindim. Fakat bahsetmek gerekir ki, bu şekilde fuhuş yapılan yerlerin var olması ve tahammül edilmesi Kıbrıs kültüründe yer alan daha büyük sorunların bir göstergesidir. Bu yüzden bu konu hakkında düşünürken, olaya genel olarak cinsel, etnik ve ekonomik eşitlik bakış açılarından da bakmamızın faydaları olabilir. Bu yazıda cinsiyet eşitliği üzerinde yoğunlaşmak istedim.
Öncelikle, cinsiyet eşitliği özellikle, kadın-erkek ayrımcılığı, Kıbrıslıların çözmesi gereken büyük bir sorundur. Çoğunlukla bu ayrımcılığın vesile olduğu, Kıbrıs’ta yaşarken Kıbrıs insanının cinselliğini, cinsel kimliğini ve davranışlarını şekillendiren, olumsuz yönde etkileyen bir sürü baskılara maruz kalıyoruz. Küçük erkek çocuklarının sünnet edilmeleri, kızların sürekli incelenmeleri, yeni yürümeye başlamışken gelin olmaya özendirilmeleri, daha flört etmenin ne olduğunu anlamayacak yaştayken “benim oğlum çok kalp kıracak” diye övülmesi gibi. Hatırlıyorum ki oğlanlar büyürken dışarıda oyun oynamaları, diledikleri kadar koşup spor yapmaları serbestti. Koşup oynarken bacakları niye görünüyor diye hesap vermeleri de gerekmezdi. Ancak kızların sürekli “akıllı durmaları, evde annelerine yardım etmeleri, sözden çıkmamaları” tarzında bir baskı kurulurdu. Yaşımız artarken, baskılar da artmaya devam etti. Oğlanların nasıl oluyorsa (!) belirli bir yaşa vardıklarında cinsel hayatlarını çarpık bir düzen içinde yaşamaları kabul edilen bir şey oldu. Açıkça anlatayım, “milli olma” durumu vardı biz büyürken; “gece kulüplerine” (tırnak içinde kullanıyorum çünkü bu yerler aslında affedersiniz kerhane) daha lisedeyken gidip, para karşılığında, ilk yakın cinsel deneyimlerini edinirlerdi oğlan arkadaşlarımız. Sonra da deneyimleri hakkında şakalaşır veya övünürlerdi. Biz kızlara da bir gün, çok aşık olup sevdiğimiz adamla, evlendikten sonra yaşayacağımız deneyimlerin detaylarını, “zamanı gelince” “acelesi olmadan” öğreneceğimiz söylenirdi. Ne gereği vardı cinsel eğitimin daha okullarda?
Şaka gibi değil mi? Biz yeni nesli böyle yetiştirmeyelim. Kıbrıs’taki fuhuş durumun değişmesi en çok hukukla başlar belki de. Ama toplum ve birer birey olarak bu durumu kabul edilebilir hale getiren eşitsizlikleri değiştirmek için yapabileceğimiz birçok şey var. Çarpık bir düzenle hareket ederek değil, kendimizi, yaşamımızı ve böylece içinde yaşadığımız toplumu, büyürken maruz kaldığımız baskılardan arınarak değiştirebiliriz. Nasıl mı? Öncelikle, hep beraber bedenimizin ve cinselliğimizin hakimiyetini geri kazanarak. Bunu yapabilmek için bedenimizin üzerinde kurulan, cinselliğimizi şekillendiren davranışların farkında olmamız, ve bunlara karşı çıkmamız gerekir.
Örneklerle açıklayım: mesela, oğlanların seçimleri olmamalarına rağmen (seçim yapacak yaşa gelmeleri beklenmiyor bile) sünnet olmaya, fiziksel ve psikolojik olarak yaralanmalarına gerek yoktur. Büyürken erkeklerin, kadınların onlara olan aşklarının, sevgilerinin, arzularının bir zafer olduğunu dinlemeleri, kabullenmeleri zararlıdır. Belki de size üstünlük gibi görünüyor ama, bir oğlan çocuğunun kendi değerinin bir başkasının üstünde kurduğu hakimiyetle artacağının ima edilmesi, onun kişisel değerinin az oldugu mesajını da verir. Kızların, büyüyünce illa ki evlenmelerine, anne olmalarına, kocalarına rezerve olmuş cinsel kimlikleri geliştirmelerine gerek yoktur. Bir kadın evlenmeden, kendi rızasıyla bir erkekle cinsel ilişkiye giriyorsa, bu onu namussuz yapmaz. Aslında, kadın cinselliğinin bastırılması, yokmuş gibi davranılması namussuzluktur. Aynı şekilde erkek cinselliğinin abartılmasına, güç göstergesi haline gelmesine, parayla satın alınacak bir deneyim olmasına sebep olunması namussuzluktur. Bu kalıplarla yaşamaya devam ettiğimiz sürece, toplumsal değişimlerin sağlanması oldukça zor olacak. Bu yüzden, “gece kulüplerine” ne olursa olsun, gelin biz Kıbrıslıları kendi cinsellikleriyle hastalıklı bir ilişkiye sokan mentaliteyi sorgulayalım. Olumuz, yozlaşmış düşünceleri kapatalım.
Üstümüzden bu tür baskılar kalkarken, vücudumuzun, cinsiyetimiz ne olursa olsun; hayatımız için aldığımız kararlar ne olursa olsun; giydiğimiz, yediğimiz, içtiğimiz ne olursa olsun değerli olduğu mesajını almaya başlarız. Cinsiyet eşitliğinin olduğu bir yerde, seks daha çok kişisel bir seçim olur. İnsanlarımız, kendi cinselliklerini güç gösterisi, kişisel zafer, ve illa ki evliliği yürütebilmek için kullanmak yerine, daha anlamlı, daha ahlaklı, daha mantıklı sebeplerden dolayı yaşamayı tercih eder. Oğlan çocukları, kadın vücudu üstünde yapılan baskıların sonucu olarak memnunluk yaşamaz. Kız çocukları, bedenlerinden utanmaz, kadın olmanın erkeklerle olan deneyimlerine bağlı olmadığını anlar. Her birey kendi şekil verdiği cinsel deneyimlerini zararsızca, saygı ve hoşgörüyle yaşayabilir. Kendini eşitliğe adayan bir toplumda tecavüzden kar edilmesi kabul edilemez olur. Hukuken açık kalmaları mümkün olsa bile, ‘gece kulüpleri’ müşteri bulamayıp kapanır!
Bu size mantıklı geliyor mu? Belki de “ama bu toplum böyle, ansızın değişemez” diye düşünüyorsunuz. Unutmayın, zulüm ve baskılar bağlantılıdır. “Gece kulüplerinde” çalışan kadınlar, orada kendileri istedikleri için çalışmaz. Pasaportları ellerinden alınır, anlamadıkları iş sözleşmelerine imza atmak zorunda bırakılırlar. Fiziksel ve duygusal şiddete ve istismara maruz kalırlar. Tamamen çaresiz bir duruma düşürülürler ki, düzenli olarak tecavüze uğramaya ses çıkaramazlar. Bu zulümlere de göz yuman, otorite sahibi olan kişilerin de kazançları bol olur. Kıbrıs toplumumun bireyi de kendi yaşadığı baskılardan, mustarip oldukları cinsiyet ayrımcılığından dolayı bu durumu olduğu gibi göremez: kölelik ve tecavüz. Hâlbuki hepimizin katlandığı bu baskılar ve zulümler toplum istediği için oluşmaz. Her kişi, kendi seçimlerini yaparak yaşadığı toplumu şekillendirir. Peki, şimdi niye böyle bu durum? Nasıl zulüm ve baskılar bağlantılıysa, baskılar ve baskılardan etkilenmeyecek kadar güçlü konuma gelen kişilerin, o baskıların sonucunda yarar sağlamaları, kar etmeleri de bağlantılıdır. Basitçe, bazı kesimlerin ezilmesi, insanların mutsuzlukla yola çıkarak devam ettirdikleri davranışları, sermaye kaynağı olur. En önde gelen, değişimi sağlayacak gücü elinde bulunduran kişiler de yozlaşmış seçimlerde bulunur bu sermaye düzeninden dolayı. Değişimin sırrı, şunu da bilmekte: güçlü konuma gelen kişilerin kazandıkları güç toplumla bağlantılıdır.
Bu yüzden diyorum ki, cinsiyet eşitliği için, “gece kulüplerini” kapatmak için, bedenimize sahip çıkalım. Kendimiz, güçlü konumda olan kişilerin faydalandıkları baskılara karşı çıkarak, o baskıların kazandırdıkları yararları azaltarak, kısacası, sistemi sorgulayarak ve kişisel tercihlerimizi zararlı basmakalıpların dışında yaparak toplumu değiştirebiliriz. Yaptığımız her seçim, güç dengesini değiştirir. Mümkündür. Bakın, haberlerde çıktı. Belki bu zulümleri de sonlandırabiliriz. Seks köleliğine karşı çıkarken, gelin yozlaşmış bir toplum olmaktan da çıkalım, sorunun göstergelerini ele alırken, sorunu da çözmek için yola çıkalım.
Aynel Tekoğul