Bugün günlerden hiç, doğduğumuz, büyüdüğümüz, âşık olduğumuz toprakların, can kattığımız bir hayatın yok sayıldığı gün. Bugün toprak kokusu yerine barut soluduğumuz, keklik ötüşlerinin yerine, kurşun seslerine uyandığımız gün. Bugün dikenli tellerin ötesin de, gülüşlerimizin gözyaşlarına mahkûm edildiği gün.
Bugün günlerden sürgün. Ağırdan bir sancıdır içimizde. Kuş uçsa yalnız, yasemin açsa sessiz nefessizdir şimdi. Bomba sesleri arasında, namluların gölgesinde koca bir hayatı sessiz sedasız bir bavula sığdırdığımız gündür bugün. Bugün, “çok sürmez, kısa süre sonra her şey yoluna girer, geri döneriz” avuntusu ile doğup büyüdüğümüz yerlere hasret çektiğimiz, 43 yıl da geçse yabancı kalmış bir hayata başladığımız, gündür bugün.
Bugün yanmış, yıkılmış, babadan kalma evi, ağacı, bağı bahçesi. Çok uzağa düşmez yolumuz ama nasıl anlatılır bilmem ki. Kokusu vurur erguvanların burnumuza, rengi hayalimizde çingene pembesi. Toprağın kuruluğu karşımızda ama ne kadar ağlasak ıslatmaz gözyaşlarımız kurumuş ekini. Nasıl anlatılır bilmem ki, uzak değil ama yakın da sayılmaz kadeh tokuşturduğum sofralar, efkâra vuran şarkılar, sarmaş dolaş olduğumuz dostluklar.
Bugün günlerden hasret. Bugün kulakları çınlatan, gözyaşları içerisinde mırıldandığın acı bir ezginin, ezbere anlatılan bir hikâyenin başlangıcı. Tek bir saniyesi, tek bir karesi unutulmamış, araya karşının dilinde bir iki kelime gizlenerek, kimse duymadan usul usul anlatılan bir masal, gizliden bir ağıt.
Yetim bırakıldığımız, kurşunlanmış evladın acısının göğsünün ortasına oturduğu kara bir gün. Bugün yaşasalar 43’ünde olurdu kurşunlanmış bebekler. Okuyup öğretmen olacaktı kimisi, kimisi baba mesleğinde kuracaktı hayatını. Mahsul iyi giderse babası söz vermişti kimisine, üç gün üç gece kuracaktı köy meydanında düğün yerini. Allı duvaklı gelin edecekti, güzeller güzelini. Tecavüzler düştü payına düğün halayları yerine sessiz sedasız sürgünler yedi suçluymuş gibi, kimseler duymadan uzaklara.
Nasıl anlatılır ki benim ülkemde Ağustos. Kan kokar, hasat yerine cesetler toplanır kör kuyulardan. Bomba sesleri bastırır kırlangıçların çığlıklarını. Çukurlar kazılır bebeklikten ihtiyarlığa. Kırk üç yıl geçse de hasretle, her Ağustos çıkar sandıktan kaybolmuş anıların resimleri. Usulca silinir gözyaşları, zamana rağmen taze kalmış anıların hasreti, siyah beyaz fotoğrafların tozlarında.
Kimisi 20, kimisi 30 yıl sonra kapattı gözlerini kara günden özlemle, kendine yabancı bölünmüş bir ülkede, gurbette. Kimisi hala hayatta gizliden aynı acıyla, ümitle bir hapis hayattı yaşamakta. Ama hepsinin 14 Ağustos 1974 yazmakta mezar taşlarında.
Ama Yeter!
Neyin laneti bu?
Neyin günahı üstümüzdeki?
Neyin diyetini ödüyoruz hâlâ?
Özgürlüğün mü? Esiriz işte namluların pususunda, tel örgülerin sınırlarında.
Kimden miras bize bu ölüm? Can vermedik mi yeterince 16 günlük bebekten 70’lik nineye.
Kimden hatıra kaldı bize bu sürgün, bu hasret? Sırtımızdaki yük, yürek deki bu sancı yetmedi mi?
Yeter artık,
Bizim olanı bizden çalanlardan dilenmek yok, boyun eğip de hasret çekip kader demek yok. Zorla, direne direne, isyanla geri alacağız bizim olan geleceği.
Yeter artık!
Bugün, on binlerce askerinize, topunuza tüfeğinize, tankınıza uçağınıza rağmen korkmadığımız gün olacak.
Bugün satılmış uşaklarınıza, yalakalarınıza, eli kanlı cellatlarınıza rağmen direnmeye devam ettiğimiz gün olacak.
Bugün sırtımızda kırbaç patlatan para babalarınıza, gerici, kardeşi düşman eyleyen faşist eğitiminize, ganimetinize, suyunuza, fonunuza hayır diye haykırdığımız, elimize, özgürlüğümüze vurduğunuz tüm prangaları kırdığımız gün olacak.
Bugün işgaline, üslerine, Enosis’ine, Taksim’ine, EOKA’sına TMT’sine dur yeter dediğimiz gün olacak.
Bugün o gün işte!
Bugün, Halkların kardeşliğinin, Bağımsız Kıbrıs’ın filizlerinin boy verdiği gün.
Biliyoruz Yürünecek çok Yolumuz var ama
Yazın tarihi bir kenara,
Bugün 14 Ağustos 2017 Pazartesi.
Ayşe’nin tatili bitti,
Evine dönme vakti…
Güngör Acar
Bağımsızlık Yolu Üyesi