“Her yıl Eylül ayında çocuğumun eğitimine ara verip onu okula göndermek zorunda kalıyorum.”
Kime ait olduğunu anımsamamakla birlikte katıldığım bir önerme bu…
Hangimiz eğitimin şöyle bir şey olduğunu samimiyetle savunabiliriz ki:
Bir ulusun -parçası olsak da olmasak da- varlığına kendimizi armağan edeceğimize dair, her sabah bağıra çağıra yemin etmek!
Ömrümüzün büyük çoğunluğunu, kalabalık bir grup yaşıtımız ve bir yetişkinle bir odaya kapatılarak geçirmek…
Tek bir zil sesiyle hemen modumuzu ve etkinliğimizi değiştirme becerisi kazanmak.
Öğrenenlerin de öğretenlerin de karar vermediği konuları, belki de hiç katılmadığı bilgileri aktarmak ve ezberlemek.
Dostlarımızı ezilip geçilecek rakipler, öğretmenlerimizi ceza verecek polisler olarak görmeye zorlanmak.
Her birimizde farklı olan eğilimlerimizin, becerilerimizin ve öğrenme hızımızın salt sayılarla ölçülmesi ve insani özelliklerimizin rakkamlara indirgenmesi…
Geçenlerde iki çocuğun konuşmasına şahit oldum. “Keşke okul olmayan zamanlarda yaşasaydık” diyordu biri. Diğeri hemen itirazını koydu “Okul olmayan bir zaman yoktu ki!” Aslında her ikisi de haklıydı. İnsanların düşünce ürettiği, bilgi ve deneyim aktardığı okullar çağlar öncesine dayanırken, bugün anladığımız anlamda okul; devletin yönettiği zorunlu kitle eğitimi sadece iki yüz yıllık bir geçmişe sahip. Ulusları inşa edecek ve ulus devletleri ayakta tutacak kurbanlar olarak seçilen çocuklar okullara kapatıldılar ve sonra başlarına gelmeyen kalmadı. Bugün sadece devlet değil hizmetinde olduğu sermaye için de hem “bilgili” hem de itaatkar nesiller gerekli. Sistemin talimatlarına göre düşünen ve yaşayan insanlar yaratılırken, bir yandan kültürel birikimlerden arındırılıp tek tipleştirilmeli, diğer yandan ise tamamen bireyci bir anlayışla yetiştirilmeliler. Elbette bu mayanın her zaman tutmadığı, merak etme, sorgulama, eyleme geçme, tahlil yapma ve sonuca varma gibi insani özelliklerin halen daha yaşadığı da görülmeli. Ancak ürkütücü olan o ki, okulların bu amacı ve işlevi gündem dışı kalmış durumda. Bunun, kapitalizmin kültürel hegomonyası veya özellikle -bizimki gibi- geleceksizleştirilen toplumlarda eğitimin kutsanması gibi başka sebepleri olmakla birlikte neoliberal döneme özgü bir boyutu da söz konusu.
Neoliberalizm sadece haklarımızı veya cüzdanlarımızı geriye götürmekle kalmıyor, ufkumuzu ve mümkün olabilecek hayallerimizi de geriletebiliyor. Eğitimde piyasalaşmaya karşı gardımızı alıyor, mevcudu muhafaza etmeyi önümüze koyarak direniyoruz. Herkesin eşit, parasız, bilimsel eğitim hakkını savunuyoruz, kayıt parası, karne parası vb. adlarla devlet okullarında alınan gayrı yasal haraçları sorguluyoruz, özel okullara devletin aktardığı hibeleri, eğitime ayrılan bütçenin yetersizliğini, devlet okullarının malzeme ve fiziki koşullardaki eksikliklerini gündeme getiriyoruz. Göçmen ve mülteci çocukların, ailelerinin çalışma veya oturma izni olmaması öne sürülerek okullara kaydının yapılmamasını insanlık ayıbı olarak lanetliyor, Göç Yasası mağduru eğitim emekçilerinin eşit işe eşit üret talebini yükseltiyoruz. Eğitim adına hayati olan tüm bu konular neoliberal dönemin dayattığı direniş hatlarını oluştururken “gerçekçi olup imkansızı istemek”, ister istemez erteleniyor.
Oysa “milli eğitim”de ezberletildiği gibi “hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır.” Ve bu satıh tüm eğitim alanı olmalıdır. Bir yandan binaların yetersizliği tartışılırken öte yandan çocuklarımızın binalara kapatılmak zorunda olmadığı da düşünülebilmelidir. Dışardan ithal milliyetçi ve dini müfredatlara karşı çıkarken, eğitimin tüm öznelerinin kolektif üreteceği barışçıl ve çok kültürlü müfredatlar için uğraş verilmelidir. Sermayenin işine yarayan rekabetçi yöntemin ve teknik bilginin ötesinde insanlığın değeri olan geleneklerden süzülmüş doğanın bilgisine itibar edilmelidir. Ve bir gün okul denen şeyin, zil çalınca çocukların zincirinden boşanırcasına kaçtığı bir hapishane değil, yaratıcılık ve özgürleşme alanına dönüşebileceği umudu şimdiden yeşertilmelidir.
Yine kime ait olduğunu anımsamamakla birlikte katıldığım bir alıntıyla bitireyim: “Unutmamalıyız ki çocuk yetiştirme tarzımız her şeyden önce politik bir faaliyettir.”
NAZEN ŞANSAL
BARAKA AKTİVİSTİ
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.