Geçtiğimiz hafta mülkiyet ile ilgili giriş yazımı yazmış bu hafta da devamını yazacağımı söylemiştim. Lakin bu hafta içinde yaşanan gelişmeler beni farklı bir yazı yazmaya itti. Haftaya devam yazısını yazacağımı belirterek, okuyucumdan özür dilerim.
BKP ve AKEL’den bir heyet hafta içinde Atlılar’a gidip şehitliğe çelenk koymaya çalışmış ve bir grup tarafından engellenmiş. Tabii ki bu milliyetçi tavır solumuzun tamamı tarafından kınandı, konu ile ilgili tüm sol örgütler dayanışmalarını belirtti ve böylesi bir saldırı bir kez daha gerçekleşmemesi için ellerinden geleni yapacaklarını beyan etti. Böyle mi oldu? Hayır!
Birkaç örgüt dışında sol örgütler etkinliği organize eden örgütleri şov yapmakla suçladı. Eylemin yapılış şekli eleştirildi, neredeyse dayak yememeniz iyi olmuşa varan cümleler söylendi. Gelin bu argümanları bir inceleyelim.
Öncelikle şovdu argümanından başlayalım. Milliyetçi tarih anlayışı Kıbrıs’ın kuzeyinde hiçbir zaman tam anlamıyla gelişemedi. Bunun farklı sebepleri olabilir, ama bu yazıda sonuçları ile ilgileniyorum. Kıbrıslı Türklerin büyük çoğunluğu savaş döneminde Kıbrıslı Elenlerin de katliamlara uğradıklarını bilmektedir. Kıbrıslı Elenler arasında ise farklı bir durum var. Kıbrıs’ın güneyinde milliyetçi tarih anlayışı hâkim durumda, bu durum ise sanki savaş döneminde tek taraflı bir saldırı olduğu algısı ile nefreti körüklemekte. Hal böyleyken AKEL’in Kıbrıs’ın kuzeyine gelerek bir Kıbrıslı Türk toplu mezarını ziyaret etmesini ve Kıbrıslı Türklerin acılarını paylaşmaya çalışmasını oldukça anlamlı kılıyor. Bu ziyaret Kıbrıslı Elenler açısından “evet savaş dönemi biz de öldürdük ve artık bunları kabullenmemiz lazımın” görüşünün bir işaretidir. BKP’nin de benzeri bir ziyareti güneyde yaptığını düşündüğümüzde bu sembolik ziyaretlerin, toplumlar arası yaşananların inkârından kabullenmeye atılan büyük bir adımla karşı karşıya olduğumuzu görebiliriz. Hele ki milliyetçiliğin giderek yükseltilmeye çalışıldığı adamızda, böylesi acıları paylaşmaya ve karşılıklı kabullenmeye dayalı etkinlikler Yunanistan ve Türkiye’den getirilecek şarkıcıların barış mesajlarından dahi daha anlamlıdır. Yani uzun lafın kısası bu durumu bir şov olarak tanımlarsak örgüt şovu değil, anlamlı bir barış şovu ile karşı karşıyayız.
İkinci argüman ise “hadi neyse eylem iyi de bu şekilde yapılmaz, insanların acılarını anlamak lazım, dayak yemediğinize şükredin” yönündekidir. Esas tehlikeli olan görüşün bu olduğunu düşünüyorum. Bunu şöylesi bir örnekle açıklayım; şu an Türkiye’nin batısında 100’den fazla HDP binasına saldırı gerçekleşti, bir kitabevi yakıldı, onlarca insan öldüresiye dövüldü. Bu eyleme dayak yemediğinize şükredin demek, Türkiye’de o insanlar da şehitlerine üzülmüş, anlayışla bakmak gerek demeye benziyor. İkisine karşı verecek cevabım da aynı, faşizm tolere edildiği oranda büyür!
Ülkemizde kritik bir sürece giriyoruz, milliyetçi cephe giderek insanların samimi duygularını kullanarak güçlenmeye ve kitleleri barışa karşı mobilize etmeye çalışıyor. Barış mücadelesi için ise ne elle tutulur bir mücadele stratejisi, ne de sokakta ciddi bir çalışma var. Hal böyleyken barışı için elinden geleni yapan insanlara gelen tepkileri normalleştirir, dayanışmak yerine açık açık eleştirir noktaya gelirsek faşizm yarın bizim yanımıza uğradığında, hem de daha güçlü uğradığında yalnız ve zayıf kalırız.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu