Faşistler, 74 sonrası yaratılan düzen üstünden servet elde eden yerli yabancı sermayedarlar büyük bir çaba içindeler.
Mülkiyet gibi halk için önemli bir hassasiyet taşıyan konuları belirleyip şoven duyguları arttırmak için ellerinden geleni yapıyorlar.
Bunu, tam da Annan Planı dönemi sonrası müzakerelerin en iyimser olduğu bir ortamda yapıyorlar.
Tesadüf mü?
Olmadığını herkes biliyor.
Peki; barışı ve birleşik bir Kıbrıs’ı isteyenler neyle meşguller?
Maalesef müzakereleri bir umutla takip etmekten öte pek bir şey yok.
Hatta bu bile eski cazibesini yitirmiş diyebiliriz.
Geçen hafta 1 Eylül Barış Günü’nde yapılan eyleme bir bakalım.
1 Eylül’den birkaç günce önce AKEL ile görüşüp barış mücadelesini yükseltme kararı aldıklarını duyuran CTP kortej dahi oluşturmadı.
1 Eylül’ün organize edilmesiyle ilgili toplantılar süren tartışmalar yapan sendikalar, tartıştıklarının urubu kadar bir kitle dahi getirmediler veya getirmek için uğraşmadılar bile.
Merkez sola dahil örgütlerin 1 Eylül ve 1 Mayıslarda sokağa çıkmayı unuttuğu dönemlerde bile meydanların boş kalmamasını sağlayan sol örgütlerden kimisi dahi kortej oluşturmadı bu sene.
Ancak müzakereler üstünden konuşan, kaç kişinin ilgilenip okuduğu belli olmayan fakat iddialı laflarla “x örgüt gelinen aşamayı değerlendirdi” diye basın açıklaması yayınlayan, faşistlerin alçakça fakat somut uğraşlarını sosyal medya üstünden yorumlayan vb. bir hal var barış mücadelesinde.
Üretecekleri halkları pek de ilgilendirmeyen sermaye örgütleri, en karanlık dönemlerde dahi Kıbrıs’ta barış mücadelesini diri tutan sol örgütlerden daha aktifler bu aralar.
Kıbrıslı Türkler 2000’li yılların başından beridir, yaşadıkları koşulların yarattığı belirsizlik üzerinden barış mücadelesinde daha aktif bir rol oynadıkları halen de oynuyorlar.
Fakat bu durum hiçbir durum olmadığı gibi hep aynı şekilde gidecek diye bir garanti yok.
Belirsizlik halen sürmekte ve bu durum bir anlaşma ihtiyaçlarını başında bulunuyor.
Fakat halkın bir anlaşmaya yönelik motivasyonu farklılaşabiliyor.
Örneğin, 2003’lerde halkta yaşanan muazzam kabarış belirsizliğin yanında büyük oranda otuz yıllık bir kapatılmışlığın ürünüydü.
Kapılar açılıp Kıbrıs Cumhuriyeti kimlikleri alınana kadar, bir şekilde Londra’ya gidebilenler hariç Kıbrıslı Türkler için dünyanın en uzak köşesi İstanbul’du.
Bugün tam olarak çözülmüş olmasa da bu durum farklılaşmış bir sorun halini aldı.
Öte yandan ek olarak şundan da bahsedebiliriz ki; seyahat etme imkanı üzerinden oluşan ortamda, halkın çeşitli sebeplerden ötürü umudunu kesip Kıbrıs’ı terketme yani göç sorunu bile başka bir boyuta ulaştı.
Konumuza dönersek; 2000’lerin başında polis engellemelerine rağmen köylerde bir bir yanan barış ateşleri, bomba ihbarlarına rağmen artarak dolan meydanlar bu otuz yıllık kapatılmışlığın yarattığı öfke ve bıkkınlık koşullarında yaşandı.
Barış mücadelesinde ortaya koyulan siyasal çabalar bu öfkenin verimli toprağında yeşerdi.
Maalesef bu öfke bir şekilde sönümlendi.
Bugünün koşullarına uygun bir mücadele hattına ihtiyaç var.
Bir anlamıyla koşullara iradi bir müdahaleye ihtiyaç var.
Fakat esas eksiklik burada.
1 Eylül günü yaşananlar açıkça bunu gösteriyor.
Bu durağanlık sürdüğü sürece barış mücadelesi müzakerelere endekslenmeye devam edecek hatta faşist odakların kara propagandaları sonucu gerileme riskine bile sahip.
Akıncı’nın seçilmesine ya da Annan Planı dönemlerine güvenip cepten yemeye devam ettiğimiz sürece bu durum değişmeyecek.
Solun bir bütün olarak bu sürece müdahale etmesi şarttır.
İnisiyatif almaktan kaçındığımız her an bariz bir şekilde aleyhimize işlemektedir.
Ali Şahin
Bağımsızlık Yolu