Bu yazı Kıbrıs’ın güneyinde, AGKARRA isimli bir internet sitesi üzerinden faaliyet yürüten sol bir grup tarafından yazılmıştır.
Son günlerde Kıbrıslı Elen solunda, Kıbrıs sorununda yaşanan gelişmelerle ilgili pozisyonlarını ve duruşlarını tartışan birkaç makale yayınlandı. Bu makalelerde, emperyalizmin çıkarları konusunu görmezden gelen ya da gölgeleyen bir hassasiyet var. Emperyalizm ve çıkarları ile ilgili herhangi bir tartışmaya karşı ortak argüman (onlar için kesin bir biçimde) ABD ve NATO’nun Kıbrıs’ı da kapsayan bir şekilde bölgede huzur ve istikrar aradığı ve bu konuda amacına ulaşacağı şeklinde. Bu şekilde düşünen kesimlere göre, emperyalizmin çıkarları tesadüfi bir şekilde Kıbrıslıların arzu ve ihtiyaçları ile çakışıyor, bu yüzden önderliğini açıkça burjuvazinin çıkarlarını savunan neo-liberallerin yaptığı ittifaka katılmaktan başka yapacak bir şey yok. Onlar, barış ve ilerlemeyi savunan herkesi politik ve sınıf bayrağı fark etmeksizin adada “huzurlu bir yaşam ve istikrar için çabalayanları” desteklemeye çağırıyorlar.
Bu iddialara karşı sorulacak soru şudur: Geçtiğimiz yüzyıl tarihinin hangi noktasında ABD (ve genel olarak farklı güçlerin tüm emperyalist uzlaşmazlıkları) bir istikrar ve huzur kaynağı oldu? Özellikle doğrudan müdahalede bulundukları bölgelerde! Hangi ciddi çalışma ve analizle, ABD’nin bölgede huzur ve istikrar istediği (ve eğer istediği buysa, bu amacın verili uzlaşmazlıklar içinde ulaşılabilir olduğu) sonucuna varılıyor? Yani bir yandan gün geçtikçe artan, şiddetli çatışmaların hakim olduğu bir bölge (Ukrayna’da yaşananlar ve tabi ki; Suriye, Mısır, İran, Bosna ve Filistin’de yaşananlar) ile kapitalizmin derin krizinin yaşandığı (bu krizlerin ne gibi sonuçlar doğurabileceği de düşünüldüğünde) bir ortamın tam “sınırında” bulunurken, geleceğimizin istikrar ve barış içerisinde geçeceği sonucuna mı varılıyor?
Olası argümanlara cevap: Evet, Kıbrıs sorununda çözümsüzlük, müzakerelerde başarısızlık veya olası bir bölünme huzur ve istikrarı garanti altına almıyor, tıpkı ABD’nin adaya daha az müdahil olmasını garanti altına almadığı gibi. Bundan ötürü mevcut durum bizi, olası bir “çözümün” sonrasında gelecek yıllarda huzurlu ve yıkılmaz bir cennetin sakin sularında yüzüyor olacağımız yanılgısına götürmemeli. Kıbrıslı Elenleri büyük bir kesinlikle yakın geleceğin bölgesel ve yerel olmak üzere saldırı ve çatışmadan uzak (işçi ve emekçilere yönelik saldırlar da dahil) olacağı konusunda ikna etmeye çalışan ve bu masalın bir parçası olmaya çağıran ve ansızın “anti-milliyetçi” olan “ilerici” neo-liberaller (“İlerici” neo-liberaller söylemi ile DISI içerisindeki anlaşma yanlısı liberaller kastediliyor ç.n.) “çözümden” sonraki görevlerin ne olduğu ve ne olacağı hakkında hiçbir şey söylemiyorlar. Bahsettiğimiz asıl görev; iki halkın işçi ve emekçi sınıflarının birleşik ve ortak mücadelesidir. (Ki; “ilerici” neo-liberallere göre bu mücadele “çözümden” sonra otomatikman gerçekleşecektir.)
“Elimizde, emperyalizmin ve onun derin çelişkilerini teşhir edecek bir analizin yerine, göstermelik dileklerle onu bir kenara itebileceğine inanan bir reformizmden başka bir şey yok. İngiliz papaz takımının ya da duygusal Kautsky’nin iyi niyetleri ne olursa olsun, Kautsky’nin teorisinin tek nesnel, yani gerçek toplumsal önemi şudur: en gerici bir amaçla, kapitalizm içinde sürekli barışın olanaklı olduğu umudunu uyandırarak, dikkatleri günün keskin uzlaşmaz karşıtlıklarından ve ağır sorunlardan çevirip, gelecekteki düşsel bir ultra-emperyalizmin yalan umutlarına doğru yönelterek yığınları avutmak. Yığınların aldatılması—Kautsky’nin “marksist” teorisinde bundan başka hiçbir şey yoktur” (Lenin, Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması).
Verili durumda, birisi anlaşmayı bölünmeye hizmet eder durumdan kaçınmak adına bir taktik çerçevesinde onaylayabilir (önemli bir konu-burada buna daha fazla değinmiyoruz), ancak bunu onaylarken bile aldatıcı barış, istikrar ve zenginlik senaryoları üzerinden yapmamalıdır. Halka şunu anlatmalıdır ki; varılacak bir çözüme karşın gelecek olan zor zamanlara karşı hazırlıklı olunmalıdır. İşçilere, emekçilere ve sosyal haklara yönelik saldırılar, bölgede hakim olacak savaşın karanlık yüzü ve bu savaşlara ülkenin müdahil olma durumu karşılaşacağımız olası durumlardır. Bu olasılıklara karşı mücadele ederken kendi çıkarlarımızı ve barışı savunmanın tek yolu Kıbrıslı Elen ve Kıbrıslı Türk halklarının ve bu adada yaşayan diğer insanların ortak emek eksenli mücadelesini sürekli yaratma çabasından geçmektedir. Aksi durumda parlak bir gelecek beklentileri(ki bu beklentileri sol yaratmış olacak) gerçekleşmeyen insanlar kime inanacaklar? Kimi dinleyecekler? Kendilerine yatırımlar ile geleceği iddia edilen neo-liberal zenginliği vaat edenleri mi? Kimi haklı görecekler? Kıbrıslı Elen solu içerisinde bugün iddia ettiğini, barış ve anlaşma sağlandıktan hemen sonra tersine çevirerek “dün burjuvazinin ne kadar ilerici, barışçı olduğunu söylediğimizi unutun, artık sınıf savaşı vermeliyiz” diyenleri mi? Yoksa suçlunun ve düşmanın kim olduğu noktasında yanlış cevap verse de halkı önceden uyarmış olan faşistleri mi?
Bilinmelidir ki; sınıf mücadelesi günü geldiğinde bir düğmeye basılarak başlatılacak bir olgu değildir. Bu yüzden sınıf mücadelesi bugünden inşa edilemeye başlanmalı. Bunun aksi, halkı aşırı sağ politika ve düşüncelere doğru itmekten farksızdır.
AGKARRA
(Agkarra; Latin kökenli eski bir Kıbrıs sözcüğüdür ve “mücadele” anlamına gelmektedir.)
Metnin orjinali için tıklayınız.
(İngilizceden Çeviri: Ali Şahin, Serdar Durukan)
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.