Barbaros Şansal Neden mi Sınır Dışı Edildi?.. – Celal Özkızan (Redaktif’te Yayımlanan Yazısı)

TÜRKİYE’NİN ALT KOMŞUSUNDAN HABERLER: KIBRIS’TA NELER OLUYOR?

Son zamanlarda Kıbrıs, Türkiye’nin gündemine iki konudan ötürü girdi : Birincisi, malumunuz Kıbrıs sorunu müzakereleri; ikincisi de, Barbaros Şansal’ın kktc’den sınır dışı edilmesi… Kıbrıs müzakereleri zaten yaklaşık 50 yıldır, yani ilk başladığı 1968 tarihinden beridir, zaman zaman Türkiye’nin gündemine taşınıyor, ve eğer milliyetçi hezeyanlardan dolayı gerçekliği kavrama basiretiniz büyük oranda bağlanmamışsa, Kıbrıs müzakereleri özelinde az çok neyin tartışıldığı ve tarafların pozisyonları biliniyor.

Öte yandan, Barbaros Şansal’ın kktc’den sınır dışı edilmesi meselesi, hem Türkiye’de, hem de Kıbrıs’ın kuzeyinde saman alevi gibi parlayıp sönen bir gündem oldu. Elbette bu tekil gündemin kendisi tek başına çok bir şeyi anlatmıyor ve Barbaros Şansal’ın yaşadığı haksız mağduriyet ve uğradığı insanlık dışı lincin ötesinde dile getirilecek başka bir şey yokmuş gibi görünüyor. İlk bakışta öyle. Ancak Şansal’ın sınır dışı edilmesinin ardından KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı’nın linç kültürüne yönelik eleştirel açıklamasından sonra, sosyal medya üzerinden AKP muhalifi pek çok kişinin verdiği tepki kayda değerdi: “Şansal’ın başına bunların geleceğini bile bile, O’nu neden sınırdışı ettiniz?”

Sorunun cevabıyla başlayalım: Şansal’ı sınır dışı eden, kktc İçişleri Bakanlığı ve kktc Polis Müdürlüğü. kktc Polis Müdürlüğü ise, İçişleri Bakanlığı’na değil, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı. Yanlış duymadınız. kktc’nin polisi, Türkiye’nin ordusuna bağlı. Dahası da var: Kıbrıs’ın kuzeyinde merkez bankası başkanı Türkiye tarafından atanıyor; ordu TSK’ya bağlı; Kıbrıs’ın kuzeyinde uygulanan ekonomik programların büyük bir çoğunluğu Türkiye’deki bürokratlar tarafından hazırlanıyor ve kktc’deki Türkiye Büyükelçiliği, bir “sömürge valiliği” gibi iş yapıyor, öyle ki, sıradan bir ülkede sadece ataşelik görevi üstlenmesi gereken elçilik yetkilileri, Kıbrıs’ın kuzeyinde birer “gölge kabine” gibi çalışıyor. Yani ironik olan şu: Vatandaşı olduğu ülkenin, yani Türkiye’nin, kktc’yi kendisine bağımlı bir yapıya dönüştürmesinden bihaber olan insanlar, dönüp kktc’ye “İyi de sen de adamı niye sınır dışı ediyorsun kardeşim?” diyorlar. Daha da ironik olanı ise şu: Kıbrıslı Türkler, kendi topraklarındaki söz, yetki, karar ve iktidar haklarına, yani kendi siyasi iradelerine ne zaman sahip çıksalar, AKP muhalifi olsun ya da AKP yandaşı olsun fark etmez, Türkiye’deki pek çok kesim, bunu en iyi ihtimalle “nankörlük”, en kötü ihtimalle de “Rum’a satılmışlık” olarak görüyorlar. Bütün dünyaya “kktc’yi tanıyın, kktc egemen bir devlettir” diyenler, Kıbrıslı Türkler egemenlik hakları için mücadele edince dönüp onlara “hayırdır, size ne oluyor kardeşim” diyorlar, “egemensiniz dedikse, bize karşı değil, o kadar da değil…” Sonra da ortaya, AKP’nin emir kulu olan mevcut kktc hükümetinin ve TSK’ya bağlı olarak çalışan kktc Polis Müdürlüğü’nün neden Barbaros Şansal’ı sınır dışı ettiğini sorgulayan şaşkın muhalifler çıkıyor. Örneğin, Türkiye’de, bir halkın iradesini sadece tek bir kişinin ellerine verecek olan anayasaya haklı bir biçimde karşı çıkan CHP, Kıbrıs müzakereleriyle ilgili olarak, Kıbrıslı Türk halkının iradesini hiçe sayan bir biçimde “Kıbrıs elden gidiyor” naraları attı. Kıbrıslı Türk halkının çözüme ve barışa yönelik yoğun özlemini -ki bu özlem, 2015 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, milliyetçi politikaları sahiplenen Eroğlu’na karşı çözüm için mücadele edeceğini söyleyerek yüzde 60.5 oranla seçilen Akıncı örneğinden görülebilir- hiçe sayan bu anlayışın adını varın siz koyun.

***

Peki Kıbrıs’ın kuzeyinde olan biten ne? Elbette Kıbrıslı Türk toplumunun Türkiye devleti tarafından boyunduruk altına alma çabası AKP hükümeti ile başlamadı, ancak AKP hükümeti ile niteliksel anlamda biçim değiştirdi diyebiliriz. Her şeyden önce AKP, 2002’den sonra Türkiye’de amansızca uygulamaya koyduğu neoliberal programı Kıbrıs’ın kuzeyinde de görmek istiyor. 2010 yılında, zamanın başbakan yardımcısı Cemil Çiçek, AKP tarafından Kıbrıslı Türklere dayatılan ekonomik programlarla ilgili olarak şu sözleri sarf etmişti : “Kendimizin tecrübe etmediği, kendimizin yapmadığı hiçbir işi hiç kimseye tavsiye etmiyoruz. Dolayısıyla bugün burada hükümet tarafından uygulanan projeler, gündeme gelen konular, bizim yaşayıp, tecrübe ettiğimiz ve geç kalmış olmaktan dolayı ağır bedeller ödediğimiz hususlardır.” Mesaj, olabildiğince açık. Bütün dünyada halkları daha çok yoksullaştıran, gelir eşitsizliğini arttıran, her şeyin piyasalaşmasına yol açan ve kamusal hakların ve emekçilerin en büyük düşmanı olan neoliberal anlayış, Türkiye’de olduğu gibi aynen Kıbrıs’ın kuzeyinde de hayata geçirilecekti. Bu benzetmeyi bir adım daha ileri götürebiliriz : Nasıl ki iktidarının ilk yıllarında AKP hükümeti, doğrudan doğruya IMF’nin “acı reçetelerini” uygulamaya koydu, aynı AKP hükümeti aynı reçeteleri, bu sefer kendisi IMF rolüne soyunarak, özellikle 2007 yılından beridir Kıbrıslı Türk toplumuna yedirmeye çalışıyor. Bunu biz değil, doğrudan kktc’deki Türkiye büyükelçileri söylüyor. Eski büyükelçi Kaya Türkmen, Kıbrıs’taki bir gazeteye yaptığı ziyarette kendisine sorulan “kendinizi ne olarak tanımlıyorsunuz ? Büyükelçi mi yoksa vali mi?” sorusuna “Vallahi ikisi gibi de hissetmiyorum. Olsa olsa IMF Başkanı gibi hissedebilirim” diye cevap vermişti. Yine eski büyükelçilerden Halil İbrahim Akça, Fortune dergisine verdiği bir röportajda, Türkiye’nin “kuzey Kıbrıs’ın IMF’si” olduğunu dile getirmişti. Bu durumda, kktc’de hükümete gelebilmenin, daha da önemlisi hükümette kalabilmenin en önemli faktörlerinden biri, haliyle, AKP ile uyumlu çalışmak oluyor. Neoliberal dönüşüm çerçevesinde, Kıbrıs’ın kuzeyinde -zaten az miktarda kalan- KİT’ler özelleştirilmeye başlanmış, emeklilik yaşı yükseltilmiş, kamuda maaşlar azaltılmış, sağlık ve eğitim iyice piyasaya açılmış ve toplumdaki piyasa ilişkilerinin yayılma süreci hızlandırılmıştır.

Meselenin kültürel boyutuna gelecek olursak, AKP, kendinden önceki Türkiye hükümetlerinin Kıbrıs’ta uyguladığı “Türkleştirme” politikalarını dönüşüme uğratmış, ve asimilasyonu “Sünnileştirme” boyutuna taşımıştır. Bu çerçevede, ülkedeki Kuran kursları yaygınlaştırılmış, çok sayıda tarikat çeşitli yerellerde faaliyete geçmiş, memleketin orta yerine kocaman bir külliye dikilmiş, birer ilahiyat fakültesi ve ilahiyat koleji açılmıştır. Bu silsiledeki en son örnek ise, sadece Türkiye’de değil dünyada da çok ses getiren Kıbrıs’taki “Reddediyoruz” hareketinin doğmasına sebep olan “Koordinasyon Ofisi” protokolüdür. Bu protokole göre Kıbrıs’taki gençlik ve spor faaliyetleri hukuken ciddi oranda, fiilen ise büyük oranda Türkiye’den gönderilecek -ve AKP’nin muhafazakar gençlik politikaları doğrultusunda hareket edecek- bürokratların eline teslim edilmek istenmiş, ancak Reddediyoruz hareketinin başarısından dolayı protokol -şimdilik- geri çekilmek durumunda kalmıştır. AKP’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde uygulamaya koyduğu asimilasyon politikaları her ne kadar ciddi tehlikeler içerse de, Kıbrıslı Türk toplumunun görece seküler bir toplum olması, bu tehlikelerin toplumu tamamen ele geçirmesini engellemiştir. Dahası, AKP Türkiye’deki muhafazakârlaşma politikalarını, içinde bulunduğu toplumun bağrından çıkan bir aktör olarak gerçekleştirmeye çalışırken, Kıbrıs’a yönelik dayatmalarının çoğu zaman “dışarıdan” girişimler olarak algılanması ise, bir başka faktördür.

***

Elbette Kıbrıs’ın kuzeyindeki iç dinamikleri ve yerli aktörlerin tutumlarını da yukarıda aktarılan tartışmalara dahil etmemek, ciddi bir boşluk yaratır. Ancak bu yazıda büyük oranda AKP’nin Kıbrıs’ın kuzeyine yönelik etkisine ve yaklaşımına odaklanılmaya çalışıldı. Bunun sebebi, Türkiye’de -çok haklı gerekçelerle- AKP muhalifi olan kesimlerin büyük bir çoğunluğunun Kıbrıs’a bakışının, AKP ile aynı çizgide, hatta yer yer AKP’den daha “şahince” olmasıdır. Marx’ın çok bilinen “bir başka ulusu ezen ulus özgür olamaz” sözünden hareket ederek, Türkiye’deki halkların özgürleşmesinin, aynı zamanda Kıbrıslı Türklerin kendini Türkiye devletinin tahakkümünden özgürleştirmesinden de geçtiğini bilmek gerekir. Kıbrıslı Türkler, on yıllardır kendilerini azınlık olarak gören Kıbrıslı Elen toplumu hükümetlerine karşı bir halk olarak siyasi eşitlik hakkına sahip çıktığı gibi, kendi iradesine ket vurmaya çalışan Türkiye hükümetlerine de direnmeye devam edecektir.

Celal Özkızan

Bağımsızlık Yolu Üyesi

Bu yazı Redaktif.net‘te de yayımlanmıştır.