Bakın Yine Tartışamıyorlar – Münür Rahvancıoğlu

Gaile Dergisi’nin 349. sayısında yayınlanan “Kudret Özersay’ın Önlenebilir Yükselişi” isimli Hasan Yıkıcı imzalı makale çevresinde dönen tartış(ama)ma halini, devrimciler olarak dikkatle takip ediyoruz. Bu tartışmanın taraflarını tahlil etmek ve bugüne kadar postmodern tartışma kültürüne ilişkin yapmış olduğumuz tespitleri sınamak açısından öğretici oluyor.

Brecht’in Hitler ile paralelliklerini ifade ettiği bir mafya üyesini anlatan “Arturo Ui’nin Önlenebilir Yükselişi” oyununa gönderme yapan; yani Kudret Özersay’a başlıktan ve Gaile’nin kapağından açıkça faşist diyen Hasan Yıkıcı’nın yazısı; CTP’li ve CTP etki alanındaki kişi ve örgütlerce coşkuyla karşılandı. Yazıya göre CTP yanlışlar yapan bir sol partiydi. Kudret Özersay’ın örgütlemekte olduğu siyasi girişim ise “yeni sağ” hatta faşist bir oluşumdu…

Peki gerçekten öyle mi?

***

Sınıfsal bir analiz yaptığı iddia edilen yazıda, Toparlanıyoruz Hareketi çevresinde ve Kudret Özersay liderliğinde oluşmakta olan siyasi girişimin “yeni sağ” olarak tanımlanması; eğer siyasal yelpazedeki konumlanışlar Marksist bir kriterle değerlendiriliyorsa haklıdır. Evet, Markistlere göre Kudret Özersay “sağ” bir siyasal aktördür.

İşçi sınıfının siyasal iktidarını hedeflemeyen veya işçi emekçi sınıfların en genel çıkarları çerçevesinde pozisyon almayan tüm siyasal oluşumları bu kriterle “sağ” olarak tanımlayabiliriz. Bu bakımdan makale haklıdır. Ama makalenin tutarsızlığı ve çifte standartlı tavrı da aynı noktadan temellenmektedir.

Eğer Kudret Özersay ve Toparlanıyoruz Hareketi bu kriterlerle sağ olarak nitelenmekteyse, nasıl olur da CTP “sol” olarak niteleniyor? CTP’nin uzunca bir süreden beridir “emekçi sınıfların en genel çıkarları” gibi bir derdinin olmadığı, özelleştirmelere ve neo-liberal politikalara olumlu bakan bir parti olduğu ve parti üyelerinin “sağ sol cepheleşme değil tüm toplumla birleşme” yazan CTP imzalı pankartları taşıdığı biliniyor. Açıktır ki Marksist kriterlere göre, CTP de en az Toparlanıyoruz Hareketi kadar sağda yer almaktadır…

Belki de yazıda CTP’ye “hataları olan bir sol parti” muamelesi yapılmasının nedeni; CTP Genel Sekreteri Tufan Erhürman tarafından “Yeni Sol” isimli kitapta tanımlanmış kriterlere göre, CTP’nin sol sayılmasıdır. Yani barışı savunmak, demokrasi, insan hakları, ekoloji ve feminizm konularında duyarlılık gibi kriterlere göre CTP sol sayılıyor olabilir…

O zaman da şöyle bir sorun ortaya çıkmaktadır ki; Kudret Özersay ve Toparlanıyoruz Hareketi’nin bu başlıklarda CTP’den eksik kalan bir yanı yoktur. Yani eğer bu kriterlere göre CTP’yi soldan sayan bir yazı söz konusuysa, Kudret Özersay ve Toparlanıyoruz Hareketi’ni de soldan sayması gerekmektedir.

Yok eğer yazıda CTP değerlendiriliren başka kriterlere, Kudret Özersay değerlendirilirken başka kriterlere göre kategorizasyon yapılmaktaysa, bunun adının en yalın tabiriyle çifte standart olduğu ortadadır.

“Yeni Sağ” tanımının neye göre ifade edildiği dahi belirsizken, faşist ithamının tamamen yanlış olduğunu ise belirtmeye bile gerek yok…

Ama iki kamp arasındaki tartış(ama)ma da bu “faşist” sözcüğünden temelleniverdi…

***

Kudret Özersay, söz konusu yazının CTP ve CTP etki alanı içerisindeki kişi ve örgütlerce coşku dalgası altında yayılmasına; “ötekileştirildiğini” “çağdaş olmayan dogmatik bir yaklaşıma” maruz bırakıldığını söyleyerek ve bunun da “faşizmi” çağrıştırdığını ifade ederek yanıt verdi. Kısacası, kendisine yakıştırılan faşizm sıfatını, muhataplarına gerisin geri fırlatıverdi…

Marksizmin çağ dışı kaldığı, hiç kimsenin ötekileştirilmemesi gerektiği gibi argümanlar yaklaşık 20 yıldır CTP tarafından dile getirilen argümanlardı. Ve şimdi ilk kez CTP’ye karşı kullanılıyordu.

CTP çevrelerinin buna yanıtı ise, faşist nitelemesini ilk gündeme getirenin kendileri olduğunu görmezden gelerek, eleştiriye tahammülsüzlük gösteren Özersay tarafından faşist olarak itham edildikleri ve bu durumdan mağdur olduklarına dair bir hengame ile ikinci bir duygu fırtınası yaratmak oldu…

Ve tartış(ama)ma hali, bu duygusal referanslar çerçevesinde tıkanıp kaldı…

Her iki kampa da dahil omayan ama birinden birine yakın, etik akademik kaygılarla, terminlolojik ve yöntemsel hatalara dikkat çekmeye çalışan birkaç akademisyen ise, “yoksa sen de mi onlardansın” muamelesine maruz kalmaktan kurtulamadı…

***

Her iki kampı da damgalayan bu tartış(ama)ma hali, biz devrimcilere hiç de uzak gelen bir tavır değil…

Bu ülkenin devrimcileri, hangi sorunu derinlemesine tartışmak isteseler maruz kaldıkları “niyet okuma”, “mağdur olma”, “alınma”, “gücenme” nöbetlerini ezbere biliyorlar. Bu nöbetler nedeniyle hiçbir şeyin tartışılamadığı, hiçbir konuşmaya izin verilmediği ve her şeyin kişiselleştirildiği pratiklere fazlasıyla aşinayız.

“Kibarlık ve nazikliğe” “ötekileştirmemeye” “saygı ve üsluba” fazlasıyla önem veren bu iki kamp; nasıl olmuştur da birbirlerini bu kadar harap edebilmişlerdir?

İşte aşina olmadığımız budur.

İlk kez gözlemlediğimiz şey, bu duygusal hırçınlığı bize uygulayan öznelerin, aynı şeyi birbirlerine de layık görmesidir. Demek ki, tartışmayı engelleyici bu “duygu dalgalanmaları” bizim yaptığımız veya yapmadığımız herhangi bir şeyden değil, postmodern politik kültürün kendi alıngan yapısından kaynaklanmaktadır.

Devrimcilerin dahil olmadığı ve gözlemlemekle yetindikleri bu tartışmada “hoyratlığa” övgüler düzen hiçbir özne yoktur. Aksine her iki kamp da “nazikliğe ve üsluba” hassasiyetle yaklaşmaktadır. Ama gene her iki taraf da “kendisine hoyratça davranıldığını” ifade ederek, mağduriyetinden söz etmektedir.

Yoksa, aşırı mağdur olma sendromu ve derinlemesine tartışamamak postmodern fikriyatın yapısal bir parçası mıdır?

***

Postmodern çağın ürünü ve aynı sınıfsal nitelikli kitleyi paylaşmak için birbiri ile rekabet eden bu iki siyasal özne arasındaki “tartışamama” halini gözlemlemek, devrimci siyasetin ne gibi manevra ve taktiklerle konuşamaz hale getirildiğini anlamak açısından gayet öğreticidir.

Münür Rahvancıoğlu
Baraka Aktivisti