BAĞIMSIZLIK YOLUNUN YÜRÜYÜŞÜ – ALİ DOĞANBAY

            Yol, bir geleneğin devamı ve süregelirliği olarak tarihsel bir emaneti ya da mirası sahiplenerek/sırtlayarak yapılan yürüyüştür. Yürüyüş heybetli bir kelimedir, çünkü hareketlidir, ve hareket halinde olan her şey devinim gösterir, ve devinimleri daha da heybetli yapan tarihin çarkını ve düzenini birdenbire tarihin başka bir sapağına ve yoluna doğru değiştirip gidebilme yetisidir. Ki burada yürüyüş derken, yol yeni/ilk defa yürünmüş değildir, ki bu zaten tarihsel olarak mümkün değildir. Yürünmüş bir yolun belki de sekteye/kesintiye uğramış kısmından, ki sekte/kesinti kısmından da tarihsel olarak emin değilim çünkü siz yürümeseniz de ve bazen yürümüyor gibi görünse de, bir yol mutlaka yürür. Şöylesi daha doğru olabilir mi, yürünmüş bir yolun yürünmekte/yürünecek olan kısmı için yürüyüşe geçmektir, zira bundan sonra da yolu yürüyecek olanlar olacaktır, ve yolun devinimi kişilerin değişmesinden daha mühim ve tutarlıdır, her zaman…

Yürüyüş iyidir, çünkü yolun da pasını alır, çünkü bazen pas tutan yollar olabilir, yolun kabahati yoktur, yola değil de, yolculara, çoğu zaman kandırılarak yoldaymış hissi verilir.  Bir yoldaymış ve bir tabelaya doğru varıyormuş hissi verilir, tarihsel olarak tabelalar ve mesafeler değiştirilir… Misal bir kere görmüştüm ben; aynen şöyleydi tabela: üstte bir isim: Avrupa. Altında bir yazı daha; mesafe: Nisan’da. Böyle tabela solcusu partilerimiz olmuştur, oysa yolun gitmek istediği yer tabela değildir, sonuç değildir, yolun böyle averaj hesapları yoktur, ve yol mesafe tutmaz, yürümekten ve birlikten kuvvetle örülen yol kenarındaki taşlardan beslenir…

            8 Aralıkta böyle bir amaçla yolu yürümek edinen “Bağımsızlık Yolu’nun yürüyüşü” muhakkak ki pürüzsüz bir doğrunun ilanı değildir fakat sadece yolun değil, yordamın da siyasetini yaptığı için önemlidir. Yol açmak deyimi bu yüzden vardır ve güzel mastarlıdır ve şimdi Kıbrıslı Türkler için tarihin sapağında artık iki seçenek yoktur. Ankara tandanslı ve danslı ve çoğu zaman kavalyesinin bile pek önemsenmediği bu sahnede, kapana kısılmış ve aynı yerde dolanıp durduğu halde sanki bir yerden bir yere götürüyormuş hissi veren iki geleneğin yanına üçüncü bir yolu getirmiştir. Bu üçüncü yolun tarihte örnekleri vardır, bir geleneğin yoludur ve kendine hasbehas bir yürüyüşü vardır. Artık başka bir söz, başka bir tavır, başka bir üslup, başka bir siyaset, başka bir yol ve başka bir dünya mümkün. Ve en azından bunun için, yolu değilse bile, nereye yürüyor, niye yürümek istiyor, niçin yürümek istediler diye merak edebilirsin, ve etmelisin de…

Gerçekçi olmayabiliriz. Marjinal olabiliriz. Ama bana kalırsa bir gün insan kalpli çocuklar bugünün tarihini yazdıklarında ve ellerinde güçlü olanın zayıfı ezdiği ve sömürdüğü bir dünya olmadığında bence de 15 Kasım çok marjinal duracaktır. Ve bana kalırsa ekmek almaya giderken ölen bir çocuktan daha marjinal bişey yoktur. Enosis marjinaldir, Taksim ona marjinal olsun diye uydurulmuş başka bir marjinalliktir, ve bilirsin, CİA bütün dünya halkları için uydurulmuş en düzenli ve kapsamlı marjinalliktir. Ve yine bilirsin, kendi insanlarına güvenmemek, herkesi kendin gibi zannetmek, umudunu kesmek ve sadece dert yanmak hiç gerçekçi değildir, ve biliyor musun Edip Cansever sevmemek de marjinalliktir. Ve canım kardeşim, tamam sizin dediğiniz olsun dedikten hemen sonra, peki memurların parasını nasıl ödeyeceksiniz demekten daha marjinal bişey var mı?

Yolun marifetini bilirsin, aynı düşünmek zorunda değiliz, başka şeyleri söyleyebiliriz ama konuşabiliriz, ve konuşabilirken yürüyebiliriz. Barış, halkların kardeşliği, demokrasi, kötücül olan ve sömürmeye çalışan her şey/herkes, eşitlik, kardeşlik, sınırlarının olmadığı bir dünya, bunlar için yolumuz ve ona yürümekte olanlarımız varsa takıldığımız her şey inan bana uydurulmuştur, tabelacılıktır, sapak şaşırtmak, yoldan çıkarmak, yürütmemek içindir. Çünkü, tabela seven ve yoldaymış gibi yapanlar yolu değil de partinin yürüyüşünü ve kongre zabıtlarını daha çok önemserler.  Burayı önemli kılan yürüyüşün kendisi, hareketin doğasıdır, kişiler ya da kongre zabıtları değil… Çünkü değişebilir, insan için, insanlık için değişebilir, ve durumlar bilirsin kendi koşullarında ve tarihlerinde ve bulundukları oda sıcaklıklarında ancak değiştirilemezler, dokunulamazlar ve teklif dahi edilemezlerdir. İnsan da yol gibidir, yürüdükçe, ilerledikçe, yeni durumlar ve olaylar tarihe çentik ettikçe, oturur düşünür, çünkü insan düşünür, evet yol düşünmez kabul ediyorum ama insan düşünür. Ve değişir, inan bana, değişir, değişebilir…

O yüzden ister Kıbrıslı olalım, ister Kıbrıslı Türk, istersen safi Türk, ki bana Tusakilanalı diyebilirsiniz, hatta evet ben şu andan itibaren Tusakilanalıyım, ki bu Tusakilanalı’ya inanan ve inanmaya başladıktan sonra önemseyen ve önemsedikten hemen sonra Tusakilanalı olmayan herkesi kendinden başka, ki kendinden başka ise zararlı/kötücül ve akabinde nefret unsuru/düşman görmeye başlayan ve eğer çoğalırlarsa da takım/ordu olan ve nihayetinde ulus/millet olması ve saçmalamaya başlaması en az senin tarih boyunca uydurduğun ve üstüne saçmalamaya başladığın şeyler kadar saçma olmaz mıydı? Ama barışın, yeryüzündeki hiç kimse için, önüne bir sıfat koymaya ve karşısına çit örmeye ihtiyacı yoktur. Barış bizim yürüyüşümüzdür. Ve barış yeryüzündeki herkes için yürünmesi gereken yoldur. Barış konuşulurken sıfat konulmaz, ayıptır. Sen barışacağız, silah bırakıyoruz, ya da artık buralarda kardeşçe yaşayacağız dedikten sonra, içimizden biri çıkıp, “Tusakilanalilar için çitlerle serili şu alanın bu tarafında kalmak barış için daha faydalı olacaktır” dese, biz o kişiye marjinal diye bakmaz mıyız? Yanlış anlama. Kişisel olarak değil, tamamen yoldan ayrı düşündüğü için, yoksa eğer insanlığın barışına katkıda bulunacaksa çitlerle örüp bir müddet faydalı barış için de yürürüz, ne olacak, bir kere de senin için yürürüz ne olacak. Ama sen yürür müsün? Yürümeyi ister misin? Biz yürüdüğümüzde, Tusakilanalılara’da barış getireceğiz. Bir tane olsun, hiç olmasın, ne fark eder ki, barış için hesap kitap yapacak değiliz ya…

Yürünmeli… Çünkü bu halkın kendine olan özgüveni, yeteneği, başarısı ve zekâsı için yürüyüş zamanı geldi. Kimsenin yerimize düşünmediği, karar verip uygulamadığı, kimsenin bizi sıfatlarla adlandırıp anlamlandırdıktan sonra tartının bir ucuna koyup tartmadığı, onurunun olduğu bir ülke için yürünmeli… Yürünmeli çünkü eteğinizde birikmiş yalanların tarihin entarisinden tek tek düştüğü çağdayız, yerdeyiz. Söyleyeceklerimiz var. Ayağa kalkıyoruz. Ve Halk-Der geleneğinin bize bıraktığı o en şahane pankartın ucundaki kelimeleri yolumuzun ayak adımları yapıyoruz: “Bağımsız Kıbrıs Bütün Halklar Kardeştir…”

Ali Doğanbay 

Be the first to comment

Leave a Reply