“Kıbrıslı Türklere akıl verme hali, ne yazık ki Türkiye’deki siyaset yelpazesinin sağından soluna işlemiş durumda. Halbuki yapılması gereken şey çok basit: Kıbrıslı Türklerin iradesine saygı duymak. Eğer bir Türkiye vatandaşı, kendi ülkesiyle Kuzey Kıbrıs arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilerden rahatsız ise, bunun muhatabı Kıbrıslı Türkler değil, kendi hükümetleridir. Kıbrıslı Türklere akıl verecekleri veya Kıbrıslı Türkleri aşağılayacakları zamanı, kendi hükümetlerine ‘biz Kıbrıs ile kurduğumuz ekonomik ve siyasi ilişkiden memnun değiliz’ diyerek baskı yapmaya harcamak konusunda özgürdürler”
Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın The Guardian gazetesine verdiği demeçte Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhakının “korkunç bir senaryo” olacağını söylemesi üzerine AKP, MHP ve CHP’den Akıncı’yı sert sözlerle hedef alan açıklamalar geldi. Akıncı hakarete varan sözler karşısında alttan almadı ancak hakikati örten şoven histeri ve demagoji geniş bir cepheyi etkisi altına aldı.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Akıncı’yı Enosis’in yörüngesine girmekle suçlayıp istifaya çağırırken Tayyip Erdoğan’ın yakın çalışma arkadaşı Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuoğlu “Ben böylesine dürüst olmayan bir siyasetçiyle hiçbir yerde çalışmadım” dedi. CHP de geri kalmadı ve parti sözcüsü Faik Öztrak içinde “talihsizlik”, “vahim”, “kabul edilebilir değil” geçen bir açıklamayla Akıncı’yı eleştirdi.
Oysa Akıncı, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhakına karşı olduğunu belirten ilk ya da tek siyasetçi değil. Rauf Denktaş dahil sağından soluna Kuzey Kıbrıslı siyasetçilerin genel tutumu ilhak seçeneğini kabul etmemek üzerine kurulu.
Tartışma Kuzey Kıbrıs seçimlere giderken patlak verdi. AKP, Akıncı’nın seçim öncesi malzeme aradığını söylüyor ama Kıbrıs’tan bakınca da sürekli Kuzey Kıbrıs siyasetine müdahale eden, Kıbrıslı Türklerin iradesini yok sayan bir Ankara görülüyor.
Yaşananların adada nasıl değerlendirildiğini, Akıncı’nın tutumunu, Kıbrıslı Türklerin ne düşündüğünü ve Türkiye’den beklentilerini sosyalist parti Bağımsızlık Yolu’ndan Celal Özkızan ile konuştuk. Özkızan, Kıbrıslı Türklerin ayrı bir halk olduğunu, iradelerine saygı gösterilmesi gerektiğini ve Türkiye’deki anti—emperyalist, halkların kardeşliğini savunan güçlerden Ankara’nın Kıbrıs’a yönelik dayatmaların karşı çıkmalarını beklediklerini belirtiyor.
Özellikle Bahçeli’nin Akıncı’yı hedef alan sözleri ve Akıncı’nın yanıtı sonrası kamuoyu Ankara ile Lefkoşa arasında bir gerilime tanık olmaya başladı. Ne yaşanıyor? Kıbrıslı Türklerin gözünden yaşananlar nasıl görünüyor?
Kıbrıslı Türkler içinde yaşananlara farklı kesimlerden farklı tepkiler geldi, her toplumda olduğu gibi. Ancak en çok tartışma yaratan “Türkiye’ye ilhak” boyutunun bu denli yankı uyandırması şaşırtıcı, zira Kıbrıslı Türkler arasında “Türkiye’ye ilhakı” açıktan savunan herhangi bir toplumsal kesim zaten yok. Yani gerilimin esas unsuru olan ifade konusunda, Kıbrıslı Türkler arasında bir fikir ayrılığı yok. Aksine, Kıbrıslı Türk sağı ve milliyetçileri dahi bu noktada değil. Bizzat rahmetli Rauf Denktaş’ın dahi Kıbrıs’ın Türkiye’ye ilhak edilemeyeceğini dile getirdiği demeçleri var. Aynı şekilde, Rauf Denktaş’ın oğlu Serdar Denktaş’ın da, ki kendisi kısa bir süre öncesine kadar, kurucusu olduğu ve çeşitli dönemlerde hükümette yer almış Demokrat Parti’nin genel başkanıydı, Ocak 2017 tarihinde yaptığı “Ne Rum’a eyalet ne Türkiye’ye vilayet olma hedefimiz söz konusu olabilir” açıklaması var. Kıbrıslı Türk siyasetinde merkez-sağ ve liberal-milliyetçi çizginin yeni temsilcisi, aynı zamanda şu anda hükümetin ortağı olarak bulunan Halkın Partisi’nin lideri ve önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki adaylardan biri olan Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Kudret Özersay’ın Nisan 2017’de Yigit Bulut’un “KKTC denizaşırı vilayetimizdir” açıklamasına istinaden “Ben de bir vatandaş olarak diyorum ki burayı vilayet yapmana müsademiz yoktur” açıklaması var. Seçim kampanyasını “Türkiye ile birlikte yürümek” üzerine kuran Türk milliyetçisi Yeniden Doğuş Partisi’nin genel başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Erhan Arıklı dahi, geçtiğimiz hafta katıldığı bir televizyon programında Türkiye’yi yönetenlerin Kıbrıs’ın kuzeyindeki partilerin kurultaylarına bile müdahale ettiğinden şikayetçi olmuş ve Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetecek bir halk olarak ortaya çıkması gerekliliğinden bahsetmiştir. Son olarak, 10 Şubat günü, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu dahi “İlhak da nerden çıktı, biz çözüm istiyoruz” açıklamasında bulunmuştur.
Lafı uzatmayalım, görüldüğü üzere, Türkiyeli yetkililerde “infial” yaratan açıklamalar, aslında hem Kıbrıslı Türk siyasi yelpazesinde (ister sağdan olsun ister soldan) hem de Türkiye’nin resmi dış siyaset çizgisi doğrultusunda 2+2=4 netliğinde, herkesin üzerinde uzlaştığı sıradan bir ifade, basit bir gerçeklik hali ve durum tespiti.
Doğu Akdeniz geriliminin ortasında Kuzey Kıbrıs’tan başka müttefiki olmayan Ankara neden böyle bir gerilimi tetiklemiş olabilir?
İlk sorunun yanıtında, böylesi bir gerilimin mantıklı bir açıklaması olmadığının yanıtı aslında verilmiş oldu, zira Akıncı’nın sözleri, gerek Kıbrıslı Türk toplumu içindeki kesimlerin gerekse de Türkiye’nin dış siyasetteki resmi çizgisinin üzerinde uzlaşmış olduğu bir gerçekliği ifade ediyor. Peki gerilim neden tetiklendi?
Bunun bizce üç temel sebebi var. Birincisi, Türkiye’yi şu anda yönetmekte olan Erdoğan önderliğindeki AKP-MHP çizgisi, gerilimden beslenen, kutuplaştırma siyaseti üzerinden kendi alan açmaya çalışan bir yapıya sahip. Özellikle Türkiye’de ekonomik krizin artık bir insanlık krizine dönüştüğü ve krizin artık kendini yüksek işsizlik, iyice aşınan alımgücü, düşük maaşlar ve ücretler, güvencesizlik, toplu intiharlar, temel ihtiyaçların karşılanmasında dahi yaşanan zorluklar biçiminde ifade ettiği bir ortam söz konusu. Böyle bir ortamda topluma artık verecek hiçbir şeyi kalmayan Erdoğan yönetiminin yetkililerinin, vatan millet edebiyatı yapıp yaşanan sorunların üzerini örtebilecekleri böylesi bir fırsatı kaçırmaları zaten beklenemezdi.
Bir noktaya değinmek istiyorum bununla ilgili olarak. Kuzey Kıbrıs’ta, bu tartışmalar başlamadan önce gündemde olan maddeler asgari ücret, sağlık ve eğitim hakkı ve altyapı yatırımları gibi meselelerdi, yani vatandaşın günlük hayatını, vatandaşın refahını ve huzurunu doğrudan ilgilendiren meseleler. Bu yönde, daha geçtiğimiz haftalarda kitlesel eylemler bile gerçekleşti, halâ ufak çaplı eylemler devam ediyor, çünkü vatandaşlar, daha iyi bir hayat yaşayabilmek için hükümetin, kendi hükümetlerinin üzerinde haliyle baskı kuruyorlar. Peki Türkiye’de durum ne? Siyasi görüşü ne olursa olsun fark etmez, bu söyleşiyi okumakta olan her Türkiye vatandaşına sormak istiyorum: Türkiye’de vatandaşların geçim derdini; alımgücünü; düzgün ve kaliteli sağlık, eğitim, toplu taşıma, enerji (elektrik, doğalgaz) hakkını ilgilendiren konular neden asla gündem maddesi olmuyor, hele de böyle bir kriz zamanında? Türkiye’deki her vatandaşın hakkı değil midir şu soruyu sormak: “Vatandan milletten söz ediyorsunuz ama vatanın milletin evlatları kan ağlıyor; ya işsizlikten, ya düşük asgari ücretten, ya güvencesiz çalışmadan, ya inşaatlarda ve madenlerde ölmekten, ya en temel ihtiyaçların bile ateş pahası olmasından… Kendi ülkemizdeki bu yakıcı sorunlar karşısında vatandaştan yana hiçbir girişimi olmayan hükümetin yetkilileri, kalkıp bir de Kıbrıslı Türklere vatan millet edebiyatı mı yapacaklar.”
İkinci sebep, Türkiye’nin kendi sözü dışında hareket eden bir Kıbrıslı Türk yetkili görmek istememesi. “KKTC bağımsızdır, dünya onu tanımalıdır” diye siyaset yapan Türkiye yetkilileri, ilk fırsatta Kuzey Kıbrıs’ın demokratik yollarla seçilmiş temsilcilerini aşağılıyor, seçimlere müdahale çağrısında bulunuyor. Dünya KKTC’yi tanımıyor diye sürekli şikayette bulunan Türkiyeli yetkililerin, Kuzey Kıbrıs’ın seçilmiş temsilcilerini bizzat kendilerinin tanımaması, bu temsilcilere keyiflerine göre atayabilecekleri birer bürokrat muamelesi yapıyor olmaları, çelişki değildir de nedir? Yok eğer KKTC’yi kendi alt yönetimleri olarak görüyorlarsa, dünyaya niye sürekli “KKTC’yi neden tanımıyorsunuz” diye şikayette bulunuluyor, anlamak güç.
Üçüncü sebep ise, Türkiye’de Kıbrıslı Türklere “akıl vermenin” yaygın bir moda olması. Kıbrıslı Türklerin ayrı bir halk olduğu, kendi siyasal iradelerinin ve bununla bağlantılı olarak toplumsal onurlarının olduğu gerçeği Türkiye’de çoğu zaman unutuluyor. Bunu unutan da sadece AKP-MHP çizgisi değil. CHP’nin içinde de büyük oranda Kıbrıslı Türklere bakış bu yönde. CHP’yi geçtim; bazı sosyalist, devrimci ve ilerici çevrelerde dahi, son 3-4 gündür, Kıbrıslı Türklere “akıl verme” hali var. Tüm bu “özgüven patlaması”, bir anda Kıbrıslı Türklerin “siz bizim içişlerimize karışamazsınız, doğrusuyla yanlışıyla kendi kendimizi biz yöneteceğiz” duvarına toslayınca da, o toslamanın etkisiyle kolayca milliyetçi bir histeriye, ya da “sizin paranızı biz veriyoruz, kesin sesinizi” türünden bir salvoya dönüşüyor. Yani Kıbrıslı Türklere akıl verme hali, ne yazık ki Türkiye’deki siyaset yelpazesinin sağından soluna işlemiş durumda. Halbuki yapılması gereken şey çok basit: Kıbrıslı Türklerin iradesine saygı duymak. Eğer bir Türkiye vatandaşı, kendi ülkesiyle Kuzey Kıbrıs arasındaki ekonomik ve siyasi ilişkilerden rahatsız ise, bunun muhatabı Kıbrıslı Türkler değil, kendi hükümetleridir. Kıbrıslı Türklere akıl verecekleri veya Kıbrıslı Türkleri aşağılayacakları zamanı, kendi hükümetlerine “biz Kıbrıs ile kurduğumuz ekonomik ve siyasi ilişkiden memnun değiliz” diyerek baskı yapmaya harcamak konusunda özgürdürler.
Kıbrıslı Türklerin Ankara’ya öfkesinin Türkiye karşıtlığına döndüğünden söz edebilir miyiz?
Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Kıbrıslı Türkler ile Ankara hükümetleri arasındaki gerilimler, Kıbrıslı Türklerin özel olarak kendilerini Ankara’ya karşı konumlandırmalarından dolayı değil, Kıbrıslı Türklerin gerek Kıbrıs sorunu bakımından, gerek Kıbrıs’ın kuzeyindeki iç meseleler bakımından attıkları bazı adımlar sonucunda, Ankara hükümetlerini karşılarında bulmalarından kaynaklanmaktadır. Daha basitçe söylemek gerekirse, Kıbrıslı Türkler ile Ankara arasındaki gerilimler, Kıbrıslı Türklerin özel olarak Ankara’ya yöneltilmiş bir tutumunun sonucu olmaktan ziyade, Kıbrıslı Türklerin kendi toplumlarını ve geleceklerini düzenlemeye çalışırken düzenli olarak Ankara’yı karşılarında bulmaktan kaynaklanmaktadır. Türkiye’nin yıllardır Kıbrıs’ın kuzeyine dayattığı politikalar var. Dönemin ruhuna göre dayatılan politikalar farklılaşsa da, dayatan, dayatılan ilişkisi maalesef değişmiyor. Örneğin AKP iktidarı öncesi dönemlerde Türkiye’deki iktidarların Kıbrıslı Türkleri yeterince Türk görmediği bir dönemden geçilmişti ve yoğun bir Türkleştirme çalışması yürütülmüştü. Mesela, şehir, köy isimleri değiştirilmiş ve ders kitaplarında yoğun bir Türkçü çizgi sunulmuştu o dönemde. Şimd ise AKP iktidarı Kıbrıslı Türkleri yeterince Müslüman bulmadığı ve bunun üzerine dayatmaların geliştirildiği bir dönemden geçiyoruz. TC Yardım Heyeti eli ile camiler, külliyeler yapılıyor, TC Elçiliği eliyle Kuran kursları açılıyor, Türkiye’den dini dernekler Kıbrıs’a ihraç ediliyor, dini eğitim veren İlahiyat Koleji gibi kurumlar açılıyor. Hatta yakın zamanda “Koordinasyon Ofisi” adıyla Türkiye ile Kuzey Kıbrıs arasında bir uluslararası antlaşma KKTC meclisinin gündemine getirildi. Bu antlaşma gençlik ve kültür alanlarındaki neredeyse tüm faaliyetlerin Türkiye’den atanan memurlarca belirlenmesini beraberinde getiriyordu. Tabii ki halkın yoğun sokak muhalefeti ile bu antlaşma engellendi. Bunlar kültürel alandaki dayatmalar. Ankara uzun bir süredir Kıbrıs’ın kuzeyine ekonomik dayatmalar da uyguluyor. Ekonomik alanda bir dönem IMF ile Türkiye’nin kurduğundan da beter neoliberal dayatma ilişkileri uzun bir süredir devam ediyor. Halkımıza ait Sanayi Holding olarak tanımlanan pek çok alanda endüstriyel üretim yapan kamusal fabrikalar bir özelleştirme süreci ile kapatıldı ve hatta sökülüp Türkiye’ye götürüldü. Onun yerine, Türkiye’de kumarhanelerin yasaklandığı dönemde oradaki kumarhaneler adamıza taşındı. Kamusal havayolu şirketimiz Kıbrıs Türk Hava Yolları şirketi kapatıldı. Türkiye’den gelen ekonomik paketlere uyum adına kamuda işe girecek gençlerin maaşları yarı yarıya indirildi. Emeklilik yaşı 65’e çekildi. Pek tabii, tüm bu kültürel ve ekonomik dayatmalar Kıbrıslı Türk halkı tarafından hoş karşılanmadı. Yakın tarihimizde Toplumsal Varoluş Mitingleri adıyla anılan süreç bu tepkinin en doruğa çıktığı ve halkın büyük çoğunluğunun sokakta tepkisini gösterdiği anlar olarak hafızalara kazındı. Uzun lafın kısası, Kıbrıslı Türklerin esas tepkisi iç işlerimize müdahale eden bir devlete yöneliktir. Yoksa, Kıbrıslı Türklerin tarihsel olarak Türkiye halkları ile çok yakın bağları olmuştur. Mesela, emin olun Ankara’da yaşanan 10 Ekim Katliamı’nda Kıbrıslı Türkler, Ankaralılar kadar şok olmuş, üzülmüş ve öfkelenmiştir. Gezi Direnişi döneminde Kıbrıslı Türkler burada da dayanışma için defalarca sokağa çıkmış, Soma Katliamı’na karşı burada da Elçilik önüne giderek hem Türkiye halklarıyla dayanışmış, hem de Türkiye’deki iktidarın politikaları protesto edilmiştir. Yani Kıbrıslı Türklerin sorunu Türkiye halkları ile değil, sürekli siyasi irademize müdahale eden, kültürümüzü, kimliğimizi değiştirmeye çalışan, ekonomimize müdahale eden Türkiye iktidarları iledir ve bu durum halklarımızın kardeşliğine hiçbir dönemde darbe vuramamıştır.
AKP ve MHP sizce neden Akıncı’dan memnun değil? Akıncı’yı nasıl tanımlamak gerekir?
Mustafa Akıncı, sosyal demokrat gelenekten gelen bir siyasetçidir. Yıllarca burada sosyal demokrat Toplumcu Kurtuluş Partisi’nin başkanlığını yürütmüştür. Yani öyle Devlet Bahçeli’nin adlandırdığı gibi komünist falan değildir. Bağımsız aday olarak girip kazandığı cumhubaşkanlığında geçirdiği 5 yılda toplumsal olarak kritik anlarda aldığı tavırlarla Kıbrıslı Türk halkının sesi olmayı başarmıştır. Mustafa Akıncı hem şoven Kıbrıslı Elen liderliğine karşı, hem de Türkiye’deki gerici AKP-MHP koalisyonuna karşı Kıbrıslı Türk halkı adına onurlu bir duruş sergilemeyi başarmış ve kavga etmeden ama boyun da eğmeden onurlu bir duruş sergilenebileceğini göstermiştir. Kıbrıs sorunu ile ilgili hem Kıbrıslı Elen liderliğinin Kıbrıslı Türk halkının eşit özneliğini yok sayan tutumlarına boyun eğmemiş hem de Ankara’nın hakaretlerine ve memuruymuşcasına yönlendirmelerine sessiz kalmamıştır. Böylece uluslararası kamuoyunda Kıbrıslı Türklerin var olduklarını ve Türkiye’nin kuklası da, şoven Kıbrıslı Elen liderliğinin tebaası da olmadığımızı göstermiştir. Dahası Akıncı, tüm baskılara rağmen halkın fedarasyon iradesini taviz vermeksizin sürdürmüştür. Kıbrıslı Türkler Kıbrıs Sorunu’nda federal bir çözüm için hem 2003’te Annan Planı Referandumu’nda hem de 2015 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde federasyon tezini savunan Akıncı’ya yüzde 60’ın üzerinde onay vermiştir. Ayrıca, Akıncı Kıbrıslı Türk halkının kimliksel meselelerle bölünmesine izin vermemiş, kökeni ne olursa olsun tüm halkımızın haklarını savunmuştur. Az önce de bahsettiğim halkımızın iradesini zedeleyen Koordinasyon Ofisi gibi infial yaratan meselelerde, kimin tepkisini çekeceğini düşünmeksizin halkının yanında tavır almasını bilmiştir. 22 Ocak 2018’de yaşanan meclis olayları ve Afrika gazetesine yönelik linç girişimlerinde bir toplum lideri sorumluluğu ile hem olaylar sırasında hem de ardından toplumun şiddet sarmalı içerisine düşmemesi adına görevini yerine getirmiştir. Neden AKP-MHP iktidarının memnun olmadığı sorusunun cevabı da bu noktalar içinde saklıdır. Ankara, Kıbrıs’ın kuzeyinde Kıbrıslı Türklerin iradesinin taşıyıcısı, tolumsal çıkarının savunucusu olacak bir lider değil, kendi kuklası olacak, kendi ürettiği politikaları harfiyen uygulayacak bir kukla istemiştir. Akıncı’ya o gömleği giydiremeyince ise Akıncı’yı düşman ilan etmiştir. Bu durumu Türkiye’de yaşayan okurun iktidarın iç siyasetteki muhaliflerine yaptıklarına bakarak rahatlıkla anlayabileceğini düşünüyorum.
Özel olarak Kıbrıslı devrimcilerin, Bağımsızlık Yolu’nun tutumu nedir?
Bağımsızlık Yolu, 2014 yılında kurulmuş bir siyasi oluşumdur. 2018 yılı ile birlikte ise siyasi partiye dönüşme çalışmalarını tamamlamış ve Kıbrıs’ın kuzeyinde faaliyet yürüten yasal siyasi partilerden biri haline gelmiştir. Bağımsızlık Yolu kapitalist toplumsal yapıların yıkıcılığına karşı emek hareketini merkeze alan sosyalist bir mücadeleyi, erkek egemen topluma karşı feminist değerleri ve gittikçe yaşamsal bir sorun haline gelen ekolojik felaketlere karşı ekolojik mücadeleyi de merkeze alan bir çizgiyi sahiplenen bir siyasi partidir.
Bağımsızlık Yolu’nun bu konudaki tutumunu üç maddede kısaca özetleyebiliriz:
- Biz, Kıbrıslı Elenlere/Kıbrıs Cumhuriyeti’ne (yani Türkiye’de bilinen adıyla Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne) azınlık ya da yama olmak istemiyoruz. Biz, Türkiye’nin bir vilayeti ya da Türkiye’nin emir eri gibi de yaşamak istemiyoruz. Bizim tek derdimiz, kendi kendimizi yönetmek; kendi ülkemizde söz, yetki karar ve iktidar hakkına sahip olmaktır. Yani biz kendimizi “Türkiye karşıtı” olarak görmüyoruz. Türkiye, Kıbrıslı Türklerin içişlerine müdahale ederek aslında kendini “Kıbrıslı Türklerin karşıtı” olarak konumlandırıyor, biz de sadece buna cevap veriyoruz. Aynı tutumu, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı da gösteriyoruz.
- Bizim için mesele basitçe Akıncı da değildir. Akıncı eğer yanlış bir şey söylemişse, bunun kararını verecek olan Türkiye’deki yetkililer değil, Kıbrıslı Türk halkıdır. Eğer Kıbrıslı Türk halkı Akıncı’dan memnun değilse, 2 ay sonraki cumhurbaşkanlığı seçiminde, cezasını zaten kesecektir. Son yaşanan süreçte, Akıncı ile aynı siyasi çizgide olmasa da, hatta Akıncı’yı çok sert eleştirse de, Akıncı’ya sahip çıkan pek çok Kıbrıslı Türk olmuştur; çünkü Kıbrıslı Türklerin büyük bir çoğunluğu için esas mesele, iç işlerimize karışılmamasıdır. Örneğin geçtiğimiz yıllarda, sağ bir siyasetçi olan ve iç siyasette pek çok toplumsal kesimin tepkisini çeken UBP’nin önde gelen üyelerinden Hasan Sertoğlu, Futbol Federasyonu başkanı olduğu dönemde yine Türkiye’den gelen çeşitli hakaretlere ve müdahalelere karşı net bir duruş ortaya koymuş, sağcısından solcusuna pek çok kesim kendisini desteklemişti.
- Biz, Basın Yayın Sekreteri’mizin bu sürecin hemen başında dile getirdiği gibi, bunun Türkiye’deki ve Kıbrıs’taki halkların kardeşliğine zarar verecek bir sürece dönüşmesini istemiyoruz. Bizim Türkiye’de yaşayan insanlar ile hiçbir sorunumuz yoktur. Türkiye’den Kıbrıs’a göç etmiş ve artık Kıbrıslı Türk halkının bir parçası olmuş insanlarımızla da hiçbir sorunumuz yoktur. Bu mesele, Kıbrıslı Türklerin kendi kendini yönetmesi meselesidir. Buna saygı duyan Türkiye’deki her hükümet ile aramızda çok güzel bağlar kurulur, her konuda işbirliği yapmak mümkün de olur. Ancak buna saygı duymayan Türkiye’deki her hükümet de, karşısında Kıbrıslı Türk halkını bulacaktır.
Türkiye’deki anti-emperyalist, enternasyonalist güçlerden beklentiniz?
Türkiye’deki anti-emperyalist, enternasyonalist güçlerden beklentimiz her şeyden önce Kıbrıslı Türklerin ayrı bir halk olduğunu, ayrı bir siyasi irade teşkil ettiğini ve aldıkları kararlar beğenilsin veya beğenilmesin, nihai olarak bu kararlara saygı duyulması gerektiğini kabullenmeleridir. İkincisi, Kıbrıslı Türklerin sesinin ve iradesinin Türkiye kamuoyunda duyrulmasında bir araç rolü üstlenmeleridir. Yani, Kıbrıslı Türkleri ve Kıbrıs’ta olup bitenleri kendi perspektiflerinden yorumlamak yerine, ki Türkiye’deki liberal yazarlar arasında bu ilk bakışta hoş görünen ama ziyadesiyle himayeci bir motivasyondan beslenen tutum çok yaygındır; Kıbrıslı Türklerin sesinin, iradesinin ve taleplerinin olduğu gibi duyurulmasına ve yayılmasına vesile olmalarıdır. Üçüncüsü ise, Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine yönelen, ekonomik bakımdan “IMF-tipi” (ya da Troyka tipi) neoliberal kemer sıkma dayatmalarına karşı çıkmaları; siyasi bakımdan, seçim süreçlerine Türkiye’den yapılan müdahalelere, Türkiye Büyükelçiliği aracılığıyla/himayesiyle/desteğiyle yürütlen siyasi faaliyetlere ve genel olarak Türkiye’nin resmi kurumları ile siyasi partilerinin ve derneklerinin Kıbrıs’ın kuzeyinde diplomatik ilişkilerin ötesine taşan siyasi faaliyetlerine karşı çıkmaları; ve son olarak, Türkiye’den Kıbrıs’ın kuzeyine yönelen asimilasyoncu uygulamalara (kültürel dayatmalar, dinsel dayatmalar, gençlik ve spor alanlarına yönelik dayatmalar) karşı çıkmalarıdır.
Söyleşi: Ali Ergin Demirhan