Ülkemizde sendikal mücadele 1920’li yıllara kadar uzanan bir tarihe dayanmaktadır. Bilindiği gibi bu tarihlerde İngiliz Sömürge İdaresi altında bir çalışma ve siyasi yaşam mevcuttu. Bu dönemin en önemli özelliği; günümüzle en büyük farkı ilk sendikal hareketin tohumlarının atıldığı o yıllarda Kıbrıslıların etnik temele göre bölünmemiş olmasıydı. Bu sebeple ilk sendikalarımızda her tür kültür ve kökenden emekçi Kıbrıslılar birlikte yer almışlardı. Bu sendikal hareketin en büyük kazanımı işçi sınıfı mücadelesini ülkemize getirmesi, yasallaşarak ve sosyal sigorta hakkını kazanarak günümüz sendikacılığının zeminini ilk 30 yılında oluşturmasıdır.
1950’ler etnik ayrılığın tohumlarını atarak sınıf mücadelsini darmadağın etti. 1960’lar “Toplumlararası Çatışmalar”ın yoğun yaşandığı yıllar olarak Kıbrıslı Türklerin içinden sınıfsal bakış açısına tahammül dahi edilemeyen yıllar olarak tarihe geçti. 1970’lerin ilk yıllarına damgasını vuran KTÖS’ün öğretmen grevlerine kadar her türlü sendikal hareket hatta sendika ismi dahi yasak kabul ediliyordu. Ardından 1974 silindir gibi adanın üzerinden geçerken Kıbrıslı Türkler kuzeye Kıbrıslı Elenler güneye toplatıldı ve adamız fiili olarak ikiye bölündü.
Bu kısa özetin ardından bugünkü sendikacılık açısından 1940’larda oluşturulan zeminin ne kadar ilerisinde veya gerisinde olduğumuz daha derin analizler isteyecektir. Yine de basitçe şöyle söylenebilir sendikalarımız yasaldır ve sadece yasaların koruma altında olan devlet kurumlarında mevcuttur. Sosyal sigorta anlamında da çalışanların sigorta hakkı hala devam etmektedir. Yani zemin anlamında 1940’ların kazanımlarının gerisinde bir durum yoktur. Ancak özel sektörün sömürüsü her geçen gün artarak emekçileri esir almaktadır. Mevcut sendikalarmızın ise emeğin genelini kucaklayarak mücadeleyi genelleştirmek gibi bir kaygı içine uzun süreden beri giremediği görülmektedir. Ayrıca sendikalar bir dönemin mücadeleci ruhunu büyük oranda da yitirmiştir.
Bunun birkaç sebebi mevcuttur. Ancak sendikalardaki bürokratik yapılanma en önemli sebep olarak karşımıza çıkmaktadır. Emekçilerin en genel çıkarlarından uzaklaşarak sadece konumunu korumaya çalışan sendikacılık anlayışı zaman zaman yapılan çıkışlara rağmen genel karakteristik özellik haline gelmektedir. Yani zümresel çıkarların esiri olmuş sendika yönetimleri biraraya gelseler bile tam bir uyum yakalamadan sadece kendi kamu emekçilerinin o da sadece kendi örgütledikleri belli bir zümre kamu çalışanlarının hakkını talep edebilmektedir.
Bunun bir sebebi de bazı sendikalardaki ideolojik anlayış farkından kaynaklanmaktadır. Partisel çıkarların sendikalardaki bürokrasiye egemen olduğu bir anlayış ile emekçilerin ne genel çıkarları ne de zümresel çıkarlarının mücadelesi samimi bir zeminde devam edemez. Bağımsız bir sendikal anlayışla hareket edebilen örgütsel bir yapının samimi bir mücadele ortaya koyarak emek mücadelesine bir ruh getirme şansı vardır. Bunun üzerine inşa edilecek ve emeğin en genel çıkarlarını savunacak bir sendikal cephe halkın da en genelinden saygı ve destek alacaktır.
Sendikal mücadelenin bir ruh yakalaması toplumsal hassasiyetleri ve halkın nabzını gittikçe yükseltecektir. Bu hareketin emeğin en genel çıkarlarının meşruluğunu sağlayacağı ve burjuvazi karşısında emekçilere avantaj sağlayacağı bilinmelidir. Toplumsal muhalefette ve solun tüm siyasal yapılarında bir örgütlenme ve kitleselleşme ortamı doğacaktır. Bu anlamda devrimci mücadelenin örgütlenme alanına da doğrudan ve olumlu bir etki yaratacağı da gayet anlaşılırdır. Bu sebeple sendika üyesi devrimci, sol, sosyalist ve demokrat kesimlerin siyasal örgütlerinin sendikalara dikey müdahale etmelerine izin vermemesi en önemli koşul olmalıdır. Yatay anlamda fikir alış verişi, tartışma ve toplantılar ile süreç değerlendirme dışında parti yöneticilerine doğrudan bağlı bireylerin sendika yetkili kurullarında görev alması inandırıcılığa da samimiyete de emeğin çıkarlarına da zarar verecektir. Devrimci örgütlerin sendikalara bakış açısı da emek mücadelesinin bağımsız olması gerektiği üzerinden olmalıdır. Devrimciler de ne başka partilerin ne de kendi örgütlerinin sendikalara müdahale etmesine ve karar empoze etmesine izin vermemelidir. Çalışmalarının ana kaburgasını emek mücadelesi üzerinden yönlendirmeli ve sendikanın tabanını oluşturan emekçilerin örgütlerine sınırsız güvenini oluşturmalıdır. Özellikle sendikalarımızın yetkili kurullarında bulunulması ile bu durum daha da hasas bir hale gelmekte ve emekçilere karşı sorumluluk artmaktadır. Devrimci siyasetin meşruluğu ve başarısı sendika içinde ve tabanında devrimci siyasetin meşruluğuna bağlıdır. Devrimcilerin görevi de sendikalarının devrimcileştirilmesi olmalıdır.
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.