Konu ile ilgili ilkyazımda Kıbrıs’ın bağımsızlığının önündeki engelleri incelmeye çalışmış, incelememin sonucunda ise adanın kuzeyindeki TC işgaline ve onun iki yıkıcı etkisine değinmiştim.
Bu etkileri ise halkımızı üretimden kopararak, turizm gibi dış talebe dayalı sektörlerle bağımlılaştırma ve hükümetlerin iradesizletirilmesi olarak özetlemiştim. Bu etkilerin birbirleri ile olan ilişkisini ise:
“Kıbrıs’ın kuzeyinde anavatancıların iradesizliği, üretimden kopmayı ve bağımlılık ilişkilerini, bağımlılık ilişkileri ve üretimden kopma ise hükümetlerin iradesizleşmesini yaratmıştır. Bu durum ise bağımlılık ve üretimden kopmanın sürmesini sağlamıştır.” diyerek tanımlamıştım.
Bu konudaki incelemeler için ilkyazı:
http://www.ankaradegillefkosa.org/bagimsiz-kibris-ama-nasil-1-mustafa-keleszade/
Bu yazıda ise tanımladığım bu kısır döngünün nasıl kırılabileceği üzerine fikir yürüteceğim. Ama öncelikle bu çabaya yönelik kafalarda oluşabilecek iki soru işaretine değinmek isterim.
- Kıbrıs’ın kuzeyinde üretimi güçlendirmek ve hükümeti iktidarlarştırmak kktc’yi güçlendirmez ve böylece bizi barış hedefinden uzaklaştırmaz mı?
Kıbrıs’ın kuzeyinde kötüye doğru gidiş uzun bir süredir devam etmekte. Bu kötüye gidiş ise halkımızın sisteme ve hükümetlere karşı bir tepki oluşturmasına ve işgale karşı bilinçlenmesine sebep olmakta. Lakin Annan Planı döneminin bize gösterdiği somut bir sonuç var; tüm tepkilere rağmen statükonun sürmesi, halk için yıkıcıdır. Umut en son ölür ve umudun öldüğü bir coğrafyada mücadele filizlenemez.
Bugün, Kıbrıslı Türk halkı Türkiye’den gelen dayatma paketlere karşı bir mücadele içinde. Her gelen paket tepkiyi de bir üst noktaya çıkarmakta. Lakin böyle olmasının sebebi, salt kötüye gidiş değil, beraberinde gelen mücadeledir. 2011’de yaşanan Toplumsal Varoluş Mitingleri, Akademi öğrencilerinin direnişinden, Göç Yasası’na karşı mücadeleden ve bizlere yönelik “besleme” ve benzeri hakaretlere tepkimizden ayrı düşünülebilir mi?
Durum daha kötüye gitsin diye olaylara müdahil olmamak, kötüye gidişten mutlu olmak, hem etik olarak çirkin, hem de politik olarak yanlıştır. Umutsuzluğun ve mücadelesizliğin örgütlenmesi halkımızın iradesini tamamen yok edecektir. İradesiz bir halk barış için de adımlar atamaz. Ancak kendisine başkalarının çizdiği kaderi kabullenir.
Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini belirleyen bir noktaya gelmesinden korkmamak gerekiyor. Eğer bizlerin geleceği için barışın doğru ve çıkarımıza olduğunu düşünüyorsak, üretmemiz ve temsilcilerimizi iktidarlaştırmamız bizi barıştan uzaklaştırmaz, barış yönünde irade koyabilmemizi ve barışa daha kısa sürede ulaşmamızı sağlar.
Kıbrıs’ın kuzeyinde TC işgali olduğunu söylüyorsun, üretmemize ve irademizi elimize almamıza işgalci izin verir mi?
Bu soruya BM parametreleri veya garantörlükler üzerinde cevap vermeye çalışabilirim. Lakin bu beyhude bir çaba olur. Evet, izin vermemeye çalışacaktır. Lakin izin vermeye çalışması ve irademize doğrudan müdahalelerden bulunması işgalin görünürlüğünü arttıracak ve işgal karşıtı mücadeleyi de güçlendirecektir. Ayrıca böyle bir durum Kıbrıs’ta hali hazırda büyük ölçüde kırılan “ana-yavru” hegemonyasının, Türkiye’de de kırılmasına hizmet edecektir. Mücadelemizi işgalcinin halkları nezdinde de meşrulaştıracaktır. Ayrıca karşı koyacak birileri var diye mücadele etmemek, mücadele kelimesinin anlamına terstir. Bu karşı çıkışın olacağının bilinci ile samimi bir şekilde üretmeye ve irademizi elimize almak için mücadele gerekir. Böylesi bir duruş hem işgalin ömrünü kısaltacak, hem de barışın doğumunu yakınlaştıracaktır.
Bağımlılığın kullanımı
Turizm, Kıbrıs’ın kuzeyinin bağımlılığının kaynağı durumundadır. Adada üretim giderek bitirilirken, turizm ise geliştirilmiştir. Bu gelişimin nasıl olumsuz etkiler yarattığını ilkyazımda aktarmıştım. Kısaca özetlemek gerekirse TC sermayesinin denetiminde, sadece otel içine sıkışmış, vergiden muaf, sermayedarların hükümetlerin üzerinde bir konum aldığı, her şey dâhil sistemi ile otel dışına turistin çıkıp halka katkı sunmadığı, uyuşturucunun yayılmasını sağlayan ve mafyalaşmanın kaynağı bir sektör.
Yine de bağımlılığımızın da garantisi olan turizm az çok faal olan tek sektörümüz. Küba Devimi gerçekleştiğinde Küba için şeker kamışı üzerine aynı şey söylenmekteydi. Küba bir şeker kamışı sömürgesiydi ve bağımlılıklarının da kaynağı yine şeker kamışıydı*. Devrimin ardından ise gerçekleşen kalkınma planları, bunca yıl ülkenin laneti olan şeker kamışını merkezine almaya devam etti. Bir farkla şeker kamışı artık amaç değil, diğer alanlarda üretimi gerçekleştirmek için bir araçtı. Küba bağımlılığını, bağımsız bir ülke yaratmak için kullandı.
Turizm bugün bağımlığımızın garantisi olabilir, ama kontrol altına almamız ile farklı alanlardaki üretimin ve istihdamın da kaynağı haline gelebilir.
kktc’nin mevcut yasalarında bir işletmede istihdamın yüzde 70’inin vatandaşlar arasından yapılması gerektiği yazmakta. Fakat diğer alanlar gibi turizm sektöründe de böyle bir maddenin uygulaması yok. Ayrıca her şey dâhil sistemi ile turistler tüm ihtiyaçlarını otel sınırları içerisinde karşılamakta. Böylece oteller içerisinde yiyecek, içecekten, temizlik malzemesine kadar günlük bir sirkülasyon gerçekleşmekte. Otellerin çoğu, özellikle büyük oteller tüm bu ürünleri Türkiye’den düşük vergiler ile getirmekte. Sadece bu ürünlerin dahi Kıbrıs’ta üretilen ürünlerden alım zorunluluğunun konulması veya otellere yurtdışından bu ürünlerin getirilmesinin vergilerinin büyük oranda yükseltilmesi büyük bir etki yaratır. Otellerin belli aralıklarla ihtiyaçları olan mobilya ve diğer ürünleri de elbette bu listeye eklenebilir.
Bu satırları okurken devlet var olan yasayı dahi denetleyemiyor bunları nasıl denetlesin, eğer böyle yaparsak sermayeyi ürkütürüz ya da her şey tamam da oteller için gerekli kaliteli üretimi nerede bulacağız diyenleri duyar gibiyim.
Peki, bunu kim yapacak? – Değişimin öznesi emekçiler
Devletin şu anki yapıda tek başına yasaları denetlemesinin zor olduğu noktasında hem fikirim. Sadece devletin tek başına bu denetimi yapmak zorunda olduğunu düşünmemekteyim. Kıbrıs’ın kuzeyinde özel sektör ile ilgili algımız orada bir patronun olduğu, bir de onu denetleyecek devletin olduğu üzerine şekillendi**. Patronlar her yerdedir ve örgütleri üzerinden çıkarları için dayanışma içindedir, devlet ise pek de öyle ahım şahım bir ağa sahip değildir. Bugüne kadar hep böyle geldi. Ama peki ya çalışanlar?
Turizm alanlarında zorunlu olarak sendikaların teşkilatlandırılması bu sorunları masrafsızca çözümleyebilir. Şirketin yasaları uygulamaması halinde devletin orayı denetlemeye gitmesine dahi gerek kalmadan, usulsüzlükler patronun değil emekçinin oluşturduğu sendikalar tarafından çözülür***. Ayrıca sendikaların varlığı, düşük maaşlar, uzun çalışma saatleri ile sömürü gibi halkımızın turizm sektöründe çalışmaması sonucunu yaratan nedenleri de ortadan kaldırır.
Sermaye ürker kaçarsa ne olur?
Öncelikle belirtmek isterim özellikle turizm alanında sermayenin ürkmesi adamızın kuzeyinde oluşan mevcut koşullarda oldukça zordur. Örneğin Merit Grubu’nun adamızda 5 oteli vardır. Artemis, Nuhun Gemisi gibi oteller ise çok büyük yatırımları temsil eder ve yatırımları şirketlerine büyük kazançlar getirmektedir. Bunca yatırımın sahibi şirketlerin yatırımlarını satamadan dahi ** ürkmesi ve kaçması pek de kolay değildir. Ayrıca devletin turizm alanındaki denetimi ve çıkaracağı yasalar ile Kıbrıslı Türk halkının çıkarına zarar verme niyeti taşıyan otellere müdahaleler de zaman içinde gerçekleştirilebilir.
Üretim
Oteller için mevcut durumda yeterli üretimin olmadığı doğrudur. Lakin bu üretim potansiyelinin olmadığı anlamına gelmez. Geçmişte adamızda bir Sanayi Holding deneyimi olmuştu, bu deneyim halkımızın üretebileceğinin kanıtıdır. Bugün ise hazır talebin oluşturulması (oteller) ve devletten gelecek yönlendirmelerle kurulacak kooperatifler üzerinden üretim yeniden ve istenilen kalitede sağlanabilir.
Üretim ve Hükümet -İktidar Farklı
Bugüne kadar Kıbrıslı Türkler anavatancı ve işbirlikçi hükümetler tarafından yönetildi. Niyeti farklı olduğunu iddia eden hükümetler oluşmuş olsa dahi, algıları muhtaçlık üzerine şekillenen hükümetler iktidar halini alamadı.
Bugün geldiğimiz noktada, yaratılan bağımlılık durumu bir hükümetin, iktidarlaşabilmesini daha da zor hale getirmektedir.
Lakin Kıbrıs’ın bağımsızlığı için adanın kuzeyinden adımlar atabilmek ve Kıbrıslı Türklerin özgüveninin yerine gelmesi için üretim, üretim için ise uygun koşulları yaratacak bir irade gerekmektedir.
Hükümete gelmekle yetinmeyip iktidara talip olacak bir siyasete ihtiyacımız var. Böylesi bir iktidar üretimi zorlayabilir ve geliştirebilir. Bunu yaparak ise iktidarlaşıp adanın bağımsızlığı için adımlar atabilir.
Bu iki yazı ile çokça konuşulan fakat üzerinde tartışılmayan “ Bağımsız bir Kıbrıs ama Nasıl” konusuna bir giriş yapmak istedim. Önerdiğimi formülasyon elbette eksik veya yanlış olabilir. Emin olduğum şey ise bağımsız bir Kıbrıs’a ancak bu fikir için teorik ve pratik bir mücadele sergilemek amacı ile örgütlenerek ulaşabileceğimiz. Çünkü Kıbrıs’ı bağımsızlığa ulaştıracak siyaset gökten düşmeyecek.
*Geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden ünlü Uruguaylı yazar Eduardo Galeano’nun “Latin Amerika’nın Keski Damarları” isimli kitabından konu ile ilgili ayrıntılı bilgi edinebilirsiniz.
** Konu turizm olduğundan denetleyecekten çok, onun için işleri kolaylaştıracak bir devletin de diyebiliriz.
*** Halk emekçi kesimlerden oluşur, bu nedenle bir iş yerinde emekçilerin örgütlenmeleri ve çıkarlarını savunur hale gelmeleri o iş yerinde halkın genel çıkarlarının da gözetilmesini sağlar.
**** Sermayeyi ürküten bir durum oluşturmamız halinde, otelleri satmaları da hiç de kolay olmaz. Çünkü onları ürküten şey diğer potansiyel alıcıları da ürkütür.
Mustafa Keleşzade
Bağımsızlık Yolu