“Bu gelen savaş ilk değil.
Çok savaş oldu bundan önce.
Bittiği gün en son savaş
Bir yanda yenilenler vardı gene,
Bir yanda yenenler vardı.
Yenilenlerin yanında kırılıyordu halk açlıktan.
Yenenlerin yanında halk açlıktan kırılıyordu.”
B.Brecht/Gelen Savaş
…Araplar buraya geldiler, gelsinler vallahi bişey demiyoruz, ırkçı değiliz ama en güzel yerlerde oturuyorlar, en güzel işleri yapıyorlar, kendi marketlerini, kendi dükkânlarını ve hatta kendi hastanelerini bile açtılar, o değil on liralık işi iki liraya yapıyorlar, bizim bu kadar işsizimiz var, biz o kadar zengin ülke miyiz, bak ırkçılıktan demiyorum, öyle biri değilim ama eskiden buralarda rahat rahat yürürdük şimdi yürüyemiyoruz, denize bile giremiyoruz, adamlar donla denize giriyor, bir de sonra kuma uzanıyorlar, karımıza kızımıza bakıyorlar, bir evde on beş yirmi hatta otuz kişi kalıyorlar, bişey demeye korkuyoruz, hemen bir araya gelip saldırıyorlar, hayır ırkçı değilim, gelsinler, yazıktır, yardım edelim ama eskiden burada otururduk, insanlar ne güzel birbirine güvenirdi, şimdi valla korkar olduk, ne güzel başka siteler/apartmanlar bunları almıyorlar, oralar ne rahat, ev fiyatları çok pahalı oraların ama olsun, doğrusunu yapıyorlar, almıyorlar, en güzeli oralar, bunlar gelsin kalsın valla bişey demiyoruz ama sahilde yürürken geçen biri görmüş, bunlardan biri oturmuş böyle büyük abdestini yapıyor, bişey diyemiyorsun, hemen “ben türk değil” diyor, “arap ben”, benim memleketimdesin Türkçe öğren o zaman, ben mi arapça öğreneyim, hayır ırkçı biri değilim, ama bunlar hastalık da getirecek, her şey bunlar da, vallahi ırkçı değilim, benim kürt arkadaşlarım var, atatürkü de seviyorlar evde kocaman türk bayrakları da var, ama onlar da diyor bunlar gittiği yeri pisletir, bunlar yarın vallahi bizi buradan kovacaklar…………………
Gaziantep’te zamandır körüklenen ve alttan alta pompalanan Suriyeli düşmanlığı, kiracı Suriyelinin ev sahibi Türkü öldürmesi vakasıyla giderek tırmandırılmış ve olayların sonucunda Suriyeliler Gaziantep’ten peyderpey taşınmak zorunda bırakılmıştır. Bu taşınma durumu da haliyle aynı güzergâha doğru olmamıştır, yoksul Suriyeliler çadır kentlere giderken, zengin Suriyeliler İstanbul’a ya da Adana’ya veya Mersin’e doğru gitmişlerdir. O güzergâh ki insanlığın kör yönüdür, yazık pusulasıdır, çok üzgünüm, ama onu kovan Gaziantepli’de, bir başka Gaziantepli’nin ya da herhangi bir Gaziantepli’nin güzergâhından ayrı yola gitmiştir, dikkatinizi hususla çekerim, cümlenin herhangi bir güzergâhında Gaziantepli’den ziyade yol mühimdir.
Tarih öyle korkunç ve senden habersiz yazılır ki, çoğu zaman dayak, kavga, savaş ya da ölüm iki taraf arasında yapılıyormuş gibi görülür ama yolun sonunda ayrı güzergâhtan gelenler aynı dayaktan, aynı kavgadan, aynı savaştan ÖLENLERDİR. Tarihsel çelişkidir ki, tarihin herhangi bir yerinde ya da her yerinde BİZ ve ONLAR vardır. Hiç tasalanma, Suriyeliler ve Gaziantepliler –kesinlikle- yoktur.
Kimi, nereden kovdun ki, kovuyorsun ki?
Şundan Gaziantep yollarından girdim konuya Kıbrıslı Türk kardeşim, çünkü biliyorum diyorsun ki ne alaka; 40 yıldır işgal altındasın ve seni hangi ideolojik bulanıklık yönetmek istiyorsa –ki genelde heykel ile müezzinin gür sesi arasında gidip gelmiştir bu- ona göre sana bir şekil vermeye çalışmıştır. Ve bunu yaparken, büyük bir kibirle (bazen sessiz bir heykelle bazen çoksesli bir müezzinle) her türlü zorbalığı, hukuksuzluğu, dayatmayı yapmıştır. Haklı olmadığını söylemek için deli olmak lazım ve bu delilik için kavga ediyoruz ve fakat güzergâhımızın bu insanlarla yol ettiğini, ve eğer o yoldan çıkarsak yeniden kavga etmemiz gerektiğini de biliyorsun.
Ve anladın sanırım. Suriyeli tutmuyoruz. Gaziantepli tutmuyoruz. Mağusalı tutmuyoruz. Bu güzergâh, niye bu insanları aynı yola götürmüyor, ya da neden aynı güzergâhtan yola çıkmıyor bu insanlar diyoruz, evet, kavgamız yolla. Ki çoğu zaman aynı güzergâhın çocuklarını kavga ettirirler, olur da aynı yola çıkmayı hiç akıl etmesinler diye.
Bağlarsak, Suriyeliler ve Gaziantepliler olmadığı gibi Lefkoşalılar ve Ankaralılar da yoktur. Biz varız, onlar vardır. Onların yasaları; öznesi Ankara ettiği için, ve durmadan Ankara gömleğini giyip bize başöğretmenlik ettiği için, Ankara elini yakamızdan çek deriz, Ankara değil Lefkoşa deriz, çünkü, evet, yolun tarifidir, güzergâhın kardeşliğidir, o yüzden bunun bilincinde olan bir başka Ankaralı elini yakamıza kardeş yaparak işgale son yaşasın bağımsız Kıbrıs der, çünkü yolun tarifinde güzergâhın kardeşliği esastır, bunu hepimiz biliriz. Bütün güzergahlar birleştiğinde yolumuzdan başka gömleğimiz olmayacaktır. Gömlek yoksa, savaş da yoktur, savaş yoksa, nefret de yoktur, nefret yoksa düşmanlık da..
Çünkü senin anlamadığın kardeşim, ki sen ırkçı değilsin, sadece cümle içinde bu kadar tekrar ediyor olman, kendinle neyin kavgası olabilir, insan ki hep olmadığı yanından konuşur, olmuş yanları pek terlikli, denize nazır ve şezlong sevendir, pahalı arabaları, takıları sevdiğimiz ve pahalı olan haklıdır algısı hep zihnimizi eşelediği için sen hadiseye hep sakat yerden bakıyorsun. Ki, her sakat filiz düşünce, güzergâhın bir başka güzergahla olan mesafesini kilometre cinsinden uzatmak demektir. Uzatma diye diyorum, pahalı apartmanlar, Suriyeliler olmasa da, senin haklı göreceğin, senin haklılığını görecek yerler değil, bir kere de uzatmadan ve demokrat olmak için cümle içlerine otuz yedi tane ırkçı değilim kelimesini yerleştirmeden, düpedüz, apaçık konuşalım mı; bizler kötü insanlarız. Ama biliyor musun bu senin kötülüğün değil. Sen kötü bile değilsin aslında. Sen sadece güzergahını bilmiyorsun. Bilme istediler. Ve bir yolun düşünü kuracak kadar çocuk değilsin. Büyüttü seni bu okullar. Bu diplomalar. Bu hayatta bindiğin otomobiller. Bu izlediğin ve başlasın diye beklediğin Eylüller var ya, işte onlar, bir beyazcama durmadan bakmanı istedikleri için oluyor. Çünkü kendinle bile kavga etmiyorsun. Bir kere bile kendinle kavga etmiyorsun. Bazen yalnız kalınca kavga ediyorsun diye düşünüyorum ama onu da yapmıyorsun. Kendinle kavga etmediğin için dünyanın gailesi için kavga etmeye yoruluyorsun. Ve biliyor musun, çağımızın vebası kanser değil, yorgunluk. Kanser bile biliyorsun, hemen öldürüyor, sen yavaş yavaş ve buram buram ve zamanla ölüyorsun. Ölürken bile ONLARIN işine geliyorsun. Seni çok düşünüyoruz, canım kardeşim. Bir kere bile BİZİM işimize gelmedin. Çünkü yorgundun. Ve biliyorsun, neden yorgun olduğunu bile bilmiyorsun. Anlat desem anlatamazsın. Ve hiçbir şey yapmadan bu kadar yorgun nasıl oluyorsun? Bu kadar yorgun olup bu kadar kini, nefreti, düşmanlığı nasıl biriktiriyorsun içinde? Özür dilerim, sen ırkçı değildin, sakın beni böyle anlama..
Bazen yazının sonuna geldiğimde, özür dilerim okuyucu, ben bile anlamıyorum başladığım yeri. Ama sonra diyorum ki, insan gibi, hayat gibi, tarih gibi, ve dörtnala koşmuş bir atın burnunu çekmesi gibi, çeker mi ki, bilmiyorum, çekiyor gibi düşün..
Dövdüğün adam, bıçakla üstüne yürüdüğün adam, ki nefretin ve düşmanlığın dahi körük milliyetçiliği ile yapıldığı bu coğrafyada, en kötü tarafı; onun bir gün seni de bulacağı hakikatidir. Bir gün sen de, ondan, ya da ondan yana olandan, ya da o gün ondan yana olan ondan daha az ona benzediğin ya da o olduğun için onun tarafından öteleneceksin. Ondan kurtulmamız için, önce ona benzememeliyiz. Sonra da onun ötelediği ne kadar o varsa onlarla bir olup onla kavga etmeliyiz. Başka kurtuluşumuz yok. İnan bana.
Evet, hayatın boktan yanı ki, hepimizi günü geldiğinde çirkinleştirir. Bunu hafif hafif başlatır, sanki kötü bişey değilmiş gibi hissetmemizi, buna sonra inanmamızı, sonra yasal bulmamızı, bunun için kalabalık olmamızı ve sonunda da bizden olmayan herkese saldırmamızı sağlar. Faşizmin sağlaması, ne kadar iyi insanı, sıradan insanı, hem sıradan hem iyi insanı, sokaktaki insanı, sıradan vatandaşı, sıradan ve sokaktaki insanı, bu yolla kötü yola düşürürse o kadar doğru hesaptır. Çünkü bilirsin, vicdan hesabına göre olmadığı için, hesap, insanı vicdansız bırakmaktır. O yüzden faşizmin yükseldiği yerlerde, hesap insanı, vicdan insanından daha büyük, katlı ve denize sıfır yerlerde oturur. Denize sıfır bile bir faşizm hesabıdır: bunu düşünmelisin, bir daha…
Biz Kıbrıslı Türkler, kırk yıldır işgal altında olduğumuz halde, bunun sebeplerini ve sonuçlarını doğru analiz ettiğimiz için kavgayı da dosdoğru yerle yapacağız. Öyle ki, bir kere daha anlatmak için, ve bıkmadan anlatmak için, aslındaırkçıdeğilimabiye de yeniden anlatacağız: onu anlayacağız. Bütün politik dehası genelleme yaparak bir güzergâha vardığını ve hatta bir yol ettiğini düşünen insanlarla da kavga edeceğiz: çünkü faşizm, genelleme yapar. Yapmayacağız… Çünkü, Mağusa’dan Lazkiye’ye Şam’dan Gaziantep’e tarihin birbirinden olabildiğince uzağa savurduğu ve düşman ettiği-ettirildiği ve içi boşaltılarak sadece ilahi ve bayraklı bir makine haline getirildiği bu kalabalıkların insan olduğunu, insandan olduğunu ve insanla birlikte ancak, insanca yaşayabileceklerini hatırlatmamız lazım. Öyle ki, hikâyenin herhangi bir yerinde, veya bu yazının sonuna geldiğinizde, öznelerin yerini değiştirin, kimini Mersinli, Adanalı, Urfalı, Lefkoşalı, Hataylı veya Arap, Suriyeli, İranlı, Türk yapın, meselenin aynı güzergâha çıktığını göreceksiniz. Güzergâh ki sana şunu diyor; yol hepimizin –insanlığın yoludur, ve o yola çıkmadan “yalnız analar ağladı, her iki yanda” der, vardığın bütün şehir tabelaları, ya da adına ülke denilen bütün sınır kapıları..
Onların istediği de budur. Yorulmamız. Bıkmamız. Ve birbirimize dokunmamamız. İnatla direneceğiz..
Ali Doğanbay
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.