Beni en çok etkilemiş romanlardan birinin adıdır Ayna Korkusu. Tarık Ali’nin başyapıtlarından birisi. Tarık Ali’nin Gezi direnişi hakkında Agora Yayınları’ndan çıkan muhteşem broşürüne göz atarken “Ayna Korkusu” kitabı aklıma geldi. Kütüphaneme baktım fakat kitabı bulamadım. Bulamayınca da kitap üzerine düşünmeye başladım.
Romanın öyküsü Avrupa’da geçmekteydi. Avrupa derken, tek bir şehir, veya ülkeden bahsetmiyorum. Farklı ülkeler ve farklı şehirlerde. Romanın odağı kuşak çatışmasıydı, ve ana karakterleri Berlin’de yaşamaktaydı. Kurgusu ise Sovyetler’in yıkılmasının ardından birleşmiş Berlin’in doğusunda yaşayan bir babanın, arasının bozuk olduğu oğluna yazdığı mektuplardı.
Baba duvar yıkılmadan önce doğu Berlin’de yaşayan bürokratik sosyalizme muhalif bir sosyalistti. Fakat duvarın yıkılmasının ardından kapitalist sistemin ülkede kökleşmesi ve oğlunu da etkisi altında alması ile oğlunun gözünde dahi sosyalistliği ile marjinalleşen bir baba karşımıza çıkmakta.
Baba ise nasıl bu duruma gelindiği düşüncesi ve oğlu ile arasını düzeltmenin umudu ile oğluna geçmişi anlatan metkuplar yazmaya başlıyor. Bu mektuplar daha çok aileye odaklanıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda Sovyetler’de ajan olan dede, Stalin dönemi Sovyetler’inde karşılaştığı trajediler mektuplarda anlatılmaya başlanıyor. Adam anlattıkça kendisi de geçmişe gömülüyor.
Mektuplar devam ederken tarih sürekli olarak günümüz, Sovyet Devrimi’nin ilk yılları ve devrimin bürokratlaşması dönemi arası gidip geliyor. Bu sayede roman Avrupa solunun 20. Yüzyıl tarihini de gözlerimizin önüne sermiş oluyor. Hem de muhteşem bir kurgu ve Tarık Ali’nin etkileyici diliyle.
Tüm bunları sessizce düşünürken, kitabın adı aklıma geldi; neden Ayna Korkusu ki kitabın adı. İşte bu soru beni bu yazıyı yazmaya itti. Biraz düşününce Ayna Korkusu’nu yaşayanın 20. Yüzyıl Avrupa Solu olduğunu anladım.
Önce canla başla mücadele edip devrimi yaratan, ardından ise kokuşmasını ve çöküşünü yaşayan, son olarak ise Liberal düzene uyum sağlayan Avrupa Solu. Kendisini hala en büyük solcu sayan, aynaya en son 20. Yüzyıl’ın başında bakmış olan Avrupa Solu. Günümüzde ise aynadaki yansımasına bakmaya ve tarihin onu sürüklediği noktayı görmeye korkan Avrupa Solu. Önce devrimci, ardından Stalinist, son olarak ise Sol Liberalleşen Avrupa Solu.
Tarık Ali bu kitabı ile hala bu kesimlerden umutlu olduğunu gösteriyor ve Avrupa Solu’na ayna olmaya çalışıyor. Aynaya bakmaları, ne hale geldiklerini görmeleri, bu sayede de kendilerine gelmelerini umuyor.
Beni romanda en çok da bu ayna korkusu tespiti etkiledi. Bu ayna korkusu sadece Avrupa Solu’nda yok. Mesela, kitaptaki karakterde mektuplar aracılığı ile kendi aynası da olmaktaydı.
Bazen hatalar yapılır ve bu hataların hesabı o anda verilmediğinde hatalar birikir. Bu birikme hatayı yapanı olduğundan daha kötü bir hale sürükler. Karakterinin sarsılmasına ve özgüveninin yok olmasına sebep olur. Hesabını vermeden hata yapmaya devam ettikçe, hata dediklerimiz doğruya dönüşür, facia olarak algılayacaklarımız ise gözümüzde hata noktasına düşer.
Fakat işin enteresan yanı, hiç kimse ya da grup bunlar yaşanırken eskisinde daha kötü olduğunu kabullenmez. Hala hataların ve doğruların olduğunu savunur. İşte ayna korkusu tam da bundan galiba. Aynaya bakmak bizlere hataları ve doğruları değişen yeni “bizi” gösterir. İstemediğimiz değişimler üzerine irademizi kullanabilmemizi sağlar. Aynaya bakmamak ise yolun bizi ne hale getirdiğini görmemizi engeller, sürüklenmemizi ve bunu fark dahi edememizi sağlar.
Romanın kahramanı kendi aynası olarak oğluna aile tarihini anlattığı mektupları buluyor. Tarık Ali ise Avrupa Solu’nun eleştirel bir tarihi olan bu romanı ayna olarak Avrupa Soluna sunuyor. Peki benim, senin aynan ne? Geçmişte çok hatalar yapmış, ganimetçi, torpilci bu toplumun aynası ne? Kapitalizm içinde hırs, rekabet gibi duygularla, kazanmak için hiç bir etik kaygı gütmeden hareket eden günümüz insanının aynası ne?
Mustafa Keleşzade
Baraka Kültür Merkezi Aktivisti
Leave a Reply
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.